Tüm peygamberlerin ortak davası tevhit mücadelesidir. Her peygamber ümmetini Allah’a kulluğa davet etmektedir. Sağlam inanca, sahih dine, vahye, fıtrata ve hakikate icabet edilmesini istemektedir. Peygamberler gerçekleştirdikleri tevhit mücadelesinde Allah’a inanmaya, O’nun birliğini idrak etmeye, Hakk’ın emir ve yasaklarına uymaya ve Hakk’ı gereğince tanımaya vurgu yapmışlardır. Özellikle Allah’ın el-Vâhid ism-i şerifine vurgu yapıp muhataplarını her türlü küfür ve şirkten kurtulmaya çaba göstermişlerdir. Allah’ın el-Vâhid ismine inanmakla O’nun zatının tek olduğuna, sıfatlarının kendine özgü olduğuna ve fiillerinin benzersiz olduğuna inandığımızı belirtmişler, zatı, sıfatları ve fiilleriyle O’nun mutlak birliğine bizlere çağrıda bulunmuşlardır. İsim ve sıfatları, fiil ve takdirleriyle Allah’ın yegâne varlık olduğunu hatırlatmışlardır. Âlemlere ibret nazarıyla bakmamızı, Allah’ın her an ve her yerde var olduğuna, âlemde gördüğümüz her şeyin O’nun birliğine şehadet ettiğine inanmamızı öğütlemişlerdir. Kesret âleminde ilahi vahdeti müşâhede edenler ve gönül dünyasında tevhidin idrakinde olanlar Allah’ın birliğini haykırırlar. Osman Hulusi Efendi gerek şiirlerinde gerekse sohbetlerinde Allah’ın el-Vâhid oluşunu aşk, irfan ve müşahede boyutlarıyla bize telkin etmektedir.
Kesret dünyasında gözümüze çarpan çok fazla eşya, nesne, olgu, olay ve suretler bulunmaktadır. Bu çeldiriciler bizlerde ilgi dağılmasına yol açmamalıdır. Renkleri, ebatları, cinsleri, türleri ve şekilleri farklı olan bu varlıklardan her birinin özü aslında birdir. Hiçbir şey kendinden ibaret değildir. Kesret olarak gördüğümüz bu farklılıklar Allah’ın farklı tecellilerinden ibarettir. Kendi gerçekliğinin farkında olan ârifler suretlere aldanmaz, hakikatin adresine dikkat çekilirler. Bizleri kesrette vahdeti görmeye davet eden Hulusi Efendi Divan’ında bizlere kesretin vehim vahdetin ise nasıl hakikat olduğunu şu şekilde dile getirmektedir:
Âh varlığı dağılıp gönlüm vîrân olaydı
Pervâne-tek şem’ine dostun sûzân olaydı
Gayrılardan göz yumup dostu kendinde bulup
Cümle cihâna dolup bir özge cân olaydı
Bakdıkça her yaneye dost yüzünü seyr edip
Dostun gözüne dostun yüzü seyrân olaydı
Bu âlem-i kesretde gizli halvete erip
Vahdet ile bir olup ol bî-nişân olaydı
Görünen ol gören ol aralıkda kimse yok
Yokluk ilinde varlık cümle cânân olaydı
Hulûsî’i bu sırra mahrem kılıp Sultânı
Gizli bu sırlar ana cümle ayân olaydı.
Vahdet bilincini müritlerinin gönül dünyasında perçinleşmesini isteyen Hulûsî Efendi, kalplerini dağınıklıktan kurtarmalarını ve Hak’tan gayri her şeyi terk etmelerini istemektedir.
Yumup göz gayrıdan var dal hayâtın aynına Hızr ol
O fercâm-ı zülâli içmeyen hayy ü kadîm olmaz
Koyup mâl ü menâli âr u ırzından ümîdin kes
Hudâ’dan gayrı bir şuglu olan kalbi selîm olmaz
Bugünkü Cennet-i irfânı bulmazsa kişi yarın
N’ider şol Cennet’i bulsa ana Dârü’n-Na’îm olmaz.
Hulûsî Efendi, el-Vâhid isminin tecellilerini şiirlerinde sanat diliyle işler. O şiirleriyle vahdet bilincini hem aklın idrakine sunmaya çalışır hem de gönlün derinliklerinde estetik bir tecrübeyle hissedilmesini sağlar. Manzumeleriyle irfan geleneğimizin neşv u nema bulmasını sağlar. el-Vâhid isminin tecellisine ermeyi fıtrata dönüş hareketi olarak görür, vahdet iksirini yudumlamayı kesretten vahdete yönelişimizin seyri olarak görür. Darendeli Osman Hulûsî Efendi, el-Vâhid isminin hakikatini hem şiirlerinde hem sohbetlerinde aşk, irfan ve müşâhede boyutlarıyla işlemiş; müridin tevhid yolculuğunu ontolojik, etik ve estetik boyutta gerçekleştirmesini sağlamıştır. Vahdet merkezli tasavvuf anlayışının günümüzde temerküz etmesini sağlamıştır.