Hüseyin YAREN

Tarih: 09.10.2025 09:55

HAL EHLİ OLABİLMEK

Facebook Twitter Linked-in

Tasavvuf, gönül ve aşk yoludur. Bu yola muhabbetle, sevgiyle gidilir. Tasavvuf; ezelden ebede, âşıkların, sadıkların, salihlerin yoludur. Kendi varlığından geçebilenleri irfan ile kemale ulaştırır. Tasavvuf; aşk ile hiçe ulaşanların, varlığı terk edip, bâkîde vuslat bulanların; yani iyilik ve güzellikte birleşenlerin, Kuran ve Sünnete ittiba edenlerin, içinin dışına, dilinin kalbine uygun olanların, doğruluk ve dürüstlükten taviz vermeyenlerin yoludur. Kişinin, nefsini tanıyarak, kendini ve Rabbini bilmesidir tasavvuf. Tasavvuf; ilahî aşk ile muhabbet semasına kanat açabilme, sevgi deryasında dalgıç olabilme, vefa ve teslimiyette zirveye varabilmedir. Tasavvuf, sevgiliye ulaşabilmek için her şeyden ama her şeyden geçebilme, maldan, mülkten, dünyadan, nefsi istek ve arzulardan, hatta candan bile vazgeçebilme yoludur.

Tasavvufta örnek bir sima olan Hallaç-ı Mansur’dan bahsedelim; Devrin Halifesi, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?" diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." Buyurdu. "Ya ileri derecesi?" nedir dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi. İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı. Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallaç bu kimseye, şehit edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu. Hallaç’ın sahibi vardı kendi razı olsa sahibi razı olmuyordu sevdiğine bu yapılanlara, hesap günü çetindi, elbette yapanların yaptıkları yanlarına kalmaz elbette bir gün hesaba çekilirlerdi. Hâkimin ve şahidin aynı olduğu zamanda kaçabilecek hiçbir yer olmayacak, herkes yaptığının karşılığını elbette görecektir.

İmam-ı Gazali Hazretlerinin son zamanlarından bahsedelim, tüm nefislerin ölümü tadacağı son andan; İmam-ı Gazali Hazretleri 1111 yılının Cemaziyülevvel ayının 14. pazartesi günü büyük bir kısmını zikir¸ taat ve Kur'an-ı Kerim okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namazını kıldı¸ sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü başına koydu. "Ey benim Rabbim¸ Malikim! Emrin başım gözüm üzere olsun" dedi. Odasına girdi. İçeride her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine oradakilerden üç kişi içeri girince¸ İmam-ı Gazali Hazretlerinin kefenini giyip¸ yüzünü kıbleye dönüp¸ ruhunu teslim ettiğini gördüler. Başı ucunda şu beyitler yazılıydı:

Beni ölü gören ve ağlayan dostlarıma¸

Şöyle söyle¸ üzülen o din kardeşlerime:

“Sanmayınız ki¸ sakın ben ölmüşüm gerçekten¸

Vallahi siz de kaçın buna ölüm demekten…

İnsanlar maddenin varlığından, yokluğundan, miktarından ve sıfatından etkilenir. Madde insana hükmeder ve “Çok az bir istisna ile” insanı buyruğu altına alır. Burada insanın aklına şöyle bir soru gelebilir: “İnsanız. Yaşamımızı sürdürmek için nesnelere ihtiyacımız var. Hiçbir şey kullanmadan nasıl yaşarız?” tabii ki kullanacağız. Yok, olmaya mahkûm o nesneleri; kalbimize koymadan, zihnimize yerleştirmeden, onlarla yaşamayı öğrenebilmeliyiz. Şan şöhret, varlık, zenginlik, makam, mevki bir statü olmamalı. Her şey geçer zeval bulur. Önemli olan hayatı dosdoğru yaşamaktır. Asıl olan haldir, muameledir düzgün ve dürüstçe yaşayabilmektir. İnsanlar maddeye hâkim olduklarını zannederler, makam ve mevki için taklalar atarlar öte yandan ufacık şeyler için birbirlerini kırarlar. Hâl böyleyken nesne tarafından kullanıldıklarının farkına varmazlar. Oysa İnsanın gönlü, bütün kâinatta tecelli eden esmanın tecellileri içinde geniş bir aynadır. Nitekim Cenab-ı Hak bir hadis-i kutside: “Arz ve sema beni içine alamazken, ben mümin kulumun kalbine sığarım” buyurmuştur. Dolayısıyla kalpte yerleşmesi gereken gerçek sevgi Allah sevgisidir. Zamanda geçer, mekânda değişir bu yalan dünya kimseye kalmaz. Önemli olan huzur-u ilahiyeye tertemiz gidebilmek vuslata nail olabilmektir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —