Kim tarafından yapıldığını bilemiyorum ama ünlü bir ressamın fırçasından çıktığı belli olan bir tabloda, veresiye satan – peşin satan diye iki bölüm vardır. Bu tabloda peşin satan esnaf bacak, bacak üstünde atmış keyfi yerinde, veresiye satan esnafın ise hali perişan olarak tasvir edilmiştir.. Bu tabloyu dükkânına asan bazı esnaflar, altına birde "Teklif etme veresiye, Dost kalalım ölesiye" yazısını da yazmayı ihmal etmezler. Esnafta aslında haklıdır. Çünkü verdiğinin karşılığını alamazsa işyerinin nasıl işletecek.
Ama ne olursa olsun bu tablo hiç de güzel bir tablo değildir. Toplumun çöküş resmidir bence. Veresiye diye bir şey de olmaz ise; hangi memurun veya işçinin cebinde her an ihtiyaçlarını alabilecek parası bulunabilir ki. O nedenle karşılıklı güven ortamı içerisinde veresiye olmalıdır. Veresiye vermeyen temel ihtiyaç maddesi satan esnaf göremiyorum. Çünkü iş yapamaz. Esnaf müşterisini iyi tanımalı, gerekirse borcunu ihmal edene artık mal veremeyeceğini söylemelidir.
Ödeme alışkanlığı olamayan insanların metotlarına fazla girmeyeceğim ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bazı insanlar aldığının karşılığını vermedikleri için o iş yeri onlara daha bir şey vermez, onlarda başka kapıları zorlarlar. Gittikleri yeni işyeri de, bilmeden müşteri elde etme adına,- sonu fiyaskoyla sonuçlanacak olan- mal vermeye devam ederler.
Hemen her yerde belirli zamanlarda semt pazarları kurulur. Pazarlarda, giyecek ayakkabıdan tutun da, yiyecek kabak çekildiğine kadar hemen her şeyi bulabilirsiniz. Küçüklüğümde evimizin önünden geçen yoldan, köylülerin satmak üzere pazara domates, üzüm, meyve veya sebze götürdüklerini ve dönerken kendi ihtiyaçlarını alarak tekrar evlerine döndüklerini çok iyi hatırlıyorum. Alış – veriş kelimesinin en güzel tahakkuk ettiği yerler her halde pazarlar olsa gerek. Çünkü o anda parayı verir, malı alırsınız. Pazarlarda pazarlık yapılır ama veresiye olmaz. Önce ihtiyacınızı alır hemen parayı verirsiniz. İşte buna alış-veriş denir.
Son yıllarda hemen her şeyin bulunabildiği büyük alış-veriş merkezleri boy göstermeye başladı. Buralarda nakit para bulundurmanıza da gerek yoktur. Kredi kartları post makinesinden geçirilir. Siz sonra bankaya ödersiniz.
Ülkeler bile bir biriyle alış-verişte bulunmaktadırlar. Satmaya ihracat, almaya ithalat diyoruz. Mesela; biz ülke olarak Rusya’ya yaş meyve ve sebze fındık, kayısı, ihraç eder, karşılığında doğal gaz alırız. Son yıllarda kaloriferlerde ve sobalarda Rus linyitini de yakmaya başladık. (Dünya Bor rezervlerinin yüzde yetmişinin ülkemizde bulunduğu söyleniyor ama şimdilik ekonomimize bir faydası yok gibi) Dünyada hiçbir ülke yok ki başka ülkelerle alış verişi olmasın.
İnsanları diğer canlı varlıklardan üstün kılan özelliklerden birisi de akıldır. İnsan ne kadar akıllı olursa olsun bir başkasının fikrine ihtiyaç duyar ve duymak zorundadır. Tarihte büyük insanlar bir konuda karar verirken tek başlarına hareket etmemişler. Müşavirleri ile fikir alış-verişinde bulunmuşlardır. Ülkelerde karşılıklı çıkarları doğrultusunda fikir alış verişinde bulunurlar. İşte biz buna müzakere diyoruz.
Almadan vermek yalnızca yüce yaratana mahsustur. Bize bütün nimetleri verir, karşılığında bizden sadece şükretmemizi ister. Ama şükretmek bazen nefsimize o kadar ağır gelir ki. Birine olan borcumuzu nasıl ödeyeceğimizi günler öncesinden düşünmeye başlarız da, Yaratana karşı olan şükür borcumuzu düşünmeyiz bile.