Mehmet Göçer’in Un Sandığı Adlı Eserinden Bir Definecilik Hatırası
Merhum Mehmet Göçer’in Un Sandığı adlı eserinde yayınladığı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin bir defineciye verdiği öğüt ve önemli bir olayı nakledelim.
Hırsız İbeç ve Hulûsî Efendi’nin Bastonu başlıklı bir hatıra:
1961 yılında Elbistan’ın Doğan kasabasına misafir gelen Zaralı Süleyman definecilik yapmaktadır. Kafasından kurduğu bir hikâye ile bir aldatma hadisesi gerçekleştirir. Doğan Kasabasından Kerbi Ceren’e misafir olan Zaralı köyde bir mevkide gömülü Meryem Ana figürlü altın plaka olduğunu Atina’daki bir papazdan haritasını aldığın bu plakanın herkesi zengin edecek bir gömü olduğunu anlatır, Kerbi Ceren’i ikna eder. Bazı akrabalarıyla Zaralı’nın daha önceden gömdüğü (tabii bu konudan kimsenin haberi yoktur) plaka topraktan çıkarılır. Define bulduğuna inanan köylüler aldatma senaryosunun ikinci sahnesi oynamaya başlar. Plakadan bir parça kesip sarrafa gösterin diyen Zaralı defineci, el çabukluğuyla cebindeki önceden hazırladığı altın parçasını bulunan plakadan kesilen parçayla değiştirir. Sarrafa gösterilen parça 24 ayar altın olarak tescil görür. Aldatmakta mahir defineci, Elbistanlılara şöyle der; “Heyecana kapılmayın, Atina’ya gidip, ikinci haritayı almam ve oradaki papazın hissesine binaen onu razı etmem için; 10.000 tl lazım. Plaka sizde dursun, bu parayı bana bulun verin, ben bir ay sonra tekrar gelip ikinci haritayla daha büyük bir hazineyi daha sizinle çıkaralım” der. Zamanına göre o para çok büyük bir paradır ama bulunup eline teslim edilir… Zaralı gider ve bir daha geri dönmez… Kerbi Ceren birkaç ay sonra, elindeki som altın zannettiği plakayı sarrafa götürür ki, plaka basit döküm değersiz bir parçadır. Durum anlaşılır ama bu aldatma olayı hazin bir hadise olarak sineleri dağlar… Bu sebepten dolayı nice canlar ağlar…
Aradan altı yıl geçer, yıl 1966… Zaralı Süleyman tekrar Elbistan’a gelir. Kerbi Ceren onu Jandarmaya yakalattırır ama sulha davet edilip, borcuna binaen senet imzalayan Zaralı defineci, borcunu ödeyeceğini söyler sonra. Kerbi Ceren onun karnını doyurur, bir de üstelik yol parası olmadığını söylediği için 10 lira yol harçlığı verip uğurlar…
Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Bastonu
Yıl 1975. Ay Ağustos'un ortaları. Anlatılan olayın üstünden yıllar geçmiştir. Biçerdöver sahibi olan Kerbi Ceren, Sivas ili Şarkışla ilçesi Döllük köyünde ekin biçmektedir. Biçeceği ekinlerin içinde, tarla kiralayıp buğday eken Elbistanlı Emekli Öğretmen Ali Rıza Kışlalı, Evzaniye’den Hacı Ahmet Tepe ve Mahmut Kerek'in de ekinleri var. Bu sırada, “Kerbi Ağa” diye konuşanlar olur. “Kerbi” adını duyan birisinin dikkatini çekip yanına yaklaştıktan sonra; “-Sen Elbistanlı Kerbi Ceren misin?” der O da;
“-Evet. Ben Elbistanlı Kerbi Ceren'im.” der. Sorular-cevaplar devam eder:
“-Senden başka Elbistanlı Kerbi Ceren var mı?”
“-Hayır. Elbistan ve hatta havalisinde bile benden başka Kerbi Ceren adında bir kimse yok” der. Son soru daha da mânidardır. Hulûsi Efendi adında birini tanır mısın? Kerbi Ceren;
“-Evet tanırım, çok sevdiğimiz bir büyüğümüzdür, Darendelidir, Seyyiddir. Biz onların duası ile ayaktayız. Onun himmeti bizleri her zaman manevi destek olmuştur. Bütün âleme örnek insandır.” cevabını verince, adam boynuna, boğazına sarılır. Kerbi Ağa da bu durumdan bir şey çıkartamaz. Ne demek istediğini bir türlü anlayamaz. Sabırla bekler. O kişi kalabalığın içinde bir nutuk çeker gibi tanıtımını yapıp methini göklere çıkarttıktan sonra özetle şöyle der:
“ Bu zatı muhterem var ya, kendisine bir hayli zarar açanı lokantaya götürüp, karnını doyurduktan sonra, cebinde yol parasının da olmadığını görünce on (10) lira da harçlık verdi.” der. Kerbi Ceren;
“-Sen ne diyorsun? Neyi anlatmak istiyorsun? Sen kimsin? Sen beni nerden tanıyorsun? diye sorunca durumu şöyle anlatır:
“-Bana ‘Hırsız İbeç’ derler. Zaralı Süleyman, benim hem define hem de hırsızlık arkadaşım idi. Hattâ sahte para basıp piyasaya sürüp, yakalanıp beraber ceza da çektik. Bunu yıllarca beraber uyguladık. Bu hırsızlığı ve bu pislikli işleri nasıl bıraktığımı sana anlatayım; Malatya ilinin Darende ilçesinden adını Hulûsî Efendi diye duyduğum, yüzünü görmediğim, iri yarı, sakallı bir şahsiyet bir gece rüyamda yanıma geldi. “Beni tanıdın mı?” dedi. Hayır, efendim tanımadım deyince, “Bana Hulûsî Efendi derler” dedi. Buyurunuz Efendim, bir emriniz mi var? Dedim. Rüya bu, beni yere yatırıp boynuma bastonunu geçirdi. Sen bir daha bu pis işleri yapacak mısın? Bu hırsızlık işlerine heves edecek misin? tövbe mi? tövbe mi? diye yerde sürüdü de sürüdü. Ben de; “tövbe!.. tövbe!.. “dedim, kan ter içinde uyandım. Bu rüyadan sonra bu pis işleri, kötü huyları bıraktım. Şimdi helal kazanca döndüm. Abdestimi alıp, namazımı kılıyor, Allah’ıma şükrediyor, işlediğim günahlarımın da affını talep edip yalvarıyorum. Senin, Zaralı Süleyman'a yaptığın yiğitliği kendisinden bizzat dinledim. Şimdi sizinle karşılaştık. Tanışmak da istiyordum. Çok memnun oldum. Gerçekten, kötülüğe iyilik yapacak kadar yiğit adammışsınız. Burada, yani köyümde kaldığın müddetçe benim misafirim olacaksın. Seni övmeyim de kimi öveyim. Senin gibi adamlara can kurban. Allah uzun ömürler versin.” diye dua eder.