Prof. Dr. Kadir Özköse


Tevekkül Anlayışının Zirve Deneyimi


 

İslâm medeniyetinin yetiştirdiği önemli isimlerden biri olan Şakîk-i Belhî (ö. 164/780), tevekkül anlayışının güçlü temsilcisidir. Önce Şakik-i Belhî kimdir, öğrenelim. Şakik-i Belhî’nin asıl adı, Şakik bin İbrahim, künyesi Ebû Ali, nisbesi el-Belhî’dir. Horasan erenlerinin ileri gelenlerindendir. Dedesinin ve babasının büyük servet sahibi zengin olmasından dolayı Şakik, çok rahat bir ortam içinde yetişmiştir. Olgunluk çağlarına geldiğinde, dünya zevklerine dalarak yaşamaktan hoşlanmamaya başlamıştır. Seyahatlerinde ancak miktar-ı kâfi ticaretle meşgul olmuş, kalan zamanda mânen istifade edebileceği şeyleri araştırmıştır.

Bütün hayatı boyunca tefekkürü, ince düşünmeyi elden bırakmamış ve Hakk’ın kendisine ikram ettiği nimetleri cömertçe harcamasını bilmiştir. Malını hem Allah yolunda hem de sevdikleri uğrunda sarf ederek cömertlik gösterdiği gibi, canının da Allah yolunda ve ihvanı uğrunda harcayarak yiğitlik göstermiştir.[1]

Cafer-i Sadık’la görüşmüş, Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Züfer’den ders almış ve başlangıçta Irak rey ekolüne mensupken daha sonra hadis ehli olmuştur. İsrail b. Yunus, Abbad b. Kesir, Kesir b. Abdullah’tan hadis alan Şakik’in sünnete titizlikle rivayet ettiği yine kaynakların genelde belirttiği bir diğer özelliğidir. Şakik-i Belhî, Maveraünnehir bölgesindeki savaşlara da katılmış, yine böyle bir savaşta, Kulan Gazvesinde şehit olmuştur.[2]

Şakik-i Belhî, İbrahim b. Ethem’in müridi, Hatim el-Esam’ın hocasıdır. O’nun özellikle tevekkül konusundaki düşünce ve tavırları tasavvuf tarihi açısından oldukça önemlidir. Şakik-i Belhî, tevekkülün mahiyetini, sebeplerini, teşrii hikmetlerini, kazanılması yollarını tetkik ederek müridin sülûku üzerinde yapacağı tesir üzerinde duran ilk zahid olmuştur. Şakik’in tevekkül anlayışında dünya hayatından kazanmaya olumsuz bir bakış vardır. Şakik-i Belhî’nin tevekkül anlayışında rızık peşinde koşmak tevekküle terstir. Şakik, bu konuda; “Kazanmayı, sebeplere sarılmayı istemeyi terk ederek ahirete hazırlan, Allah’a tevekül et” demektedir.

Şakik Belhi’nin zühd anlayışının temelinde Allah’ın iradesine aykırı hareket etmeme, kulun kendisinde bir irade görmemesi, şöhretten sakınma, sükût, az yemek, halktan uzak durmak, havf ve fakr yatmaktadır. Ona göre zühd sahibi, kendi kusurlarıyla ilgilenmekten başkasının kusurlarını görecek fırsat bulamaz. Bunun tersi bir hareket içerisinde olan kişi, zahid değil zahidlik taslayandır. [3]

Şakîk’in zühd hayatına atılışının sebeplerinden biri olarak şu olay anlatılmaktadır: Bir kıtlık senesi oynayıp eğlenen şen ve şakrak bir köle gördü. Bütün halk geçim derdinde idi. Şakîk, köleye;

“- Bu ne neşe böyle? Halkın kuraklıktan ve kıtlıktan çektikleri sıkıntıyı görmüyor musun?” dedi. Hizmetçi;

“- Bundan bana ne? Efendimin hususî bir çiftliği var, muhtaç olduğumuz her şeyi buradan sağlıyorum”, dedi. Bunun üzerine Şakîk intibaha geldi;

“- Bu hizmetçinin beyinin bir köyü var, efendi fakir bir mahlûk iken, köle ona güvenerek rızk kaygısı çekmiyor. Mevlâsı zengin olan bir Müslüman’ın rızk kaygısı çekmesi nasıl uygun olur?” dedi.[4]

Takvayı şiar edinen Şakîk, bir insanın takvasının üç şeyde belli olduğunu belirtir:

1. Alışında,

2. Terk edişinde

3. Sözünde

Zira muttakinin aldığı mübah, terk ettiği haram veya mekruh, konuştuğu hak olur.[5]

Fütüvvet yolunun pîri kabul edilen Şakik-i Belhî, üstadı Cafer-i Sadık’a fütüvvetin manasını sorar. O da;

“- Sen ne dersin?” diye sorar. Şakik de;

“- Fütüvvet odur ki, bize verildiğinde Allah’a şükrederiz. Eğer bize verilmezse sabrederiz!” Cafer-i Sadık;

“- Bizim memleketimiz Medine-i Münevvere’de köpekler de aynen sizin yaptığınızı yapar.” diye karşılık verince, Şakik;

“- Ey Resulullah’ın kızının oğ1u! Öyle ise sizce fütüvvet nedir? ” diye tekrar sorunca Cafer-i Sadık şu cevabı verir:

“- Eğer Allah bize verirse onu bizden daha muhtaca veririz. Eğer vermezse şükrederiz.”[6]

Melâmetîlerde önemli bir ilke olarak gördüğümüz fakr anlayışının Şakîk Belhî’de de marifet anlayışıyla ilintili olarak ele alındığı ve zühd hayatının temel unsurlarından biri olduğu görülüyor. Ona göre kişi zenginliğini kaybedeceğinden korktuğu gibi fakirliğini de kaybedeceğinden korkmadıkça gerçek anlamda fakir olamaz. Şakik’e göre marifet, Allah’ın kudretini bilme ile orantılıdır. İnsan elindeki varlığını Allah’ın alıp başkasına vermeye ve ihtiyaç duyduğu fakat elde edemediği şeyi ona ihsan etmeye muktedir olduğunu bilirse Allah’ın kudretini de bilmiş olur. Bu bilgiye sahip kişi, nefsinde bir varlık göremez, bütün mülkiyetin sahibinin ve mülkiyetinde dilediği tasarrufu yapacak olanın Allah olduğunu bilir.[7]

Şakik’in, tevekkül, fakr, sükût ve havf konusundaki düşünceleri ve fütüvvet ehlinden sayılması ile Nişabur melâmetîliğinin oluşumuna tesir ettiğini ifade etmemiz mümkündür. Şu var ki Şakik-i Belhî, tevekkül anlayışı çerçevesinde rızk peşinde koşmayı, sebeplere yönelmeyi, tümüyle Allah’a yönelme, rızk kaygısı taşımama ve ihtiyacını sadece Allah’a arz etme şeklindeki tevekkül ve tevhit anlayışına ters görmekte ve bu konuda Nişabur melâmetîliğinin klasik çizgisinden farklı bir noktada durmaktadır. Onun bu anlayışını daha sonra talebesi Hatim-i Esam sürdürecektir. [8]

Şakik-i Belhî, bir sûfînin yaşadığı tecrübeyi ifade etmesini ve bu konuda konuşmasını afet olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle müridi Hatim’e dilini korumasını ve konuşmadan önce iyi düşünmesini tavsiye eden Şakik’in suskunluğu tercihi, onun zühd anlayışının en önemli unsurlarından biri olmuştur.

“Zahidin zühdü fiiliyle, zahid geçineninki ise sözüyledir”, diyen Şakik-i Belhî, nefsin sıkı bir riyazet ile terbiye edilmesinin ardından kalbin dünya arzularından temizlenmesi nispetinde marifete ulaşabileceğini düşünür. Onun marifet anlayışında dört unsur bulunmaktadır:

1. Allah’ı bilme,

2. Nefsi bilme,

3. Allah’ın emir ve nehiylerini bilme,

4. Allah’ın ve kendisinin düşmanlarını bilme.

Görüldüğü üzere Şakik-i Belhî için bilgi, Allah’a yaklaşmaya vesile olduğu ölçüsünde bir değer ifade etmektedir Onun marifetle ilgili bu düşüncesi, tasavvufta kabul görecek olan genel bir eğilimin habercisi olmuş, söz gelimi Muhasibi, bu unsurları sistemli bir biçimde işlemiş ve sonuçta Şakik, Bağdat tasavvufuna tesir etmiştir. Sünni tasavvufun teşekkülündeki katkıları malum olan Muhasibi’nin marifet anlayışı ile Şakik-i Belhî’nin aktarılan görüşlerinin örtüşmesi, onun tasavvuf anlayışının çerçevesini ve tesir sahasını bizlere göstermesi açısından da önemlidir. [9]

Şakik-i Belhî yalnızca tevekkül üstadı değil, aynı zamanda ‘tasavvufî haller’ üzerine düşünen ilk kişidir. ‘Saf Allah aşkının nuru’ dediği duyguyu elde etmeye çalışmıştır. Bu çabasıyla, kendisinden birkaç yıl önce vefat eden Rabiatül Adeviye’ye yaklaşmaktadır.[10]

Şakîk-i Belhî bir insanı tanımanın yolunu şu şekilde belirlemektedir: “Bir insanı tanımak isterseniz, bir Hakk’ın, bir de halkın ona vaadettiği şeye bakınız. Bu kişi bu iki şeyden hangisine kalben daha fazla güvenmekte!”

 

 

[1] Hasan Kâmil Yılmaz, Gönül Erleri -Kırk Veli-, Erkam yayınları, İstanbul 1991, s. 88.

[2] Ali Bolat, Melâmetîlik, İnsan Yayınları, İstanbul 2004, s. 59-60.

[3] Bolat, Melâmetîlik, s. 63.

[4] Ebü’l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyrî, er-Risậletü’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf, haz. Ma’ruf Zerrik & Ali Abdülhamid Baltacı, Dârü’l-Hayr, Beyrut 1993, s. 78; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 183.

[5] Kuşeyri, er-Risale, s. 397-398.

[6] Kuşeyrî, er-Risale, s. 230; Bolat, Melâmetîlik, s. 63.

[7] Bolat, Melâmetîlik, s. 64.

[8] Bolat, Melâmetîlik, s. 64-65.

[9] Bolat, Melâmetîlik, s. 63-64.

[10] Annemarie Schimmel, İslamın Mistik Boyutları, trc. Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2001, s. 52.