John Steinbeck der ki; “Üzgün bir ruh seni mikroptan çok daha hızlı öldürebilir.” Yaşadığımız süreçte herkesin güçlü olmaya, yüksek morale ihtiyacı var. Kimse onu sana vermez. O dahi senin elinde. Maneviyatın, imanın, inancın en büyük gücün, en önemli sermayen. Şüphesiz Türkiye’nin sağlık alanındaki gücü, sağlık çalışanlarının başarısı herkesi umutlandıran asli unsurlar. Moral-motivasyon başka bir silah. Bağışıklığı güçlendiren besinler, ilaçlar yanında umudunu yitirmemek. İhtiyacımız olan bu. Tedbirde kusur olmamalı. Takdir Yüce Allah’ın. Doğan her canlı ölümü tadacaktır. Lakin görevimiz emanete dikkat etmektir. Yaşadığımız sürece, yaşatmak zorundayız. Neyi? Hayatımızı sürdürmek, inancımızı yitirmemek. Yaptığımızı severek yaparsak yaşadığımızın da bir anlamı olur.
M. Necati Bursalı’nın dizelerinde hepimizin içinden geçen bir soru hep vardır:
Hep öteye göç var; Ne dedem, ne nenem kaldı
Bilmem benim burada kaç gün, kaç senem kaldı?”
CAN VERMEK
Çok ilginç değil mi? ‘Can vermek’ ifadesini öyle kullanırız ki biri diğerinin tam tersi olur. Yazılışı aynı kullanımında iki ayrı zıt anlam. İlkin ‘ hayata veda etmek’ olarak algılanır. Öte yandan ‘hayat vermek, yaşatmak, canlandırmak’ anlamlarında da kullanırız. Divan-ı Hulûsi i Darendevi’de işte şöyle geçer:
“Seninle olmak bana can verir, hayat verir / Candan sarılmak sana, gönlüme necat verir.” Türkçemizde ‘can ve can’lı’ sözlerimiz çok yaygın olarak yerini almıştır. Canınızı sıkmak istemem ama onlardan bir kaçını da sıralamayı canım çok istiyor. Kimi iltifattır ,kimi dua, kimisi de beddua. Buyurun: Canım benim, canından bezmek, cancağızım, cana can katmak, capcanlı, canı(n) cehenneme (Ağır bir beddua.), can ciğer olmak (sırdaş olmak gibi bir şey), canı çekmek, canı çıkmak (canı çıkasıca), cana gelmek ( Çok güzel bir teselli kalıp sözüdür; Cana geleceğine mala gelsin.). Oh canıma değsin. (İntikam mı sevinç mi belli değil. Çok karışık). Canı gitmek (Özellikle aşırı cimriler için çok yerinde bir deyim.)Canhıraş, canı için (Ebeyin dedeyin canı için )can u gönülden (bütün içtenliğimle), Onun canı kıymetli. (Aşırı üşengen ve de tembeller için.) Buna benze bir de canı tatlı var ama o çıtkırıldım, zayıf bünyeli dayanıksız tipler için biraz da bencillere yakıştırılır. Canı tez kimseler de neredeyse kalmadı artık. Şimdi toplumun çoğu umarsız, umursamaz, yılgın, yorgun zaten. İltifatla yalakalık arasında bir yerde sıkışmış bir deyimimiz daha var; canını yediğim. Canına yandığımdan kim ne anlarsa odur. Gençlerin pek duymadığı canına tükürdüğüm var ki hiç de sevimli değil.
Dede Korkut Hikâyelerinden Deli Dumrul’u okumuşsunuzdur. (Her yaşta okunası bir kitap.) Azrail’e sataşınca Yüce Tanrının hoşuna gitmez. Görklü Tanrı ölüm meleğine buyurur: “Git o delinin canını al gel .” Neyse herkesin bildiği hikayenin konumuzla ilgili kısmına gelelim: Deli Dumrul yalvarır yüce Tanrıya. O da canını bağışlarım. Yerine bir can verecek birini bul denir. Hikaye bu ya. Deli Dumrul babasına gider olmaz, annesine gider olmaz. “Can tatlı oğul. Git başkasından ömür iste.” Derler. Can yoldaşı hatunu: “Ben veririm Canım sana kurban olsun.” Der. Hikayenin başı mı? Bu deli oğlan bir kuru köprü başını tutmuş geçenden beş akçe, geçmeyenden döve döve on akçe alırmış…Hâlâ bu hikayeleri okumadıysanız ne diyeyim size canınız sağ olsun. Hikayenin sonunu da canınız isterse siz bulun okuyun artık.
Köprüleri yapanlar da gitti, çeşmeleri yapanlar da göçtü. Geçenler geçti, içenler içti. Sevabı, hayrı kaldı. Gidenlere ulaşır oldu. Ömrünü hizmetle geçiren, hayatı kolay kılan insanlar, kolaylaştırdılar. Göçtüler kolayca da. Hizmetleri yaşıyor, akarları akıyor.
Sanki mezar taşı yazısı gibi gelecek size ama Ömer Hayyam yazmıştır:
“Niceleri geldi neler istediler ; / Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? / O gidenler de hep senin gibiydiler.”