Musa Tektaş


Şuğul Mahallesi

Şuğul Mahallesinde dişçilikten radyo tamirciliğine, radyo tamirciliğinden fenni arıcılığa


ŞUĞUL MAHALLESİ’NDE DİŞÇİLİKTEN RADYO TAMİRCİLİĞİNE

RADYO TAMİRCİLİĞİNDEN FENNİ ARICILIĞA

Mehmet Mustafa Berçin Anlatıyor ( 1947 doğumlu):  

Şuğul; sugur kelimesinden türemiştir. Uç, sınır bölgesi anlamını taşır. Kayaların, suların sınır oluşturduğu yer anlamına gelir. Yenice;  Darende’de diğer yerleşim yerlerine göre daha sonra kurulmuş bir Türkmen köyüdür. Bulunduğu mevkii itibariyle çok eski bir tarihe ve kalıntılara haiz olmakla birlikte, bugünkü yerleşim alanında yaşayan vatandaşların ecdatlarının burayı meskûn hale getirmesi diğer Darende köylerine göre daha geç bir vakte tekabül eder. Önceleri “Yeni Yer” olarak sonra “Yenice” ismiyle anılmış. Yenicedeki bazı aileler oradan Şuğul mevkiine gelip yerleşmişler. 1960’lı yıllara kadar Yenice’nin bir mahallesi idi. Ancak su meselesi yüzünden bir seçim oldu, müstakil köy statüsü kazandı. Valiliğin seçim kararında halktan ayrılma yönünde tercih çıkınca böyle oldu. Sonra Belediye teşkilatı kurulunca da Yenice’ye katılmadı.

Kurucu Aileler: Hazreti Ağalar (Şimşek) , Apolar (Berçin), Alolar (Kaynak),  Mıstafendiler (Kalkan), Cumbaşlılar, Göyoğlanlar (Öztürk), Sofular (Söylemez), Abidinler (Kurt, Eke), Asibekirler (Canpolat), Arifler (Yavuzlar).

Mehmet Şimşek, kurucu muhtar olarak uzun yıllar rakipsiz olarak hizmet etti.  Hükumetle ilişkili, hatırlı bir insandı.

Sonra bazı ailelerin yetişen evlatları başka yerlere göçtü. Dar bir arazi olduğundan geçinme imkânı kısıtlı olmasından ötürü Elbistan’ı müsait bulmuşlar çoğunlukla göçler oraya olmuştur. Süllüler, Ersoylar, Kalkanlar, Elbistan’da büyük esnaflık yapmıştır. Malatya, İstanbul, Ankara, Adana, Nevşehir gibi şehirlere de göç olmuştur.  Yenice-Şuğul’lular değişik meslekler icra etmiştir, ama genellikle üç-dört ana iş kolu ön plana çıkmıştır:

DİŞÇİLİK VE YÜN BOYACILIĞI

En meşhuru dişçiliktir: Köyümüzden Hacı Ahmet Ağa adında pehlivan tavırlı bir yiğit adam yetişmiş. Kıtlık zamanı taze ekmek pişerken beş on tanesini birden yermiş. Eski buğdaylarda yapılan ekmeklerin çok tesirli bir rayihası vardı. Bir mahalle öteden bu koku alınırdı. Şimdi o da kalmadı. Tereyağının kokusu da öyle tesirli hissedilirdi. Bu Hacı Ahmet Ağa damak yapma diş çekme yönünde bir iş dalı öğreniyor. Etrafça kabul göden bir seviye yakalıyor ve köyden Malatya’ya göçüyor.  Çok kimse yanında dişçiliği öğreniyor. Onun yanında bir ay çalışan dişçi olup çıkıyor. Bu yörede de isminden bahsedilen önemli bir pehlivandı zaten.  Dişçiliği ondan öğrenenler etrafta Hekimhan’da, Kuluncak’ta, Darende’de Elbistan’da dişçi dükkânı açtılar. O zaman diş doktoru çok az sayıda vardı. Onun için bu tür çalışanlara da imkân vardı. Yenice-Şuğul’dan en az 30 kişi dişçi olarak yetişmiştir.

İkinci sektör boyacılık, yün boyama işidir: Bizim köyden bir iş bilen insan da yün boyama işini öğrenmiş, bir meslek dalı olarak hem yapıp hem de etrafındaki meraklı insanlara öğretmiş. Boyacılar, atlarına biner köyleri dolaşır yün boyarlardı. Halı vb. gibi dokumada kullanılan yün ipleri boyarlardı. Kök boya denilen bazı formülleri bilirlerdi. Kendilerine göre hangi boyayı hangi bitkinin kökünden elde edilen malzemeyle oluşacağını bilerek uygularlardı. Daha sonra toz boya çeşitleri çıktı. Ancak sonraları bu sektör iyice azaldı.

YENİCE VE ŞUĞUL DA TÜTÜN KAÇAKÇILIĞI

Tütün kaçakçılığı da belli bir geçim kaynağı oldu: Adıyaman/Çelikhan tarafından hararlara yüklenen tütün çok bakımlı ve kuvvetli atlarla Yenice’ye getirilirdi. Setreklilerin silaha olan merakları gibi Yenice’nin de at merakı dillere destandır. “Setrek’te silah olasın, Yenice’de at olasın” sözü meşhurdur. Atlara çok iyi bakalardı. Ama o atlarda 200 kg yükü Adıyaman’dan yükler, karakollara yakalanmadan Yenice’ye getirirlerdi. Makine ile kıyılan tütünler 1’er kg. paketler halinde bu defa da köy köy dolaşır o tütünü satarlardı. Son zamanlarda Ali Ağabey diye bir arkadaş Jandarmadan kaçarken vuruldu, ondan sonra o meslek dalı da zaten sigaranın yaygınlaşmasıyla farklı bir sektör halini aldı, karakolların ulaşım imkânı yol kontrolü çoğaldı ve gidilmez oldu.

RADYO TAMİRCİLİĞİ VE HATIRALARIM

Bir de radyo tamirciliği var: İlkokulu birinci olarak bitirdim, Elbistan’dan gazeteci Mehmet Göçer maarif müfettişleriyle başarılı öğrenci arıyoruz diye bizim köye geldiler. Devlet başarılı öğrencileri okutacak… Babam ikna oldu ama rahmetli analığım kabul etmedi, ev işlerine yardımcı olsun, okumasın dedi. Malî dururumuz iyiydi.  Babam çok saygın bir insandı. Elbistan’da ortağı vardı, bizim adımıza ortağımız bakır ticareti yapardı. Ben boşlukta kalınca evden Elbistan’a kaçtım. Yenice’den Ulupınar’a oradan bir kamyonla Kozluca’ya gittim. Pancar kamyonlarına binerek oradan Elbistan’a ulaştım. Şehri ilk defa görüyordum, etrafı inceleme imkânım oldu. Ayağımda yırtık bir kara lastik var. Sokaklarda öğrencileri görünce okumadığıma hayıflandım. Bir meslek edinmek istedim. Radyo tamircisi Behzat Usta’nın yanında 1,5 yıl çıraklık yaptım. O zaman radyo çok kıymetliydi.  Bir evin bir senelik gelirine eş değer bir parayla satılıyordu. O zamanın parasıyla 800 liraydı… “Bu mesleği iyi öğrenmem lazım, eğer tamiratını yapamazsam radyo sahibinden ağır söz işitmek istemem” dedim.  Elime bir gazete geçti.  Gazetede bir ilan gördüm. Ahmet Ekmekçi isminde bir ustanın Ankara’da Meteoroloji binasının karşısındaki yerinde radyo tamircisi yetiştirme kursu ilanını gördüm. Milli Eğitim’den kurs diploması verdiğini öğrendim.  7 ay Ankara’da kurs gördüm. 3 ay da Ahmet Ekmekçi Usta’nın atölyesinde çalıştım. Belli bir olgunluğa ulaştım. 17 yaşında iken Hekimhan’a radyo tamir dükkânı açtım. Babamın bir ortağı da bakır, alüminyum, nal, mıh üzerine Hekimhan’da ticaret yapıyordu. Babamın ortağı bana yardımcı olur diye, babamın ısrarıyla Hekimhan’ı tercih ettim. 3 yıl kadar orada radyo tamirciliği yaptım. Çok başarılı bir usta olarak tanındım. Hatta bir müşterim daha sonra hemşehrilere, “Mehmet Mustafa Berçin’le, radyo tamirine şu fiyata anlaştık, radyonun arızası az çıkmış, Mehmet Mustafa anlaştığımız fiyattan daha düşük bir ücret aldı. Böyle dürüst bir esnaftı.” diye anlatmış. Sonra askerlik vazifemi Mamak Muhabere Okulunda muhabereci olarak tamamladım. Askerliğimin bitiminde köye geldim. Babam Sivas’a İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretlerini ziyarete gidecekti. Babamla Sivas’a ben de gittim. Çorapçı Hanındaki vekale sohbetinde ziyaret ettik. O sohbette İhramcızade Hazretleri babamı yanına çağırdı. O arada bizi sormuş. Babam da radyo tamircisi olduğumu söylemiş dükkânını genişletmek, işini genişletmek istiyor diye danışmış. İhramcızade Hazretleri Sivas’ta yeni bir dükkân açmamı emretti. Hemen emirleriyle bir dükkân bulundu bir saatin içinde kiraladık. Sivas’a taşındım 7 yıl orada radyo tamirciliği yaptım. Çok güzel işlerim oldu. Behrampaşa mahallesinden iki katlı bir ev ile acenteden sıfır kilometre Murat 124 araba aldım. Radyo tamirciliği mesleğinde; bizi gören tanış biliş yani Şuğul-Yeniceli olan arkadaşlarımız tarafından benimsenen bir meslek oldu. Çok sayıda radyo-televizyon tamircisi yetişti.

Sivas’ta bulunduğum bir sırada Murat 124’ü yeni almışım, arabaya binmeye meraklıyım. Aniden arabayla Gardaşlar dağına doğru gitmek gibi içime bir his düştü. Kepçeliye yani otobüs terminaline doğru indim ki, Hulûsi Efendi Hazretleri Hacı Valide ile yolun kenarında bekliyor. Otobüsle Darende’den gelmiş.  Önce o beni görmüş, “Hacı Apo Emminin oğlu” diye seslendi. Aniden durdum ben de gördüm. Hemen taksime bindirdim, kızının evine götürdüm. Hatta bir gün sonra da arabamla Darende’ye getirmek nasip oldu. Büyükler gönülden çağırınca insan gidermiş demek ki…

7 yılın sonunda işlerim de çok iyi iken, bir gün babam geldi; “biz yaşlandık artık memlekete gel yanımızda kal, kayısı para ediyor, bahçelere bakarsın yanımızda olurusun” diye gözyaşıyla rica etti. Sözümü tutmazsan küserim diye evden ayrıldı. Terminalde gidip buldum. Eve gelmesi için ısrar ettim. “Sen Darende’ye gelmeye söz verirsen gelirim yoksa küstüm gideceğim” dedi. Boynuna sarıldım ağladım, “baba bana 6 ay müsaade et, emanetleri teslim edeyim, işlerimi toparlayayım söz geleceğim” dedim.  6 ay sonra kurulu düzenimi dağıttım, göçümü yükleyip Yenice-Şuğul’a baba yurduna geldim. Taksi ile arada bir yolcu taşımacılığı da yaptım. Sonra bir kamyonet aldım nakliye işleriyle de meşgul oldum.

KARA KOVANDAN FENNİ ARCILIĞA

Yenice-Şuğul’da bir önemli meslek te arıcılıktır: O zaman bizim buralarda arıcılık vardı ama karakovan arıları her yıl kışın geçerdi. Babamın da eskiden arıları vardı ama tamamen bitmişti. Eskiden bir köyde beş altı meraklı hanede 5-10 kovan arası karakovan arı bulunurdu. Kovan sayısı daha fazla olmazdı. Daha doğrusu ticaret için değil yemek ve dostlara ikram etmek için arıcılık yapılırdı. Hatta balı parayla satmak ayıp sayılırdı. Pek teknik bilgi sahibi olunmadığı için güzden ahıra, içeri kapalı havasız yerlere konurdu. Bahara kadar arıların çoğu ölürdü. Arı azdı ama hava temizdi, yağış boldu, bir bereket vardı. Bahara çıkan arılar çok güzel bal yapardı. Yayla falan gezdirmeden bahçenin bir kenarında arılık denen yerlerde saklanırdı.

1975’te bir gün Erzurum Hınıs’a bir göç götürdüm. Orada bir arkadaşım fenni arıcılık yapan, Kafkas arısı olan bir imam efendiyle bini tanıştırdı. Ondan damızlık 3 fenni kovan arı aldım. Fenni kovan o zamana kadar Darende’de bilinmiyordu. Ben de ilk defa orada duydum ve gördüm. Biraz teknik bilgi de edindim. Aldığım 3 kovan fenni arıyı kamyonetime yükledim Şuğul’a getirdim. Arılar cins imiş gerçekten iyi gelişti. Her kovana o zamanın parasıyla iyi para verdim ama helal olsun. Maşallah Kafkas arısı her geçen gün gelişti güzelleşti. O zaman zirai ilaç yoktu, doğa daha temizdi, arı da az sayıda idi. Bu arada fenni arıcılıkla ilgili bilgilerimi de geliştirdim. Konuyu eski usul değil daha teknik olarak takip ettim. Güzün iyi balım oldu biraz satıp aile ekonomisine katkı sağladım. Hatta ilk zamanlarda “balı parayla satıyor” diye ayıplayanlar oldu ama şimdi bir geçim kaynağı olarak gelişen bir sektör oldu.  Her geçen yıl giderek çoğaldı ve gelişti. Bizi gören komşular eş, dost da fenni kovanlarla arıcılık yapmaya başladılar. Baharın oğul veren arıları çoğaltarak başkalarına çokça arı da sattım. Ben yaşlanınca oğlum Sabit Berçin benimle içinde öğrenerek büyüdüğü için artık bu işi ona bıraktım. O da sağ olsun daha da geliştirdi. Hem bilgi hem de teknik gelişim açısından büyük ilerlemeler kaydetti. Bu arada çok arkadaşımız 100-200 kovanla Darende’de fenni arıcılık yapmaktadır. Bu meslek dalı giderek daha da gelişeceğe benziyor…