Cemil Gülseren


SIZLANMA, SÖYLENME; SELAMLA

SIZLANMA, SÖYLENME; SELAMLA


Hayır dua ile anılmak, ölünce rahmetle yad edilmek ne güzeldir. Güzellik yap, güzel ol; iyilik yap, iyi ol. Atalar boşa söz söylemez. Ektiğimizi biçeceğiz. Ata dediğin söz tutan, söz veren, sözü yerde kalmayandır. ‘Atasını sayan, ana-babasına hizmet ve hürmette kusur etmeyen, onları sayanın da sırtı yere gelmez.’ derler. Dua almak, gönle girmek kolay mı?  Rıza, Allah rızasıdır. Gerisi boş. 

Özellikle büyükşehirlerde sıkça duyulan, dramatize edilerek anlatılan vakalardan bir somut örnek: Köpeğini evde besleyip, anne ya da babasını huzurevine göndermek sıradanlaştı bile. Huzur evleri hem gerekli hem gereksiz denilebilir.  Duruma göre değişir.  Hani bir örnek verilir: Fakirin sigara içmesi haram, zenginin içmesi ise mekruhtur. ( Gerekçe mi? Çoluk çocuğunun nafakasını sigaraya harcamak fakir için haramdır. ) Ha bu benim hükmüm değil. Ben de okudum. Bana da mantıklı geldi tabii. Bir düşkün / yaşlı birinin kimi kimsesi yoksa sosyal devlet anlayışı onu koruma altına almayı gerektirir. Bunlar için huzur evleri, bakımevleri ilk sığınılacak koruma alanlarıdır. Durumu uygun olanlar da; ‘Verelim parasını, neyse öderiz.’ Yaklaşımı ile hareket etmektedirler. Tam da bu çağa uygun yaklaşım. İster kırılın, ister gücenin, ister kınayın hayır hayır kınamayın. Zor dostum zor. Merhamet, vicdan herkese lazım; hem de her eve, her evlada. Değil mi ki bugünün küçükleri yarının büyükleri olacak. Eninde sonunda olacak. Gün gelecek; herkes ektiğini biçecek. Yaşını alan, yaş alan herkes bu geçitlerden geçecek. Şu meşhur ‘Sırat Köprüsü’nü Nasıl geçer / geçecek? Allah bilir. Bu da geçer deyip şu duayla bu bahsi tatlıya bağlayalım: Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın. Buraya bir temsili söz yapıştırıyorum ama yakışır ama yakışmaz: 

At elin, çul emanet; Bizimkisi ‘deh’ le ‘çüş’ ten ibaret.   

Beklentileri gençlerinkinden doğal olarak farklı olan yaşını başını almış büyüklerde görülen alınganlık hemen göze batar. Umutlar azalır ama vardır. İstekleri giderek düşer ama vardır. İçlenirler kahırlanır, sızlanır, söylenir hatta ilenirler. Ona, buna, şuna; kim denk gelirse… Oysa olgun insan beddua etmez, gıybetten / dedikodudan uzak durur. –Kaçımız bunu başarıyoruz? Ya da ne kadar uzak kalabiliyoruz? 

Hz. Ali (R.A.) mezarlığa sık gidermiş. Neden sık gittiğini soranlara şu cevabı vermiş: “İki sebebi var: Anlattıklarıma itiraz etmiyorlar ve arkamdan gıybetimi yapmıyorlar.” “Efendim olanı söylüyoruz. Biz yalan mı söylüyoruz sanki?” deriz. Bir de yalan söyle bari oldu olacak. O vakit ‘gıybet’ değil ‘iftira’ olurdu zaten. Gıybet olanı söylemek, yaymaktır. Duramayız, durabilsek keşke. Herkes ister de nefis kâfir, nefis işte. Büyük sınav, büyük güç, büyük düşman; ama gizli ama açık. Bu dünya böyle işte. Herkesin bir gizli dünyası vardır. Sen kendini gizli sandığın sürece, gizlendiğin kadar varsın. Varsın gizlerin seni örtsün. Kim gitmiş ki gizleriyle? Mutluysan öyle kal. Gölge etmeyin yeter.  Kimilerinin gizli güçleri, gizli sırları, gizli planları, gizli emelleri de olabilir. Onları açık etmek için çabalar dururuz. Muhtemelen işte bu merak, bu tecessüstür ki insanoğlunu ‘dedikoducu’ yapar. Gıybette biraz da ‘hasetlik’ vardır. Kıskançlık vardır. Çekememezlikten ötürü yıpratma, değersizleştirme vardır.

Orta halli aile içi sızlanmalarına ister istemez tanık oluruz:

 “Car car car, vır vır vır başımın etini yedin.”

“Ömrümü yedin, saçımı süpürge ettim. Gençliğimi bitirdin. Kör olasıca, boyu devrilesice. Kapına geleli bir gün yüzü göstermedin / görmedim.” Biz burada keselim. Söz dalaşı uzayıp gider. Eşlerden biri herhalde içinden haykırmaktadır: “Oy anam, vay anam, yandım anam. Ah anam ah. Yaktın beni!.”

Hastane koridorunda karısına söylenen koca aldı sazı eline: “Elli tane ayakkabın var, en giyilmeyecek ayakkabıyı seçmişsin.” Kadın sükut eder. Adam söylenir. Kadın sızlanır; adam durmaz. Eline fırsat geçti ya. Sinirlenir, huysuzlanır.(Buraya kadarı aynen tanık olduğum sahne) Son sahne evde gerçekleşir. Eşi sözü alır sazı amcamızın kafasına indirir ve perde kapanır.(Son sahne olası bir kurgu.) Devran böyle sürüp gider. Biten ömürdür hayhat. Arınmak, durulmak, dinginleşmek gerek. Biraz daha doğal, biraz daha doğada olmak istemez misiniz? Her şey aslına dönermiş. Hoşgörülü olmayı öğütleyen 20. Yüzyılın Yunusu Osman Hulusi Efendi ne diyor:

“Nefsine yan çıkıp da Ka’be’yi yıksan dahi / İncitme gönül yıkma ger uslu ger deli ol

Güneş gibi şefkatli yer gibi tevâzulu / Su gibi sehâvetli merhametle dolu ol.”