Hüseyin YAREN


PEYGAMBER EFENDİMİZİN AHİRETE İRTİHALİ (8 Haziran 632)

EFENDİMİZİN AHİRETE İRTİHALİ (8 Haziran 632)


FAHR-İ KAİNAT HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA  (SAV) EFENDİMİZİN AHİRETE İRTİHALİ (8 Haziran 632)

  

Rasûlullah (sav) H. 11/ M.632, senesinde görmüş olduğu bazı emarelerle vefat edeceğini ebedi âleme irtihal edeceğini anlamış ve sahabe efendilerimize bu durumu değişik şekillerde bildirmiştir.

Safer ayının çıkmasına iki gün kala Çarşamba günü olunca, Fahr-i Âlem Efendimiz (sav) de şiddetli bir baş ağrısı, humma ve ateş başladı. Bu hastalık, onun vefat hastalığı idi. Rasûlullah (sav) hastalığının en şiddetli olduğu günde ashabıyla helâlleşmeyi arzu etti. Bir taraftan Hz. Ali’ye diğer taraftan da Fazl bin Abbas Hazretlerine dayanarak güçlükle ayağa kalktı ve mescide gitti. Minbere çıkıp oturdu. Hz. Bilal’e şu emri verdi: “Halka ilân et. Mescid’de toplansınlar, onlara vasiyet etmek isterim. Bu benim son vasiyetim olacaktır.
Hz. Bilâl, emri yerine getirdi. Bir anda toplanan halkı mescid almaz oldu. Resulü Zişan Efendimiz (sav), Allah’a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirâma şöyle hitap etti: “Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır. Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun. Birinizin malını almışsam, gelsin hakkını alsın. Sakın hak sahibi; Şayet kısas talebinde bulunursam, Rasûlullah bana darılır’ diye düşünmesin! Bilmelisiniz ki, benden hakkını isteyene darılmak benim fıtratımda yoktur.” Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip benden onu isteyen kimsedir. Veyahut helâl edendir. Rabbimin huzuruna üzerimde kul hakkı olmadan varmak istiyorum.” Bir anda ortalığa hazin bir sükût çöktü. Allah Rasulü (sav) sözlerini tekrarladı: “Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun. Her kimin benden alacağı varsa işte malım gelsin alsın.” Cemaat içinden biri ayağa kalktı. “Yâ Rasûlallah! Sizden üç dirhem alacağım var” dedi. Peygamber Efendimiz, “Ben bu hususta hiç kimseyi yalanlamam ve hiç kimseye ‘yemin et’ diye teklif de etmem. Ancak bu üç dirhemin zimmetime nasıl geçtiğini öğrenmek isterim!” buyurdu. Ayağa kalkan zât, “Yâ Rasûlallah! Bir defasında huzurunuza bir fakir gelmişti. Bana fakire üç dirhem vermemi emretmiştiniz. Ben de verdim. İşte istediğim bu üç dirhemdir” dedi. Fahr-i Kainat Efendimiz (sav): “Doğru söylüyorsun” dedikten sonra, “Ey Fadl! Buna üç dirhem ver” buyurdu. 
Bundan sonra Rasul-ü Zişan (sav): “Mescide açılan kapıları kapatınız! Sadece, Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın” buyurdu. Emir gereği Mescid-i Şerifin çevresindeki evlerin kapısı, Hz. Ebû Bekir’in ki hariç hepsi kapatıldı. Rasûlullah (sav) vefâtına üç gün kala hastalığı birden ağırlaştı. Bu sebeple artık Mescid-i Şerife çıkamaz oldu. O zaman: “Ebû Bekir’e söyleyiniz, mü’minlere namaz kıldırsın” diye emir vererek imamlığı Hz. Ebû Bekir’e bıraktı.

Son Namaz 

Hz. Ebû Bekir, Müslümanlara öğle namazını kıldırıyordu. Bu sırada Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bedeninde bir hafiflik hissetti. Hz. Abbas ile Hz. Ali’nin yardımıyla yavaş yavaş Mescid-i Şerife çıktı. Hz. Ebû Bekir, Efendimizin (sav) gelmekte olduğunu anlayınca, geri çekilmek istedi. Efendimiz, yerinde durması için işaret etti. Sonra Hz. Ebû Bekir’in yanına oturtulmasını emir buyurdu. Hz. Ebû Bekir’in sol tarafına götürüp oturttular. Hz. Ebû Bekir ayakta, oturmuş olan Efendimize tabi oldu. Resûl-i Kibriyâ Efendimizin Mescid-i Şerifte Müslümanlara kıldırdığı son namaz bu oldu.

 

Son Gün, Son Anlar  

Hz. Fâtıma, Peygamber Efendimizin (sav) hayatta kalmış olan biricik kızı idi. Kâinatın Efendisinin evlâd sevgisini kendisiyle tatmin ettiği tek evlâdı. Rasûl-i Ekrem hastalığının son gününde bir ara biricik kızı, güzel ahlâk ve zerâfet timsali Hz. Fâtıma’yı yanına çağırdı. Hz. Fâtıma gelince, onu sol tarafına oturttu. Ona gizlice bir şey söyledi. Hz. Fâtıma’yı birden bir hüzün ve keder havası kapladı. Arkasından gözyaşları boşanmaya başladı. Peygamber Efendimiz (sav), sonra bu güzîde kızına gizlice bir şey daha söyledi. Bu sefer, biraz evvel gözyaşı döken Hz. Fâtıma birden gülümseyip sevinmeye başladı. O sırada orada bulunan Hz. Âişe, daha sonra bunun sebebini sorunca Hz. Fâtıma şu cevabı verdi: “Babam, önce bana pek yakında dünyadan ve benden ayrılacağını söyledi. Bunun için ağladım. Sonra da Ehl-i Beyt’im içinde en evvel bana sen kavuşacaksın’ deyince de sevindim.”  Rebiülevvel ayının on ikisi, Pazartesi günü. Güneş, batıya doğru kayıyordu. Efendimizin (sav) mübarek başları, Hz. Âişe’nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Artık nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Dili, Allah’ı zikretmekle meşguldü: “Allah’ım! Beni, Refîk-i A’lâ’ya ulaştır” duâsını tekrarlıyordu. Bu esnada bile ümmetine irşadda bulunmaktan geri durmuyordu: “Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız! Namaza dikkat ve devam ediniz!” diyordu. Bu hazin manzara orada bulunan Hz. Fâtıma’nın yüreğini âdeta dağlıyordu. Bir ara Peygamber Efendimizi (sav) bağrına bastı: “Vay! Babamın çektiği ıztıraba” diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz, “Bugünden sonra baban hiç bir zaman ızdırap çekmeyecektir” buyurdu ve ilâve etti: “Kızım! Sakın ağlama! Ben vefât ettiğim zaman ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn’ de.”  Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) bu fâni dünyada artık son dakikalarını yaşıyordu. Bu esnada, Hz. Cebrâil, ölüm meleği ile birlikte geldi. Rasûl-i Kibriyâ Efendimizin hal ve hatırını sordu. Sonra ölüm meleği içeri girmek için izin istedi. Efendimiz (sav) müsâade edince, melek içeri girdi. Efendimizin önünde oturdu, “Yâ Rasûlallah!” dedi, “Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım. İstersen sana bırakacağım.” Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz Hz. Cebrâil’e baktı. O da: “Yâ Rasûlallah, Mele-i A’lâ seni beklemektedir” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Yâ Azrail! Gel, memuriyetini yerine getir” buyurdu. Mübarek başları Hz. Âişe’nin kucağında idi. Yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübarek yüzlerine sürdü ve dudaklarından “Lâ ilâhe İllallah” cümlesi döküldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Gözlerini evin tavanına dikti. “Allah’ım! Refîk-i A’lâ” cümlesini tekrarlaya tekrarlaya mübarek ruhunu teslim etti.

 Ölümün De Hayatın Gibi Temiz Ve Lâtif, Yâ Rasûlallah!

Peygamberimizin vefatıyla hane-i saadetten feryad ve figan yüselmişti. Mescidde bulunan sahabeler bunu işitince hepsi dona kaldılar ne yapacaklarını bilemiyorlardı. O sırada hareket etmeye hazırlanan Üsame de haberi alır almaz Hz. Ömer ile hane-i saadete geldi. Bütün sahabeler şaşkındı. Hatta Hz. Ömer: “Kim Rasûlullah öldü derse boynunu vururum o ölmedi” diye haykırıyordu. Hadiseyi haber alan Hz. Ebû Bekir hemen hane-i saadete geldi ve Efendimizin (sav) bulunduğu hücreye girdi. Dehşet ve hayret içinde Fahr-i Kâinatın mübârek yüzlerini örten örtüyü kaldırdı. Yüzü tecessüm etmiş bir nurdu. Eğildi, tazim ve hürmetle pâk ve nurlu alınlarından üç kere öptü. Akan gözyaşları arasında dilinden dökülen kelimeler şunlar oldu: “Ölümün de hayatın gibi temiz ve lâtif, yâ Rasûlallah!” 
Hz. Ebû Bekir, hâne-i saadetten çıktıktan sonra Mescid-i Şerife vardı. Hz. Ömer’in; “Rasûlullah ölmedi” sözlerini duymuştu. Bunun üzerine şöyle konuştu: “Kim ki Hazreti Muhammed’e (sav) tapıyorsa, bilsin ki, Hazreti Muhammed (sav) ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy’dır, ölümsüzdür.” Sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölür veya öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah’a en küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere Allah mükâfatını verecektir.” (Âl’i İmran, 44) Bu hitabe ve âyet-i kerimeyi hatırlamaları üzerine sahabîler kendilerine geldiler. Bir anda toparlandılar ve şaşkınlıklarını üzerlerinden attılar. 

Cenaze Namazının Kılınışı, Yıkanması ve Defnedilişi

Ashab, Rasul-ü Sakaleyn İmam-ı Haremeyn Hazreti Muhammad Mustafa  (sav)’i yıkamak istediklerinde, “Vallahi bilemiyoruz. Rasûlullah’ın elbisesini soyacak mıyız, yoksa üzerindeyken mi yıkayacağız” dediler. Bu konuda görüş ayrılığına düştüklerinde Allah onlara bir uyku hali getirdi ki, içlerinde çenesi göğsü üstüne uyuyup da düşmeyen hiç kimse kalmadı. Sonra kim olduğunu bilmedikleri birisi evin bir köşesinden “Peygamberi elbisesi üzerindeyken yıkayın” diye seslendi. Ashab da kalkıp, gömleği üzerinde olduğu halde onu yıkamaya başladılar, suyu gömleğin üzerinden döküp elleriyle değil de bu gömlek ile ovaladılar. Fahr-i Kainat Efendimizi (sav) yıkayan ve kefenleyen Hz. Ali (ra) olmuştur. Yıkarken “Hayatında da paksın ölümünde de!” diyordu. “Rasûlullah (sav) vefat edince, erkeklere girmeye müsaade edildi. Onlarda grup grup gelip imamsız olarak namazını kıldılar. Bu tamamlanınca kadınlar girip kıldılar, sonra da çocuklar girip kıldı. Ardından köleler girip kıldı. Kimse imam olmadı. Ashab, “Rasûlullah’ı defnedecek miyiz, edeceksek nereye?” dediler. Ebû Bekir (ra): “Allah nerede ruhunu aldıysa! Zira onun ruhunu en güzel yerde almıştır” dedi. Onlar da durumun onun dediği gibi olduğunu anladılar. Müslümanlar, Peygamber Efendimizin (sav) cenazesini Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece vefat etmiş olduğu odaya defnetmişlerdir, bu kutsal mekan Ravza-i Mutahhara milyonlarca Müslümanın ziyaretgahı olmuştur. Cenab-ı Allah cümlemizi şefaatine nail buyursun inşaAllah...