Musa Tektaş


Osmanlı Müfettişinin Darende Şiiri-1

CENNET GİBİ GÖNÜL ALICI BİR ŞEHİR: DARENDE


 

CENNET GİBİ GÖNÜL ALICI BİR ŞEHİR: DARENDE

 

Bak ne hoş dilkeş ikâmetgâhı var Darende'nin

Cennet âsa hoşça seyrangâhı var Darende'nin

 

Halkı hoş kendisi hoş bir şehri hûban hânede

Hem bulunmaz memleket şu Devlet-i Osmânede

Payitaht olsa sezâdır sâye-i Şâhanede

Çâr etraf bülbülün sayyad âhı var Darende’nin

Tohma nehri mislü kevser şehr içinde câridir

Zikri tesbihi Hüdâ mânâ onların kârıdır

Feyz menba'dır o su kim içse kalbin arıdır

Şeyh Hamid-i Veli gibi şâhı var Darende'nin

 

Gül gülistan bâğı bostan meyvadar eşcarı çok

Bülbülün hûb sayyadının her seherde zarı çok

Halkının ahlakı hubdur namusu çok ârı çok

Hasılı çok ârifi billahı var Darende'nin

 

Bu yazımızda Darende’yi 19.yy ziyaret eden bir Osmanlı müfettişinin Darende için yazdığı şiirinin ilk mısralarından bahsedeceğiz. Bu vesile bütün Darendeli hemşehrilerimizi gönülden selamlıyoruz. Ayrıca Darende deyince yüreğinin bir köşesinde bir muhabbet zuhur eden bütün Darende’ye gönül veren kardeşlerimize ve siz değerli okuyucularımıza da muhabbetlerimizi sunuyoruz. 

 

Şiir, edebi eserler içerisinde ayrı bir önem arz eder. Şiir ruh işidir. Tefekkür âlemindeki, duygu ve düşüncenin zahire estetik yansımasıdır.   

 “Şairlerin kalbi Allah'ın hazinesidir” kelamı bunun delilidir. Peygamberimiz zamanında şiire teşvik olmuş ve müşriklerin hicivlerine karşı kötü niyetli şairlere karşılık vermek üzere Peygamberimizin yanında da şairler bulunmuştur. Bu konuda hizmet görenlerin en önde gelenleri Ka'b ibni Malik, Abdullah ibni Revaha ve Hassan b. Sabit (Radıyallahü anhüm ) gibi sahabe-i kiram hazretleridir. Hz. Aişe (r.a) validemizin rivayetine göre Hassan b. Sabit (r.a) için mescid-i nebevîde özel bir minber inşa edilmiştir. Zaten Şuara suresinin 224. Ayetinde de şairler içerisinden “Allah'ı çok anan ve (hicvedilerek) zulme uğramalarından sonra İslam'ı ve Müslümanları savunanlar müstesna” mealiyle güzel bahisli şiir yazanlara ruhsat verilmiştir. 

Tefsir-i Kurtubî'de Ebi Amr'dan naklen şu sözler kaydedilmiştir ki tamamen doğrudur: 

“İlim ve akl-ı selim sahibi kimselerden iyi şiiri kabul etmeyen yoktur; ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden, âlimlerden, sâlih kimselerden şiir yazmamış veya söylememiş veya mesel olarak irad etmemiş, yanında okununca dinlemek istememiş kimse bilmiyorum” demektedir.  İslam nazarında yasaklanan şiirler; ırz ve namusa tecavüz, nesebe ta'n, haram olan fuhşiyyat içki ve kumar gibi şeyleri konu alan ve insanlara ezâ veren şiirlerdir.” 

Darende'nin yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerden Mutasavvıf-şair Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin memleketini çok sevdiğini ve her türlü hizmetine koştuğunu cümle âlem herkes bilmektedir. Hulûsi Efendi Hazretleri, Divan-ı Hulûsi-i Darendevi adlı eserindeki şiirinin bir dörtlüğünde Darende için;

Somuncu Baba'nın ili

Taze açar solmaz gülü

Bağında öter bülbülü

Kokar dağı taşı gül'dür

dizelerinde burada medfun bulunan ve aynı zamanda ceddi olan Somuncu Baba (Şeyh Hamid-i Veli) hazretlerinin diyarı olan bu memleket köşesinde maneviyat güllerinin solmadığını, bu gül bahçelerinde bülbüllerin olduğunu belirtirken, dağının, taşının bile güzel kokulu, gül kokulu olduğunu anlatıyor. Mektûbat-ı Hulûsi-i Darendevi adlı eserinde ise; 

Bir yeşillik dağıdır neş'esi Darende'linin

Bir safâ toprağıdır bünyesi Darende'linin 

                       

beytindeki ifadesinde; Darendeli'lerin yeşillere bürünmüş güzel dağlarımız kadar yüce bir neş'eye sahip olduklarını, hatta yaratılış itibariyle sevinçli ve kedersiz topraktan yaratılmış bir bünyeye sahip insanlar olduğunu beyan etmektedir. Bu saymış olduğu hususiyetler memleketini ve memleketinin insanını sevdiği için bu manalı kelimelerle ifade edilmiştir. 

En samimi duygularla Devleti Âlî Osmanî zamanında Darende'ye gelen bir müfettişin gönlünden gelen ve bu güzel belde için dilinden dökülen kelimeler, bir Darende şiirinin ilk iki satırındaki dini, edebî/tasavvufi hatırlatmalara bakalım; 

Bak ne hoş dilkeş ikâmetgâhı var Darende'nin

Cennet âsa hoşça seyrangâhı var Darende'nin.

(Darende'nin kuruluş yeri gayet güzel ve insan kalbine hoşluk, güzellik veren cezbedici bir yerdir. İnsanlar gezip dolaşırken ve yaşarken cennetteki huzuru bu hoş beldede Darende'de bulabilirler.)

Lügatte “dilkeş”: Gönül çekici, gönül cezbedici anlamında kullanılmaktadır. Gerçekten Darende yüzyıllardır birçok maneviyat büyüğünün gönlünü cezbetmiş, burayı ikamet olarak seçmesine vesile olmuştur. Taceddin-i Veli’inin dergâhını buraya kurmuş olması, Somuncu Baba adıyla tanınan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin Darende’yi ahir ömründe ikamet ve ebedî istirahatgâh olarak seçmesi buna örnek gösterilebilir. Abdurrahman-ı Erzincani, Fethullah-i Musuli bunun farklı örnekleridir. Şu menkıbe gayet manidardır: 

Özbek Türklerinden olup, İran yönetimini bir müddet ellerinde tutan (1794-1925) Kaçar Hanedanı’ndan Takıyyüddin (Mirza Taki Han); kendi memleketinde gönül huzurunu yakalayamaz. Daha huzurlu ve manevî bir ortam aramak maksadıyla seyyah olarak, diyar diyar dolaşır. En sonunda Darende’ye gelir. Buranın suyunu, havasını, manevî ortamını çok huzurlu bulur ve yerleşir. Hayatının en tatlı ve sakin yıllarını Darende’de geçirir. Ne var ki, günün birinde şah olan babası vefat eder. İran’dan elçiler gelir; Şehzâde’nin İran’ı teşrif edip ülkeyi yönetmesini, babasının bıraktığı yerden devam etmesini söylerler. Takiyyüddin’in bu durum karşısında verdiği cevap çok mânidardır; “Ben buradaki sükûnet içerisindeki manevî ve huzurlu hayatımı, dünya makamlarından olan İran Şah’lığına tercih ederim. Ben hakkımdan vazgeçtim varın gidin memleketi kim yönetirse, yönetsin, başınıza kim Şah olursa olsun” der. Elçiler memleketlerine dönerler, Şehzâde, hayatının geriye kalan kısmını da sâde bir derviş olarak devam ettirir. Bir gün çok sevdiği bu diyardan sâdece her şeyden çok sevdiği Allah’ına kavuşmak için ayrılır. Yani rahmet-i Rahmân’a vasıl olur. Tatlı rüzgârların estiği, Hasan Gazi Tepesi’ne defnedilir. 

Yıllar sonra Şehzâde Takıyyüddin’in Darende’ye olan muhabbetine bir vefa timsali olsa gerek, Osman Hulûsi Efendi (k.s.) de onun kabir kitabesini yaşantısıyla mütenasip nazmeder:

 

Şehzâde-i İrânî Takiyyüddîn

Meyletmedi bu fâni dünyaya

 

Oldu kâmil mükemmil bir ehl-i yakîn

Kavuştu Hazret-i Mevlâ’ya

 

Zâir ruh-âzizine bir Fâtiha ihdâ kıl

Çün bu bî-kes u bî-vâye

 

Bak vedia-i hâk-i gufrân oldu

Azm-i sefer eyledi ukbâya 1325 

 

İkinci beyitte Cennet vurgusu öne çıkmaktadır. Cennet: Ebedî mutluluk yurdunu ifade etmek üzere Kur’ân-ı Kerîm’de, muhtelif hadislerde ve diğer İslâmî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. İslâm literatüründe daimi mutlulukla ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmış, dil ve edebiyat alanında da daha çok bu kelimeye yer verilmiştir “Bol su kaynaklarına sahip bulunan yeşil bahçe” anlamındaki cennet kelimesi bir âyette şöyle kullanılmıştır: 

Şûrâ/22: “İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar ise cennet bahçelerinde olacaklar. Onlar için rableri katında istedikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.”

Beyyine/8: “Onların rableri katındaki ödülleri, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu, rabbini sayıp O’ndan korkanlar içindir.”

Hicr/45: “Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır” ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de (Mürselat: 77/41) :  "Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar başlarındadır" şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekândır. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş sahasında bulunur. İşte beyitte cennet gibi seyrangâh olan Darende’nin güzelliklerinden bahsedilmektedir. 

Cennetin Sekiz Kapısı

Divan edebiyatını ilhamlar doğrultusunda etkileyen kavramlardan birisi olan Cennet, Cenâb-ı Allâh’ın kıyametten sonra müminler için vaad ettiği güzellikleri ve mutlulukları barındırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetlerin hazırlandığı bu mekânda göz aydınlığı olacak nice mükâfatlar saklıdır. Cennet, Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde hem tasvir edilmiş hem de derecesine göre değişik isimlerle adlandırılmıştır. Birçok derecesi olan cennet; Adn, Dârü’l-Karâr, Dârû’s-Selâm, Firdevs, Huld, İlliyyîn, Me’vâ, Naîm isimleri ile din alimleri tarafından sekiz sayısı ile sınırlandırılmıştır. Bu mevzuda yer alan, “Cennette sekiz kapı vardır. Bunların içinde bir kapı Reyyân diye isimlendirilir. Buradan cennete yalnız oruç tutanlar girebilir.” (Bed’il-Halk, 66) hadiste ise cennet kapılarının sayısı net olarak verilmiştir. (Bkz: Muhammet Arı, Türk İslâm Edebiyatında Sekiz Cennet, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya,  2016. )

Bugün Darende Şeyh Hamid-i Veli / Somuncu Baba Türbesi ve Külliyesinin dikkat çeken mimari özelliklerinden bir tanesi de Osmanlı-Selçuklu dönemi mimari motiflerini içerisinde barındırmasıdır. Gelen ziyaretçileri kendisine hayran bırakan manevi havası ve ahşap tavan işlemeleri motiflerinde dikkat çeken “Sekiz Köşeli Yıldız“ veya Selçuklu Yıldızı isimleriyle anılan mimari motifin anlamlarını cennetin sekiz kapısına mülhem olarak yapılmış olduğunu bilmek hepimizi sevindirmektedir. Hatta 19. Yüzyıldaki müfettişin şiirindeki cennet vurgusunun sembolik olarak Şeyh Hamid-i Veli Külliyesinde/Yeni Camii’nin tavan motifinde bulunduğunu da belirtmek şiirin gizemine işaret etmektedir. 

 

 

 

Hulusi Tatar
10.01.2023 16:32:07
Bir solukta okuduk elinize yüreğinize sağlık hocam. Hem tarih hem şiir hem islam tarihi, he hadis hem Kur'an hasılı çok güzel bir yazı olmuş. Hele birde Darende 'ye hasret yaşıyorsanız yazı daha da keyifle okunuyor.