MÜRŞİDİM ŞEYH HAMİD-İ VELİ’NİN RÜTBESİ ÇOK YÜCEDİR
KEMAL ÜMMÎ’NİN ŞEYH HAMİD-İ VELİ MERSİYESİ-2
15.yüzyıl sufi şairlerden Kemal Ümmî’nin, Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerine yazmış olduğu mersiyenin ilk altı beytini geçtiğimiz yazımızda izaha çalışmıştır. İlgili mersiyenin yedinci beytinden itibaren açıklamasına devam ediyoruz:
7. ‘Ubeydu'llah idi ismi bu idi ‘âdet ü resmi
Ki hergiz düzmedi cismi o cânın mu'teber kıldı
(İsmi Allah’a kullukta samimi davranan, sevgili kuldu. Kulluğun gereği ne ise onu yapmak, samimi bir çizgide kulluk vazifelerini yapmak adetiydi. O iç âlemini Allah ile olan münasebetini düzenli kılmaya çalıştı. Görüntüye dışarıdan ne desinlere pek önem vermedi. Sufi olduğu için giyim kuşam konusunda şaşaalı davranmadı. İç âlemini can dünyasını itibarlı kılmaya çalıştı.)
Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin ismi çoğu kaynaklarda “Hamîdüddîn” olarak geçmektedir. Ubeydullah diye bir ismine başka kaynaklarda rastlanmaz. Ancak çok ibadet eden anlamında Kemal Ümmî bu ifadeyi kullanmış olabilir. Zaten bütün hayatını ibadet işiyle geçirdiğine aynı beyitte işaret ediyor. Yine Divan’ındaki bir başka beyitte şeyhi Hamid-i veliyi övdüğü satırlara rastlanmaktadır:
Degme mürşid Hamid’e öyküne mi
Ya kamu taş olur mu la’li akîk
Şeyhinin çok değerli bir insan olduğunu belirterek, herhangi birinin ona benzeme gayreti gütse de makamına ulaşamayacağını, normal bir taşın akîk gibi, la’l gibi kıymetli taşların seviyesine erişmeyeceği gibi birini de mürşidi Şeyh Hamid-i Veli’nin yüce rütbesine ulaşamayacağına işaret eder.
İnsanın Allah Teâlâ’nın yardımına ve lütfuna her zaman ihtiyacı vardır. Bu yardımı sağlayacak ameller ise, birinci derecede ibadetlere devam etmektir. Bu suretle kulluk şuurunu diri tutar, ölümü ve âbid kimselerden ahirete intikal eden kişileri tefekkür ederek ve kendi akıbetinin selametini diler. Kulun ölünceye dek bu hal üzere devam etmesi gerekmektedir. Sufiler herkesten çok ibadete önem vererek, riyazat ve ibadet yoluyla fıtratlarında var olan güzel huy ve karakterleri ortaya çıkararak edep ve terbiyede örnek şahsiyet haline gelirler. Tasavvufi edep, iyi ve güzel işlerle beraber olmaktır ve bunun manası da, Allah’a açıkta ve gizlide, edep ile ibadet etmek olarak açıklanmıştır. Nefsini edeplendiren sufiler, Allah’a karşı ibadetini ihlâsla yaparlar. Sûfîler Allah Resulü ve Ashâbını kendileri için yegâne örnek telâkkî ederler. Ashâb-ı Kirâm da Peygamber (s.a.v.) gibi, kılık-kıyafete, önem vermez, ibadet ve tefekkür için tenha yerleri tercih eder, tam bir teslimiyet ve tevekkül yaşantısı sürerler. Sûfî kelimesinin kökü olarak en fazla kabul edilen kelime yün manasına gelen sûf’tur. Bu görüşü ileri sürenler peygamberlerin, sahabenin zühdü ile meşhur olanlarının, evliyânın yünden dokuma elbiseyi tercih ettiğini söylemişler; insanların bu tür kişilerin giydiklerine bakarak öyle isimlendirdiklerini söylemişlerdir.
Bir bebeğin, annesinin sütünü emerken onun yüzüne bakması, gözlerini onunla buluşmaya çevirmesi ne kadar sevimli ise, sâlikin de Allah Teâlâ ile olan ilişkisinde odaklanması gereken yer, iç dünyası, canı yani yalnızca kendi kalp gözü olmalıdır. Zira can müşahede yeridir. Nitekim “Can aynası, Sevgili’nin yüzüdür” denilmiştir. Merhamet sahibi kulun, özünü varlık âlemindeki her bir canlının özü ile ve bütünleştirmesi yani tevhid sırrına erişmesidir. Nitekim Hz. Mevlâna’nın “Canım, cânına karışmıştır, birleşmiştir” sözü ile bu özel hakîkati dile getirmiştir. Merhamet ve muhabbet edilen her kim ve ne ise artık “cândan”, “cânân”, yani “cân”dır, denilebilir. Âşık mâşûkuna, toprak suya, cân cân’a kavuşur. Cümle varlık, cân’da bir olur. Cümle cân’lar Rahmân’a döndürülür.
8. Bu virandan çün ol şahbaz bekaya eyledi pervâz
Salât u savmı ol dem-sâz özine bâl û per kıldı
(Bu yıkılan, yok olan âlemden o yücelere uçan doğan kuşu gibi ölümsüzlük bekâ yurduna kanat açarak uçtu. Namazı, orucu her daim kendine yoldaş eyledi. Özünden ibadet âlemine kanat açtı. O iklimde dolaştı. Başka yerlere gitmedi.)
Fani dünya; gam, bela ve yokluk evi olarak tarif edilir. Dünya bir gam evidir. Burada üzüntü ve keder eksik olmaz. Tıpkı tılsımı ve yılanı olduğu halde hazinesi olmayan bir viraneye benzer. Dünya zaman zaman da köhne bir yapıya benzetilir. Hal böyleyken kimse bu viran mekânda rahat bir köşe bulacağını zannetmesin. Dünya hasret makamı, mihnet ocağı, gam evi, matem söyleyen, dert ve beladır. Dünya ne sultan ne de köle için ebedi bir yurttur. Çünkü o uğursuzluğuyla ve kötülüğüyle meşhurdur. Dünya olup bitenlerden ibret alanlar için itibar edilmemesi gereken bir yerdir. Nihayetinde her şey onun fani olduğuna işarettir. Lütuf bile gösterse sonunda nice dertlerle karşılaştırır. Dünya bir bela evine ve zahmet yeridir. Çünkü Müslümanlar dünyaya imtihan olmak için gönderildiklerine inanırlar. Dolayısıyla burası rahat etme yeri değil zahmet çekme, bela ve musibetlerle uğraşma yeridir. Bu yüzden dünyanın bir avuç toprağından beka mülkündeki bir kuru taş binlerce kez daha iyidir. Dünya fanidir. Hatta o, fenada bir fenadır. Çünkü baki olan tek varlık Cenâb-ı Allah’tır. Onun dışındaki her şey yaratılmıştır ve fanidir. Kemal Ümmi Şeyh Hamid-i Veli’nin fena mülkünü terk edip beka şehrinde kanat açarak gittiğini söyler. Çünkü o dünya viranını bırakıp ebedi cennet kasırlarıyla şereflendirecektir. Dünya nasıl yokluk mülküyse ahiret de ebedilik evidir. Orası sonsuzluk yurdudur. İnsanlar dünya hayatında yaptıklarıyla ahiret evlerini inşa ederler. Ahiret beka tahtı olarak ifade edilir. Bu dünyanın bekası söz konusu değildir. Ruhunu teslim eyleyen herkes beka mülküne göçecektir. (Şerife Uzun, Klasik Türk Edebiyatındaki Mersiyelerde Dünya ve Ahiret Algısı, s. 2580 vd.)
Cafer es-Sadık’ın ibadetlerle ilgili sözlerinden bazıları şöyledir:
“Namaz her muttakinin Allah’a yaklaşması için bir vesiledir. Hac, her zayıf insanın cihadıdır. Bedenin zekâtı, oruçtur. Amelsiz olarak insanları davet eden kirişsiz okçuya benzer. Rızkınızı sadakayla Allah’tan talep ediniz. Mallarınızı zekâtla koruyunuz. İktisad eden fakir olmaz. Ölçülü olmak geçimin yarısıdır. Iyalin (ailenin) az olması iki kolaylıktan biridir. Anne babasını üzen onlara isyan etmiş olur. Kim musibet anında dizlerini döverse sevabını kaybeder. Kazanç ancak makam ve din sahibinin yanında kazanç olur. Allah sabrı belaya/musibete göre indirir. Rızkı da zahmete göre indirir. Kim geçimini ölçülü yaparsa Allah onu rızıklandırır. Kim de saçıp savurursa onu mahrum eder.” Oruç ibadetinin insana kanzandırdığı maneviyatı tespit açısından şu nakledilir: Kuşeyrî, üstadı Ebû Ali Dekkak’ın kendi şeyhi Nasrâbâdî’nin meclisine her gidişte gusül aldığını, kendisinin de bu yola başladığı ilk zamanlarda gusül almadan ve oruçlu olmadan üstadının yanına gitmediğini anlatır. Süfyan es-Sevrî, “Zikrin en faziletlisi namaz içinde Kur’an okumaktır. Sonra namaz dışında okumak, sonra oruç tutmak, sonra da (tek başına) zikirdir.” Buyurur. Nefse ağır gelen ibadetler kurtuluşa vesiledir. Sûfîlerin kendilerini terbiye etmek için nefsinin istediklerini yerine getirmeyen, perhiz yapan, aç kalan, çoğunlukla oruçlu olan, az su içen ve az uyuyan, çöllerde, dağ başlarında kalanlarına riyazet ehli denmiştir. (Akif Dursun, Tasavvuf Fıkıh İlişkisi Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2020.)
9. Vefâtın iriken bildi Hak'un hükmine râm oldı
Kişi gelür didi geldi vilâyetden haber kıldı
(Vefat edeceği tarihi sağlığında iken haber verdi. Allah’ın ircii emrin boyun eğdi, itaat etti. Gelecek olan ölüm gününü bildirdi. O gün ölüm gelip çattı. Onun bu hali veli haberi idi.)
Velilerin bazıları vefat edecekleri yılı veya günü etrafındakilere bildirmiş ve o tarihler gerçek olarak vuku bulmuştur. Bu bilgiler tarih ve menakıp kitaplarında mevcuttur.
Böyle yapan velilerden biri de Şeyh Hamid-i Veli neslinden olan Salih Nihani hazretleridir. Nihânî, sağlığında iken ölümünden sonra mezar taşına yazılıp dikilmek üzere bir tarih manzumesi hazırlamıştır. Bu manzumeyi ölümünden 12 yıl evvel yazmış ve son mısrada ebced hesabıyla ölümüne tarih düşmüştür. Nihânî vefatı için haber verdiği tarih olan 1307’de hayata gözlerini kapaması dikkat çekicidir. Birçok mezar taşlarından farklı olarak Nihânî kendi mezar taşı kitabesini vasiyet olarak kendisi hazırlamıştır ve bu şiirin başlığı şu şekildedir:
“Müşārün İleyh Ḥażretleriniñ İrtiḥālinden Ṣoñra Mezār-ı Şerīfi Ṭaşına Yazılıp Rekz Olunmaḳ Üzere Müşārün İleyhiñ On İki Sene Aḳdem Ḥayātında İnşā Buyurduḳları Tārīḫ-i Ledünniyātıdır.”
Aziz müşarün ileyhin vefat tarihinin “Cem-i aḫlāḳ-ı nâ’uta ” mısrasının hesabında tamamlandığı eski yazı metinde derkenarla belirtilmiştir. Mısra günümüz Türkçesine çevrildiğinde “Cemiyetin ahlak padişahı” anlamına gelip ebced hesabına göre 1307’ye denk düşmektedir. Nihânî uyanmış, ceddine sığınarak şahlar meclisine ulaşmıştır. O cemiyet ahlakının padişahıdır:
Nihānī intibāh etdi
Çü ceddini penāh etdi
Vuṣūl-i bezm-i şāh etdi
Cem-i aḫlāḳ- nâ’uta
(Ayşegül Ekici, Nihânî Dȋvȃnı (İnceleme - Metin), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2022.)
[DEVAM EDECEK]