Prof. Dr. Ramazan Altıntaş


İSLAMÎ BİRLİĞİN KÖK DEĞERLERİ

İSLAMÎ BİRLİĞİN KÖK DEĞERLERİ


İslam dini, tarih boyunca insanlığa rahmet ve merhamet ilkeleri çerçevesinde yol göstermiş, bireyler ve toplumlar için adalet, huzur ve ahlaki dengeyi tesis etmeyi hedeflemiş bir inanç sistemidir. Müslümanların hayatına rehberlik eden bu din, sadece bireysel ibadet ve maneviyatla sınırlı kalmayıp, toplumsal ilişkilerde de kapsamlı bir düzenin kurulmasına zemin hazırlar. Adil bir düzenin tesis edilmesi, toplumsal barışın sağlanması ve bireyler arasında sevgi, saygı ve dayanışma temelli ilişkilerin güçlendirilmesi, İslam’ın esas hedeflerinden biridir. Bu bağlamda, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin inşasında ortaya koyduğu değerler, sadece tarihsel bir miras olmanın ötesinde, çağımızda da toplumsal hayatın sağlıklı bir şekilde devamı için hayati öneme sahiptir. İslam’ın bu değerleri, sulh ve huzur odaklı bir toplum inşa etme vizyonunu somutlaştıran prensipler dizisi olarak karşımıza çıkar ve bireyden topluma kadar her düzeyde uygulanabilir niteliktedir. Bu değerler dizgesi, kardeşlik, adalet, dayanışma ve hoşgörü gibi temel unsurları içerir ve modern dünyanın karmaşık sosyal yapısı içerisinde de geçerliliğini korumaktadır.

Müslümanlar, dilleri, soyları, vatanları, mezhepleri veya diğer farklılıklarına bakılmaksızın birer kardeştir. Allah, bu kardeşlik bağını şöyle vurgular: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.” (49/Hucurât, 10) Bu ayet, Müslümanlar arasında kardeşlik bilincinin önemini ortaya koyar; bir arada yaşamayı, sevgi ve dayanışmayı güçlendirmeyi ve birbirine zarar vermekten kaçınmayı zorunlu kılar.

İslam dini, toplumda iyilik ve takva eksenli yardımlaşmayı teşvik ederken, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayı yasaklamıştır: “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (5/Maide 2) Bu ilke, insanlara iyiliği yayma ve kötülükten uzak durma sorumluluğunu yalnızca bireysel bir ibadet olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir görev olarak da yükler.

İslam, kalpleri yumuşatan affetme ve bağışlama erdemini yüceltir; insanlar arasında meydana gelen yanlışlık ve kırgınlıklarda ise ıslahı, yani ilişkileri düzeltmeyi ve barışı sağlamayı teşvik eder. Peygamberimiz (s.a.v.), yalnızca yüce ahlakı öğretmek ve insanları erdemli niteliklere davet etmek için gönderilmiş, karşılaştığı zorluklara ise sabır ve metanetle göğüs germiştir. Onun affeden ve ıslah eden davranışları, insanlara hem kalplerini yumuşatmayı hem de toplumsal huzuru korumayı öğreten en güzel örnektir.

Müminler arasında kin, düşmanlık, alay, gıybet veya iftira tohumları ekmek kesinlikle yasaktır. Allah, kalplerimizdeki bu olumsuz duygulara dikkat çekerek şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Bir kavim bir kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınlarla alay etmesin… Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (49/Hucurât, 11) Bu ayet, bize hem kalplerimizi temiz tutmayı hem de başkalarına karşı merhamet ve saygı beslemeyi öğretir. Kin ve düşmanlığın yerini hoşgörü, sevgi ve anlayış aldığında, toplumda gerçek kardeşlik ve huzur filizlenir; insanlar arasındaki bağlar güçlenir ve kalpler barışla dolar.

İslam, Müslümanlar arasında sevgi, yakınlaşma ve güçlü bir iletişimin filizlenmesini yüce bir değer olarak kabul eder. Bu bağlamda, günde beş vakit cemaatle kılınan namaz, sadece Allah’a yönelişi değil, aynı zamanda kalplerin bir araya gelerek birbirine bağlanmasını sağlayan bir köprüdür. Cuma namazı, toplumsal birlik ve beraberliğin simgesi olarak, insanları bir araya getirir; hutbeler ise yüce ahlakı, iyiliği ve erdemli davranışları hatırlatarak kalplerde derin bir farkındalık uyandırır. Böylece, sevgi ve yakınlık, günlük yaşamın bir parçası hâline gelir; insanlar arasında güven, anlayış ve dayanışma filizlenir, toplumda gerçek bir kardeşlik iklimi oluşur.

Sonuç, İslam, bireylerin ve toplumların barış, adalet ve ahlaki bütünlük temelinde yaşamasını sağlayacak değerleri kutsal ve dokunulmaz kılmış, bu değerlerin üzerinde çalışmayı bir ibadet ve sorumluluk hâline getirmiştir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Din ahlaktır, din davranıştır ve din nasihattir” sözleri, bu ilkenin ne kadar merkezi olduğunu ortaya koyar. Toplum bu değerleri benimseyip yaygınlaştırdıkça, canlı, adil ve uyumlu bir sosyal düzen inşa edilir; insanî haklara ve değerlere saygıya dayalı, Yüce Allah’ın ideallerine uygun bir toplum modeli ortaya çıkar. Ne var ki günümüzde İslam ümmeti, mezhep ayrılıkları, iç çekişmeler ve birbirine karşı sergilenen olumsuz tutumlar nedeniyle tarihî bir sınavla karşı karşıyadır. Bu zayıflıktan faydalanan dış güçler, İslam dünyasının zenginliklerine göz dikerek siyasi, ekonomik ve kültürel nüfuzlarını yaymakta; nefreti körüklemek, fanatizmi teşvik etmek ve savaşları provoke etmek gibi stratejilerle ümmeti bölmeye çalışmaktadır. Böyle bir tabloda, İslam’ın özlediği birlik, kardeşlik, hoşgörü ve ahlaki bütünlüğün yeniden hayat bulması, hem bireylerin hem de toplumların kurtuluşu ve yükselişi için hayati bir gerekliliktir.