Bilindiği gibi ibadet-i mersûme dediğimiz ibadetler, dinin şekil ve biçimsellik yönüyle ilişkilidir. İbadetlerde şekil ve suret, suyu koruyan kap gibidir. Bu yönüyle, ibadetlerin şekil bakımından uygulanması da önemlidir. İbadetleri belirleyen Yüce Allah’tır. Hiç kimsenin ibadetleri artırma ve eksiltme hakkı yoktur. Nitekim bir ayette; “Her ümmete yerine getirmeleri gereken ibadetler koyduk” (Hac, 67) buyrulur. İbadet sadece son din olan İslam’ı benimseyen mü’minlere emredilmemiş, İslam’dan önceki bütün ilahi dinlerde ibadet vardır. Kur’an’da buna işaret edilir. Dolayısıyla ibadet ilk insanla birlikte başlamıştır. İbadet şekilleri, ilahi vahiyle düzenlenmiş ve tatbikatı Hz. Peygamber (a.s) tarafından öğretilmiştir. Mesela Hz. Peygamber namazla ilgili: “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılınız” buyurmuştur. ( Buhari, “Ezen” 18; Dârimî, “Salat” 42). Hacla ilgili olarak da: “Haccın uygulanmaya dair ilkelerini benden alınız” buyurmuşlardır. (Bkz. Nesâî, “Menâsik” 220). İşte biz Müslümanlar, ibadetlerin şekil boyutlarını vahiy ve sünnet bağlamında öğrenerek hayata yansıtmakla yükümlüyüz.
İbadetlerde şekil boyutu kadar, mana boyutu da önemlidir. Bunlardan birisi eksikse, ibadetlerden pozitif yönde beklenen ahlaki ve ruhsal değişim gerçekleşemez. İbadet hayatının ruh ve manasını; iyi niyet, huşu, ihsan, ihlâs, takva ve her şeklin sembolik anlamını kavramak oluşturur. Bundan dolayı bir Müslüman, ibadetle âdeti birbirinden ayırması gerekir. Bu da ancak sahih niyetle olur. İbadetlerin ruhunu teşkil ve tahkim eden niyet ve ihlâs, bütün ibadetlerin iliğidir. Dolayısıyla, ibadetlerden elde edeceğimiz sevabı yok eden âdetleştirilmeye dayalı, gösterişçi ve desinler türü dindarlıklardan uzak durulmalıdır. “Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır” (Hac, 37) ayetinde bu ihlâs durumu ve samimi dindarlığın nasıllığı vurgulanır. Yine Hz. Peygamber’in, “nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır.” (İbn Mâce, “Sıyam” 21) hadisi de bu gerçeği vurgular. Bir başka uzun rivayette ibadetlerin ruhunun samimi dindarlık olduğuna dikkatlerimiz çekilir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
“Müflis bir adam, dünyada yaptığı bütün ibadetlerin sevabı ile kıyamet gününde Allah’ın huzuruna gelir. Bu adam dünyada birçok hayırlar, ibadetler yapmış olmakla birlikte başkalarına zulmetmiş, kimini dövmüş, kiminin gönlünü kırmış, şuna buna eliyle ve diliyle eziyet etmiş.. İşte hak sahiplerinin hepsi o adamın çevresine toplanacaklar, haklarını isteyecekler. Bana dünyada iken şöyle yaptı, hakkımı al Ya Rab! diye davacı olacaklar. Allah bunun hayır ve iyiliklerinden elde edilen sevapları davacılara dağıtacak fakat yine de onlara olan borcu kapanmayacaktır. Nihayet davacıların günahlarını bunun üzerine yükleyecek ve böylece onu cehenneme gönderecektir. İşte asıl iflas etmiş olan böyle bir adamdır.” (Müslim “Birr” 60).
İşte İslam’da ibadetlerden amaç da, iyi yönde, mükemmel ve güzel ahlak açısından dönüşüm gerçekleştirmektir. Şekil ve mana boyutu birlikte gerçekleştirilen ibadetler insanı ihsan derecesine yükseltir. Her an Allah’la birlikte olduğunun idrakinde olan bir Müslümandan ancak iyilik beklenir. Yoksa salt şekil boyutunu öne çıkaran ve ruh boyutunu ihmal eden ya da ruh boyutunu öne çıkarıp, şekil boyutunu ihmal eden kimselerin ibadetleri eksik ve kusurlu kalacaktır. Mümkün olduğu kadar her iki boyutu harmanlayanların ibadeti ancak ibadet kavramıyla bütünleştirilebilir.
Ne mutlu şekil-mana bütünlüğünü kavrayıp ahlaki anlamda ibadetin dönüştürücü atmosferine girenlere!..