Musa Tektaş


Hulûsi Efendi (ks..)’nin Ramazaniye’si İle Merhabâ


Ramazanın gelişi “Merhabâ” ile karşılanır, “elveda” ile hüzünle yolcu edilir.

Dostlar da öyledir, merhabâlarla karşılanır.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) Dîvân’ında şöyle der: “Merhabâ hoş geldiniz yârânîler merhabâ.” İlahî aşktan, muhabbetten nasipsizlere merhabâ denilmeyeceğine işareten de bir beytin sonunda “âşık isen merhabâ” diye seslenir.

Ramazan ayına da merhabâ diyoruz milletçe, kardeşçe, dostça, Müslümanca…

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin; 7 kıt’alık, 28 mısralık bir Ramazaniyesi vardır. İlk beyitte yani iki mısrasında geçen kelimelerle ilgili bir şerh denemesi yapmaya çalışacağım.

BİRİNCİ MISRA:

“MERHAB EY RÜKN-İ DÎN ENVÂR-I ÎMÂN MERHAB”

(Hoş geldin, bize rahatlık, bolluk ve huzur getirdin ey dinin erkânı oruç ibadetinin olduğu mübarek ay. Ey imanımızı nurlandıran maneviyat iklimi buyur buyur…)

Türk-İslam edebiyatının en önemli nazım türlerinden biri de Ramazaniye’lerdir. Ramazan ayının dinî ve sosyal hayatımıza kattığı canlılık ve getirdiği güzellikler şiir diliyle bu eserlerde işlenir. Bu ayda dinî ibadetlerimiz ve insani duyarlılıklarımız daha yüksek bir seviyede ortaya çıkar.  Manevî bir atmosfer ile Ramazan’a mahsus manevî bir hava, bu mısraların satır aralarında da gayet güzel değerlendirilmiş ve pek zengin bir Ramazan edebiyatı ürünü olarak sunulmuştur.  Bugün sizlere birince mısrada iki defa “Merhabâ” denilmektedir. Şimdi TDV İslam Ansiklopedisinin “Merhabâ” maddesinden bir bölüm arz edelim:

MERHABÂ

Sözlükte “genişlik, bolluk” anlamına gelen ruhb kökünden masdar olup mecazi olarak “rahatlık, ferahlık, huzur” mânasında da kullanılmaktadır. Lügat kitaplarında Merhabâ sözünün bir kimsenin misafiri karşılarken, “Buyur, evimiz senin için geniş ve rahat bir yer olacak, burada dostluk bulacaksın, kendini rahat hisset” anlamında bir selâmlama tabiri olduğu, ayrıca, “Allah sana bolluk ve rahatlık, huzur ve âfiyet versin” mânasında dua olarak da kullanıldığı belirtilmektedir.

Biz de Ramazan-ı şerif’i merhaba diyerek karşılayalım. Bugün, yarın bütün gönül dostlarımıza bir vesileyle merhabâ diyelim. Fiziki mesafeler uzak olsa da, gönülden merhaba demek, bir telefon açmak, bir selam göndermek, hal hatır sormak, hatta sosyal mecralardan merhabâ mesajları yollamak sıhhat ve afiyet dilemek mümkün.

Ramazan-ı merhabâ ile karşılamak oruç ibadetini gönüle sindirmek, hakkıyla tutmak,  ramazanın kardeşlik ve yardımseverlik iklimine kucak açmak, gönül hoşluğu ile sevinçle buyur demektir. Ve dahi gereklerini yapmaktır.

RÜKN-İ DÎN

Rükn deyince Kâbe-i Muazzama’nın dört köşesi önce aklımıza gelir. Sözlükte “köşe, ana sütun, bir bütünün ayrılmaz parçası; büyük iş; dayanak, güç” anlamlarına gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de rükün iki yerde “dayanak ve güç” mânasında kullanılmaktadır. Literatürde erkânü’l-İslâm ve erkânü’d-dîn şeklindeki yaygın kullanımla İslâm dininin temel hükümleri, çoğunlukla da İslâm’ın beş şartı diye bilinen kelime-i şehâdet, namaz, zekât, oruç ve hac kastedilmektedir.

Bu açıdan bu ifade ile oruç ibadeti kastedilmiştir. Oruç ibadeti İslam’ın diğer beş şartı gibi İslam’ın temel taşlarındandır. Hulûsi Efendi Hazretleri bize bu kelime ile belki de şu hadis-i şerifi hatırlatmaktadır: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22.)

İslam’ın bütün erkânını yerine getirip, Ramazan orucunu güzelce tutanlara merhabâlar olsun…

ENVÂR-I ÎMÂN

İman nuru; özdeki manevi aydınlık, ışıktır.  Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “İnsanların önünü aydınlatıp doğru ve gerçek olanı görmelerini, hak ile bâtılı, hayır ile şerri ayırt etmelerini sağlayan mânevî ve ilâhî ışık” mânasında kullanılmıştır. Bunun karşıtı zulmettir.

Hulûsi Efendi Hazretleri bir hutbesinde: “Hak Teâlâ Hazretleri hiç birimizi mazhar olduğumuz nûr-ı imandan bir an mahsun bırakmasın. Âmin.” Buyurmaktadır.

Bu dua cümlesinde hazret,  insanın büyük düşmanı olan nefsin gafletinden kişiyi koruyacak şeyin iman nuru olduğuna işaret etmiştir.

İbadetin, bu mübarek ayın nuru imanı kuvvetlendirir. Gönül dünyamıza ışıklar saçar. Ufkumuzu aydınlatır, nefsin zulmetini yok eder. Hulûsi Efendi hazretleri bir beytinde şöyle buyurur:

Bir şem‘i doğurdu âsumân-ı aşk

Müstağrak-ı nûr oldu cihân-ı aşk

(Aşk göğü, bir mum (=güneş) doğurdu, böylece aşk cihanını nur kapladı.)

İnşallah ilk hilâl, ilk oruç, ilk iftar, ilk teravih, ilk sahur hürmetine iman sahibi kardeşlerimize Cenab-ı Allah ailece, milletçe sıhhat ve afiyetler ihsan eder. İmsaklarla güzellikler huzur ve sükûn doğurur… Ramazan ayına “Merhabâ” diyerek başladık. Bu kutlu ay, imanın nurlarını içinde saklar… Allah’ın lütuf ve nimetlerini içinde barındıran bir ayı idrak ediyoruz. İnşallah mü’min kardeşlerimiz sevinçlere gark olur.

Bu merhabâmızda H. Hamideddin Ateş Efendi’nin bir dua cümlesine de âmin diyelim:

“Yüce Rabbim, kendisiyle şereflendiğimiz Ramazan ayının, feyiz ve bereketinden istifade ederek, günahlardan arınmayı, kendisinin rızasına mazhar olmayı cümlemize nasip eylesin.” Âmin. Âmin. Âmin…

İKİNCİ MISRA:

MERHABÂ EY MUN’İMÎ ELTÂF-I RAHMAN MERHABÂ

(Ey Rabbimizin nimetleriyle buluştuğumuz Rahmanî lütufların çok olduğu Ramazan ayı hoş geldin, sana merhabâ olsun.)

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Ramazaniyesi’nin ikinci mısrasında bize verilen nimetlerden, Rabbimizin rahmetinin, maddî ve manevî nimetlerinin bolluğundan ve ilahi lütuflardan bahsedilmektedir.

MÜN’İM

Nimet veren, yedirip içiren manasına geliyor. Aslında Allah’ın bütün ihsanlarını ve ikramlarını kapsamaktadır. Zaten Ramazan ayı da nimetlerle dolu bir aydır. Mün’im yine Rahman olan Rabbimizin kullarına verdikleridir. Onunu için iki vasıfta birbiriyle ilişkilidir. 

Nimet demek;  “bolluk ve iyi hal içinde olmak”, veya “maddî ve mânevî imkânlar” anlamına gelmektedir. Yüce Rabbimiz hem maddî hem de mânevî nimetler olmak üzere her türlü nimeti de verendir. Mânevî nimetlere gelince Kur’an’da nimet kavramı hidayet, iman ve bunların sağladığı ebedî hayattaki mutluluk üzerine yoğunlaşmaktadır. İnsanla yaratıcısı arasındaki bu ilgi âhiret hayatına da taşınarak cennet nimetlerinden övgüyle söz edildikten sonra Allah’ın kulundan memnun oluşunun her nimetin üstünde bulunduğu belirtilir. (TDV Nimet Maddesi, C.33, s. 129.)

Hulûsi Efendi Hazretleri nimetle kurtuluşa erenlerden olmak için şöyle niyazda bulunmaktadır:

Hulûsî’ye lutf u kerem kıl ki şâhım

Ola ni‘metinle [bay] ehl-i felâyih

(Ey şahım! Hulûsî’ye lütuf ve ihsanda bulun ki, (inşallah) nimetinle kurtuluşa erenlerden ola.)

Ramazaniye’nin bu mısrası bize Fatiha Suresindeki “er-Rahman” ismi şerifini ve “En’amte aleyhim/ Nimete erdirdiklerinin yoluna ilet” ayetinin niyaz halini hatırlatıyor.

 Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk. “Salât”, 38) Allah Teâlâ’nın, “Namazı (Fâtiha’yı) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır” buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fâtiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur.  Kul “rahmân ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.  

Somuncu Baba/ Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri “Kırk Hadis Risalesinde” bu kutsî hadisi şöyle yorumluyor:

“İnsan, kulluk makamında ciddiyetle durur ve ihlastan üzerine düşen görevi her hâlükârda Allah’a hamdederek yerine getirir, Allahu Teâlâ’nın kendi zatını övdüğü gibi ona hulûs-i kalple senada bulunur, hamd, senâ ve övmenin içinde gark olarak Allah’ı yüceltir ve de tüm bunların hepsinde Allah’tan yardım dilerse, bu onu orta yol olan ehadiyete götürür. Ki, ruhlar ve bedenler için başlangıç amelleri ile sülûkun sonu bu yoldan geçmektedir. Ve yine bu yolla, (ayette) her şeyin rabbi olan Allah’tan ‘(Bizi) hazır et.’ tarzında dua edilen, gadab ve kahrın karışmasından uzak saf ve mutlak rıza makamı elde edilir.”

Nimetlere vesile olanın kadrini bilmek bir manevî erdemdir. Hulûsi Efendi Hazretleri birçok kimsenin nimete vesile olanı bilmediğinden serzenişte bulunmaktadır:

Veliyyü’n-ni‘met olduk ni‘meti bilmezlere ammâ *Veliyyü’n-ni‘meti bilmekdir eden kıymeti a‘lâ

(Nimetin kadrini bilmez (nankörlere), sahip olduğumuz her şeyden faydalandırdık, velinimet olduk. Kıymeti yücelten velinimeti bilmektir.)

ELTÂF/LÜTUFLAR

Eskiden farkında olmadığımız ancak şimdi çok kıymetli olduğunu yeni fark ettiğimiz, birçok nimetten/lütuflardan korona virüsü tedbirleri sebebiyle maalesef ayrı kaldık. Cuma namazını kılmak, topluca iftar etmek, cemaatle teravih kılmak, birbirimizle daha rahat görüşmek, bir arada bulunmak, sağlıklı-sıhhatli olmak gibi birçok nimetin değerini yapamayınca şimdi daha iyi anlıyoruz.

“Eltâf-ı Rahman” ifadesi Rabbimizin kullarına lütfuyla verdiği bu nimetlerin hepsini kapsamaktadır. Bu açıdan nimete şükür kulluğun gereğidir. Ayrıca eltâf kelimesi bize tasavvuftaki letâifleri de hatırlatır.

RAHMÂN

Bütün yarattığı varlıkların rızıklarını veren, her an bütün mahlûkat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlûkatına sayısız nimetler veren nizam ve adâlet sâhibi Allah demektir. Rabbimizin rahmeti; Mü’min kâfir, iyi kötü, günahkâr muttaki demeden umumi olarak tecelli etmektedir. Sözlükte “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak” anlamındaki rahmân kelimesi “şefkat ve merhamet eden, acıyan” demektir. Allah’a nispet edildiğinde “sonsuz merhametiyle lütuf ve ihsanda bulunan” şeklinde anlam verilmiştir.

Hikmet ehli olan Allah dostu Hulûsi Efendi Hazretleri bize Cenab-ı Allah’ın nimetlerine şükrü ve ilahi lütuflara erdiğimizden dolayı bu manevî değerlerin kıymetini bilmeyi öğütlüyor. Allah dostlarının gönül dünyası ilahî lütuf hazineleridir. Ancak ki o, can gözüyle bakanların sinsine yansır: 

Hulûsî’yâ ser-tâ-kadem sîneleri dolmuş hikem

Hazînetü’r-Rahmân olup cân gözleri açıkların

(Ey Hulûsî! Can gözleri açık olanların göğüsleri, Rahman’ın hazinesi olup baştan ayağa hikmet dolmuştur.)

Nimetin kadrini bilen, eriştiği lütuftan dolayı Rahman ve Rahim olan Rabbimize şükreden, can gözüyle görme, can kulağıyla dinleme gayretinde olan dostlara merhabâ…