Cemil Gülseren

Tarih: 10.03.2021 10:01

Hoca Bir Gün

Facebook Twitter Linked-in

Malumunuz Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken elinde papağan olan adamın önünde durmuş. 12 altına papağanı satmaya çalışan adama; “Ne özelliği var? Bunun bu kadar?” diye sorunca; “Hocam bu kuş konuşur.” Demiş. Hımm diyerek Hoca doğru evin yolunu tutmuş. Kümesteki hindiyi kucaklayıp dönmüş yeniden pazara. Hindiye 30 altın fiyat biçmiş. 12 akçe verelim demişler. Etmez diyenlere de şu köşedeki kuşa sahibi on iki altın istiyor. Benimki onun üç katı eder. Ama Hocam o kuş konuşuyor. O konuşuyorsa benimki de düşünür. Az şey mi?...

Düşünen hindiyi böyle tanımıştık. Şimdi tavuklarımızın da unvanları var. Gezen tavuk, oturan tavuk, yatan tavuk. Sınıf sınıf, seç seçebildiğini. Hoca rahmetli ne derdi kim bilir? Ve daha neler neler duyacağız. Uçan tavuk gelmeden kaçan biz olalım. Yumurtalar dahi numaralı; 0-1-2-3 kodlu. Yok aslında birbirinden farkı ama aması var. Alıcı da sınıfını belli eder oldu. İnanan tüketici, kanan müşteri, yutturan üretici, kaktıran satıcı… Başka ne numaralar var sorman gitsin. Havadan nem kapar olduk. Bir de ‘El Değmemiş’ dönerler, konserve balıklar görür olduk. Keşke ‘El değmeden üretilmiştir.’ Yalanını yazmasalar daha dürüst olurlardı. Ya yazmayın, ya da elinizi çekin! Daha neler var neler dedik ya. Hangi birini yazalım.

Son tüketim tarihini geçirmiş, elde kalan tavuklar, peynirler türlü türlü hilelerle tekrar tekrar bize sunulduğunu haberlerden öğreniyoruz. El insaf. Vicdansızlar bilmezler mi? Dünya, gelimli, gidimli dünya; bir ucu ölümlü dünya. Cehenneme ateş lazım ateş.

 Adamın birine acil ateş gerek olmuş. Varmış cehennemin kapısına. Zebaniye ricada bulunmuş. “Bana bir kürek ateş lazım. Yardımcı olun.” diyesiymiş. Zebani; “Burada ateş mateş yok. Buraya gelen herkes ateşini kendi getiriyor.” Herkesin ateşi kendine. Eli boş dönmüş. ‘Gelimli, gidimli’ derken aklıma bir ‘obruk’ haberi geldi. TV’de ‘obruk’ hakkında haber yapan muhabire Konyalı vatandaş anlatıyor; “Biçerdöverle giderken birden ‘göçme’ ihtimalimiz bizi korkutuyor, ürkütüyor.” Göç, belki birden olur. Ama hazırlığı bir ömürdür. İnsanoğlunun göçü ise ‘ihtimal’ değildir. Her can göçecektir. Doğduğun gün göç de başlamış olur. ‘Yörüğün yükü yolda düzülür.’ Diyen atalarımız; “Göçtük yurdun kadri; konduk yurtta bilinir.” Sözleriyle de hem gerçek hem de mecazen iki dünya gerçeğini incitmeden, gönül kırmadan, incelikle dile getirmişler.

Söz, atasözüdür. Atasözleri deyip geçmiyoruz zaten. Ancak ben ‘Atalarsözü’ demeyi daha uygun görüyorum. Yüzyılların birikimi, deneyimidir bu sözler. Binlerce kişinin ağzından çıkmış; kimi yüzlerce ve hatta binlerce yıl öncesinden akar gelir. Farklı coğrafyalarda da olsa fark etmez onlar bizim kültürel genetik yapımızın en önemli taşıyıcılarıdır. Söyleyeni de unutulmuş, aktaranı da, derleyeni de, yazanı da… Kimi zaman ‘Atasözleri’ kendi içinde de çelişkiler gösterebilmekte. Nedeni ayrı bir çalışma konusu olabilir. İşte birkaç örnek: “Damlaya damlaya göl olur.” İle tasarrufu teşvik ederken; “Kuyma suyla değirmen dönmez.” İle heves kırılır. İkisi de doğru mu? Evet. Haklı mı? Evet. Çok mahcup edici bir hazır cevap gibi sözümüz daha var ki; ‘Çevir kaz, yanmasın.’ Demekten insan kendini alamıyor. “İyi insan lafının üstüne gelir(miş).” Ya da “İti an, çomağı hazırla.” Hayda buradan yak. Duruma göre, çalımına göre, adamına göre evir çevir söyle. Dilin kemiği yok ki. Nasıl ki latifeler latif olmalı. Bu atasözlerini de ulu orta, olur olmaz her yer ve zamanda kullanmak zorunda değiliz. Başını sonunu görmek, kestirmek gerek. İnce işler bunlar. ‘Hazır cevaplık’ ve zekâ bir arada olursa durumu kurtarmak mümkün olabilir.

İyilik et denize at; balık bilmezse Hâlik bilir.”  “İyilik eyle suya sal; eğer iyilik ise seni bulur.” , “İyilikten / merhametten maraz doğar.”, “ İyilik unutulmaz, kemlik (kemik) yutulmaz.” Çelişkiler olsa da biz yine de iyiden, iyilikten yanayız. Öylesi de olabilir demiş atalarımız. İşte bir yaman mı yaman tutarsızlık daha: “Harama el uzatılmaz.” de sonra da “Üzümü ye, bağını sorma.” Er geç bu soru sorulacak kuşkusuz. İnandık, iman getirdik. “Su akarken testiyi doldurmalı” sözünü nedense hiç mi hiç sevmedim. Hayatını buna göre ‘dizayn’ edenler, bunu ‘yaşam tarzı’ haline sokanlar ise en uzak durduğum ve ‘en gıcık’ olduğum tipler. Nasibin kadar yer, içersin. Bre doymazlar, bre kanmazlar sonra ‘Su testisi su yolunda kırılır.’ Testi kırılınca da ha bunu unutmayasun da… “Fazla mal göz çıkarmaz.” dersin he mi? “Azıcık aşım, ağrısız başım.’ diyenin sabrına ve tevekkülüne de saygı duyarız.

“Büyük yerde küçülmeden, küçük yerde büyümek iyidir.” demişler sonra da “Boğulursan, büyük gölde (derede) boğul. “Bir elin nesi var, iki elin sesi…” Akabinde “Nerede çokluk orada…” Demek ki iş çıkmaza girmiş. Horoz çoğalmış, sabah geç olmuştur. Çelişse de bizim, uyuşsa da. Ders almak da bize düşer. Öylesi gerekmiş, böylesi de. Sen haline bak; hisseni kap.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —