Musa Tektaş


Günpınarlı Hemşehrilerin Belirgin İki Sektörü:

Susamcılık ve Hallaçlık


Mustafa Sezegen ( 1930 doğumlu) anlatıyor:  

Çocukluğum 12 yaşına kadar Aşudu’da geçti. 12 yaşımda babam rahmetliyle birlikte buradan Adana’ya yaya olarak gittik. Tabii o zaman yolculuklar çok meşakkatliydi. Lüks içinde değil, sefaletle gittik. Kaldığımız yerlerde afedersiniz eşeğimizle biz bir yerde kalırdık. Yani şartlar o kadar zordu. Bizim köylüler genellikle hallaçlık yaparlardı. Babam da hallaç idi, pamuk atardı. Bende yanında yardımcı olarak gittim. Gençlik yıllarımda güzden bahara kadar hep bu şekilde geçti. Evin geçimini böyle temin ederdik. Sonra Anatkya/Dörtyol’a askere gittim. Bizim bataryadan 75 kişi içinden 3 kişi ilk mektep mezunu çıktı, biri de bendim. Orada şoförlük mesleğini öğrendim. Askerden geldikten sonra şoför oldum. Şoför kursuna gitmeden okuryazar olduğum için topçu bölüğünde ileri atış koordinatlarını ve bilgilerini yapabilen ben olduğum için çok kıymetliydim. Orada d kalsam sanıyorum askerden sonra Karayollarında ölçüm görevlisi olurdum herhalde.

Askerden sonra hemşehrimiz İbrahim Kekeç’in vasıtasıyla Adana Zirai Mücadele’ye şoför oldum. 6-7 ay kadar çalıştım. Şoförlerin çavuşu Maraş’lı Ömer usta bir gün bana: Oğlum Mustafa sen Darendelisin para kazanmayı bilirsin 210 lira maaşla niye birada çalışıyorsun. Darendeliler ticareti iyi bilirler. Sen de kabiliyetli birisin. Darendeliler ve Kayserililer ticaret yapamayacak olanları okutur memur edermiş. Sen ticaret yap, maaşlı çalışmayı bırak dedi.  Daha sonra ticarete atıldım.  Susam, tahin ve helva imalatı yaptım.  1983 yılında emekli oldum. Her vakit köyümle irtibatım devam etti. Çocuklarımı okuttum meslek sahibi yaptık. Oğlum mimar,  gelinim ve torunlarım fakülte mezunu. Oğlum helva ve tahin imalatını değil, inşaat sektörünü tercih etti.  Köyümüze ev yaptırdık. Her yıl 10 Mayıs’ta gelir 10 Kasım’da İstanbul’a giderim. 6 ay kadar Aşudu da kalırım. Sarmaşık sokak olarak adlandırdığımız bu muhit hep gurbetteki hemşerilerin yazlık evlerinin bulunduğu yerdir. Kimi Mersin, kimi İzmir kimisi Adana’da ticaret yapıyorlar.

Susam İmalatı Sektörü

Önce üreticiden susam alınır. Islama havuzunda 12-14 saat kadar bekletilir. Soyma makinesinden geçirilir. Ustayı dönen susamın soyulduğuna kanaat getirir. Salamura diye tabir edilen tuzlu suya atılır. Kepeği tabana çöker, suyun üzerinde susamı kalır. En temiz şekliyle kepeği ayrılmış olan susam alınıp başka bir havuza dökülür. Susam pırıl pırıl olmuştur. Sonra 1500 devirli kurutma makinasında kurutulur. Tava diye hitabettiğimiz işlemden geçer. İşte bu safhada ustalık çok önemlidir. Kavrulurken ayarını kulağına gelen sesle, bazen çiğneyerek ağzıyla usta verir. Çok hassas bu ayar noktasını geçirirse maalesef işe yaramaz olur. Düzgün kavrulan susam serin bir yere alınır, soğumaya bırakılır. Değirmenden geçirilerek su gibi akar. Büyük bidonlara alınır ve piyasaya hazır hale getirilir.

Benim komşum ve kayınbiraderim iyi bir susam ustasıydı. Onunla birlikte çalıştık. 10 sene kadar susamcılık yaptım. Evimizi aldık, arabamızı aldık, Aşudu’ya ev yaptırdık, çocuklarımızı okuttuk… Hepsi susam sektöründeki kazançlarımızdır.

Aşudu’nun eskiden nüfus itibariyle 550 hanenin yüzde yetmişi ermeni, yüzde otuzu ise Müslümanlardan oluşuyormuş. Biz Müslümanlar olarak onlara göre azmışız. Geçim olarak pek problem olmazmış. Bizim büyüklerimiz hallaçlık için Adana’ya gidip gelirken, Ermeniler de beygirle dönderilen değirmenlerde susam kurutma ve sıkma işlemini ermeniler öğrenip uygulamışlar. Bizim büyüklerimiz de susamcılık mesleğini Ermenilerden öğrenmişler.

Şimdi susam sektörünün en ileri teknoloji ve işletmesini yapan hemşehrimiz çoktur. Sektörün en büyüğü sayılan bizim hemşehrimiz Aslan Cengiz (Aslan Susam Sanayii)’dir.

Hallaçlık ve Ticaretle İlgili Hatıralar

12 yaşında gurbete çıktık. Yorgancılık, hallaçlık yapıyoruz ama aynı zamanda çerçilik de ediyoruz.  Babamla benim bir eşeğimiz var. Misafir kalmak için bir taktik vardır. Yorganı yatağı yaparken işi geç vakte kadar bırakırsak o zaman bizi misafir edeceklerini biliriz. Bir gün akşamüstü mahalleden gidiyoruz. Pamuk attıran, yorgan diktiren, iğne, iplik, tarak, bıçak alan yok mu diye bağırıyoruz.  Bir iki haneye uğradık misafir etmediler. Nihayetinde bir evin sahibi oğluna seslendi. “Bunları ahırın sıcak odasına götür de oğlum orada kalsınlar.”  Kış ayında o günün şartlarında ahırın sıcak odası bizim için saray gibidir. Bağışlayın Hilton gibi gelirdi. Çünkü dışarıda kalmadığımıza şükrederiz. Bunu söylerken hiç çekinmiyorum. Emeğimizle çalıştık, zorluk çektik ama nimete kavuştuk. İftihar ediyorum. O gece samanlıktan üzerimize saman da kayıp döküldü ama yine de geceyi orada geçirdik. İki gün samanın içinden eşyalarımızı bulup, çıkardık.

Çoğunlukla eski pamuk yataklar ve yorganlar bir iki senede bir hallaç tarafından yeniden elden geçirilirdi. Yeni yatak yorgan ancak ki evlenen olursa, o hanenin maddi imkânı elveriyorsa yeni yatak yapılırdı. Eski yataklar kullanıla kullanıla sertleşirdi. Açılıp, çırpılır ve hallacın yayından geçirilince yeni gibi olurdu. Eski döşekler balkon veya dam gibi açık bir alanda çırpılıp elden geçirilirdi. Ortalık toz duman olurdu. Onun için içeride yapılmazdı. Hanımlar ev kirlenmesin diye biraz uzakta yapılmasını söylerlerdi. Hallacın çektiği sıkıntıyı kimse hesaba katmazdı. Yatak yeniden bez kılıfına konulur, yorgan da eşit bir şekilde yeniden dikilirdi. Bir defasında Tarsus’ta yapmak için açtığımız bir yatağın pamukları arasından bir altın bilezik ve iki sarı lira çıktı. O gün bir şey demedim. Belki bir yitiğimiz var derler diye bekledim. O arada kendi kendime savcı oldum, hâkim oldum. Bunun sahipleri belki bu altınlarla bir iş yapacaktır diye düşündüm. Ertesi gün oldu, dürüstlüğüm gizlemeye elvermedi, kapılarına gittim. “Kayıp bir şeyiniz var mı” diye sordum. Yok dediler. Elimdeki altın bileziği ve liraları gösterdim. Bunlar sizin pamuk yatağın içinden çıktı dedim. Hayretle, “Aboooov bu bilezik kaynanamın bileziğiydi” aha sizin bileziğiniz ve altınlarınız dedim teslim ettim. İçim rahatladı, büyük bir yükten kurtulmuş oldum. Rahat bir uyku uyudum. Daha sonra Adana Mersin’deki hemşehrilerden modelli yorgan dediğimiz işlemeli yorgan yapan işi geliştirenler oldu. En meşhuru Ali Ustaydı. Esasahtan ustaydı. Herkesten pahalı yapardı ama işi birinci sınıftı. Mengelisliler hallaçlık işini Aşudulu ustalardan öğrenmişlerdir.  Bizim büyüklerimiz de hallaçlığı da susam/tahinciliği de Ermenilerden öğrenmişlerdir. Ermeniler çok sanatkâr ve maharetli kimselerdi.

Mersin’deki Aşudulular genellikle mobilya sektöründe daha ileri gitmişlerdir. Görerek, kâr oranını sınayarak mobilya sektöründe kâr daha fazla olduğu için tercih etmişlerdir. Bizim memleketin insanı ticari açıdan çok uyanıktır. Ticari zekâ çok gelişmiştir. Ermeni komşularımız da ticarî açıdan zaten başarılı kimselerdi. Ermenilerden ben hiç hamallık yapan görmedim, duymadım. Maraş’tan gider mal alır, gelir Sivas, Kangal, Hekimhan da satar. İki gün evinde kalır yine mal almaya giderdi. Böylece ticaret yapar, geçim temin ederlerdi.

Aşudu’da Yukarımahalle ve Şuğul mahallesinde Ermeniler daha yoğun yaşarmış. Kayalarda Manastır var. Çocukluğumda anlatılanlara göre; manastırı altın heykellerle bezemişler imiş. Yangın geçirmiş, soyguna definecilerin talanına uğramış. Birkaç tane de kilise var imiş.  Bazı evlerin tarihi bölümleri, özellikle ermeni ustaların ahşap tavan işçilikleri duruyordu ama evler yeniden yapıldıkça o kısımlar da yıkılıp gitti. Şimdi hiç birisi kalmadı…