Osman Hulusi Efendi Divan’ında[1] Allah’ın dışındaki herşeyden, masiva ve ağyardan sıyrılmayı tavsiye etmektedir. Allah’tan başka dost olmadığını hatırlatmaktadır. Hakk’ın huzurunda başkalarına bel bağlamanın, ilahi makamda başkalarını görmenin ne kadar anlamsız olduğunu belirtmektedir. Bülbül sandığımız kargaları o gül bahçesine götürmemiz gerektiğini ne kadar güzel beyan kılmaktadır:
Ağyârı koy ol meclis-i dil-dâra götürme
Bülbül sanuban zâğı o gül-zâra götürme
İmtihan dünyasında yaşıyoruz. Bu dünyanın gelip geçici heveslerine kendimizi kaptırmamamız gerekiyor. Dünya varlığına bel bağlamak, dünyalık servetlere kavuşayım derken asıl sermayemizin kaybetmek çok büyük bir sancıdır. Dünyanın malına ve mülküne aldanıp gerçek davamızda uzaklaşmak ana problemdir. Müslüman olduğumuz halde, Allah’a iman ettiğimizi söylediğimiz halde gaflete düşüp Rabbimize gereğince bende olamadığımız bir gerçektir. Kimi zaman bu fani dünyanın geçici zevkine ve sefasına aldanmakta, bütün yatırımımızı maalesef dünyalık mala ve mülke yapmaktayız. Dünyalık menfaatler elde etmek uğruna bir ömür harcamaktayız. Dünyalık kazanımlarımızı korumak uğruna nice badireler atlatmaktayız. Ne acı bir gerçekliktir ki, dünyalık beklentilerimiz, menfaat kavgalarımız, maddi ihtirazlarımız yüzünden kimilerine dost kimilerine düşman kesilmekteyiz. Menfaatlerimiz gereğince kimilerinin gönlünü almaya, kimilerinin gönlünü kırmaya kalkışmaktayız. Gönlümüzü Bâkî olana kaptırmalıyız. Gelip geçici heveslere kendilerini kaptıranlar, ne gönül darlığından kurtulur, ne de bir ömür boyu dert ve elemden kurtulur. Sahip olduklarımız bizim değil Rabbimizin bize verdiği birer emanetten ibarettir. O nedenle karga mesabesindeki dünyalık hevesleri bülbül zannedip gül bahçesine götürmemeliyiz.
Dünyalık tutkusu bir hastalıktır. Bu hastalığı tedavi edecek bir doktoru arayıp bulmamız gerekmektedir. Tabip arayışına girerken mutlaka ehlini bulmalıyız. Derdimizi anlamayan ve gönül derdimizi bilmeyenlere gidip onlardan derman isteme handikabına Hulusi Efendi şu şekilde dikkatimizi çekmektedir:
Bu derdine bir çâre ara bul da tabîbi
Nâ-mahreme derd-i dili tîmâra götürme
Manevi hastalıkların tedavisini gerçekleştirecek gönül doktorları hakikat erleridir. Onlar elindekilerin varlığına sevinip gururlanan isimler değildir. Geçici zevklere dalıp aldananları gaflet uykusundan uyandıranlardır. Dünyalık hırsına kapılmaktan uzaklaşmaya, rızkımızın Allah’tan olduğuna inanmaya, biriktirdiklerimizin emanet olduğuna dikkat kesilmemizi isterler. Menfaat devşirmeye kalkışan, kendisi hastalıklara müptela olduğu halde başkalarını tedavi etmeye kalkışanları yol haramileri olarak niteleyen Osman Hulusi Efendi onlara karşı dikkatli olmamız gerektiğini vurgulamaktadır. Allah bizim gerçek dostumuzken bizi O’ndan ayıran tüm ağyâr bizim düşmanımızdır. Ne yapıp edip gönül derdimizi bir tabîb-i hâzıkın eliyle dermana kavuşturmamız gerekmektedir. Derdimizi dökeceğimiz, kendisinden deva bekleyeceğimiz, sırlarımızı açacağımız gönül tabiplerini iyi belirlememiz gerekmektedir. Her türlü dert ve sıkıntılarımızı, dünya sevgisiyle yatıp kalkan, dünyasını ve âhiretini bu uğurda satanlarla paylaştıkça çare değil, bilakis başka zorluklarla karşılaşmaktayız.
Hakiki dost olan Cenâb-ı Hak’la pazar eylememizi, O’nun başbaşa kalmamızı, sadece O’nunla alıp satmamızı, başkalarına hâlimizi ve derdimizi açıp da onlardan bir şey istemememizi şu şekilde hatırlatmaktadır bizlere:
Kur dost ile pâzârını al sat tek ü tenhâ
Bîgâneye sır verme o pâzâra götürme
Dertlerimizi paylaşacak, sırlarımızı açacak yegâne merci Cenâb-ı Hak’tır. Ona hâlimizi arz etmek için, başka bir mevki ve makama, zaman ve mekâna ihtiyaç yoktur. Gerçek sevgili ve dostumuz yâr dediğimiz vazgeçilmez değerimizdir. Gönülde sevgiliden başka yer eden, sevilen, ilgi duyulan diğerleri ise ağyar olarak nitelendirilmektedir. Gönlümüzde Allah sevgisinden başka yer alan ilgi ve alâkaların hepsi ağyar cinsindendir. Bunların hepsi masiva olarak görülmektedir. Sahip olduğumuz en değerli hazinemiz gönül olup gönlümüz herşeyden önce bir nazargâh-ı ilâhîdir. Onun için gönlü pak eylemek esastır.
Osman Hulusi Efendi, bu gazelinde bize dertlerimizi ve sıkıntılarımızı nasıl ve ne şekilde gidereceğimizi, gönlümüzü pak edip hâlimizi kime nasıl arz edeceğimizi şu şekilde ifade etmektedir:
Yak cânını aşk oduna tâ ki yanakalsın
Ferdâya anı yakmağa şol nâra götürme
Açdırmak için bâbını bu genc-i derûnun
Var ârife nâ-mahrem-i esrâra götürme
At yok olacak varını bir vara eriş kim
Varı yok olan varını ol vara götürme
Yek bakışla etmeğe bu seng-i dili kîmyâ
Bul bâsiri bînâsı yok ebsâra götürme
Cân u dili pâk eyle de cânâna fedâ kıl
Nâ-pâkleri pâk dil-i dîdâra götürme
Ağyâr kim imiş yâr kim imiş eyle tefekkür
Bil yârını bu sözleri ağyâra götürme
Hulûsî ağart yüzünü de dosta revân ol
Halvetgeh-i dil-dâra anı kara götürme
Şiirde Hulusi Efendi’nin sıkıntılardan kurtulmaya ve gönlümüzü pak etmeye dönük tavsiyelerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Aşk ateşiyle yanıp tutuşalım.
2. Yarın kıyamet gününde bizleri cehennem ateşinde yakacak bir amelde bulunmayalım.
3. Gönül hazinesinin kapısını açtırmak için arif bir zata teslim olalım.
4. Gönlümüzdeki sırları namahreme götürüp derdimizi namahremlere açmayalım.
5. Bu dünyada yok olup gidecek varlıkları terk edelim.
6. Bâkî olan Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna fani varlıkların sevgisiyle gitmeyelim.
7. Bir bakışla taş gibi olan gönülleri kimyaya çeviren basiret sahiplerini arayıp bulalım.
8. Görmesi ve basireti olmayanlara gidip de derdimizi anlatmayalım.
9. Gönlümüzü ve dilimizi tertemiz kılıp kendimizi cananımıza feda eyleyelim.
10. Temiz olmayan gönülleri, tertemiz olan sevgilinin huzuruna götürmeyelim.
11. Gerçek dost ve düşmanın kim olduğunu iyi düşünelim.
12. Hakiki dostumuzu bilip sırrımızı başkalarına söylemeyelim.
13. Dostumuza giderken yüzümüzü ak eyleyelim.
14. Gönlümüzün yegâne sahibi olan sevgilinin huzurunda baş başa kaldığımız zaman, sakın ona kara yüzle çıkmayalım.[2]
[1] Es-Seyyid Osman Hulûsi Darendevî, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, haz. Mehmet Akkuş & Ali Yılmaz, Nasihat Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2013, s. ?. (360)
[2] Mehmet Akkuş, “Yâr Kim Ağyâr Kim? ”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 15, Sayı: 103, Mayıs 2009, s. 12-13.
[3] Mehmet Akkuş, “Yâr Kim Ağyâr Kim? ”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 15, Sayı: 103, Mayıs 2009, s. 12-13.