Ömer HİDAYET


Elazığ: 6,8

“Paylaşılan acı, sevinçten daha çok birleştirir.”


Felaketler, milletlerin yarın ki ortak sınavının geçer ve yaşam notunun göstergesidir desek, mübalağa etmiş olmayız. 25 Oak, Saat; 20.55 olduğunda ülkemiz 40 saniye süren bir depremle sarsıldı. Merkez üstü, Elazığ İli Sivrice ilçesi idi. Yüzeye yakın olması, fayzın denilen tabakaların ters yönde birbirinin üstüne geçmesi, yaklaşık 700 kilometrelik bir alanı etkiledi. Onun için ülkemiz bir depremle sarsıldı dedim. Yaklaşık, otuz ilimiz sallandı, adam akıllı hissesildi. İç Anadolu’dan Niğde, Kayseri, Kuzey Karedeniz’den Ordu, Giresun, Güney’den Hatay ilimize varan bir fay hattını etkilemişti.

Acılar, afetler, olağanüstü olaylar, bir anlamda milletlerin en ciddi bir imtihanıdır. Bir olmak, birlik olmak, acıları içselleştirmek, bağrımıza taş basıp, ayakta kalmaya çalışmak, bizim necip Türk milletinin dün olduğu gibi bugünde alameti farikası oldu.

Dün, İstiklal Savaşında, battaniyesini “Bu millet malıdır, diye çocuğunun üzerinden alıp, mühimmatının üzerine atan anne ne kadar, milet için, vatan için, bayrak için sayu gayret içinde ise, bugünde komşusuun enkaz altında sesine ses olan, tırnağıyla taşı toprağı kazıyarak, birşeyler yapma gayretini gösteren , yine aynı ruh ve mana atmosferini soluyordu.

Bu depremde, Devletimiz tüm kurum ve kuruluşları ile organize bir şekilde bölgeye intikal ettiğinde, henüz bir kaç saat olmamıştı. Birde, 17 Ağostos 1999 ,7.4 şiddetindeki Marmara/Gölcük depremini hatırlayalım. Gün ağarmış, yeni yeni olayın vahameti ortaya çıkıyordu. Ne bir müdahele, ne Afat, ne Kızılay ne başka bir yetkili ortada yoktu. Sabah olduğunuda herkes neyin  nasıl olduğunu, yıkıntıları, felaketin derecesini ve şiddetini güneşin ışıkları ile birlikte görüyordu. Dönemin Başbakanı koordineyi TRT aracılığıyla yapıyordu. Asıl yıkım, bu ilgisizlik ve ortada olmayan devlet kurum ve yetkilileri değil miydi? Ceset torbaları bulunamıyordu, intikal eden bir kurtarma timi, ortalarda görünmüyordu. Saatler sonra, başlayan kurtarma ve müdahele, ölü sayılarının hızla artmasına neden olmuş, geç gelen müdahele ve organizesizlik, enkazın altından canlı çıkarılsada, uzun süren travmatik ve nevrotik hastalıkları beraberinde getirmişti. Günler süren, rehabilite ve oryantasyonlarla kurtulanlar, ancak uzun bir zaman geçtikten sonra hayatlarına döndürülebildiler.

Elbette, iki depremi karşılaştırmak gibi bir niyetim yok. Ama dün ne idik, bugün nerelere geldik bilinmesini istiyorum. Yeni Z kuşağımız, maalesef herşeyin böyle, hazır,”armut piş ağzıma düş “hazırcılığında oldukları için, bu depremde ki tüm kamu kurulaşlarının bir noktadan ahenk ve uyum içinde, başarı ve koordinesinin hızını bilemezler.

AZİZE: SEN BİR ANNESİN

Simge isimler, sembol şahsiyetler vardır böyle zamanlarda. Çanakkale’de Yahya Çavuş ,Seyit Onbaşı, Kurtuluş Savaşı’nda, Antep’li Şahin Bey, Maraş’lı Sütçü İmam, Erzurum’lu Nene Hatun, Kastamonu’lu Fatma Bacı gibi. 15 Temmuz’da milletine ve devletine kasdeden hain FETÖ mangurtlarına karşı yaptığı canfeda bir sembol isim Niğdeli Ömer Halis Demir olmuş ,adeta sembolleşmişti. Cumhurbaşkanımızın, Milletinin sokaklara çıkma çağrısını canlı yayınla duyuran sunucumuz Hande Fırat olmuştu. Bu tutum ve cesaretiyle milletimizin, büyük takdir ve sevgine mazhar olmuştu.

Elazığ depremininde sembol ismi, Adıyaman sağlık çalışananlarından UMKE gönüllüsü Emine KUŞTEPE hanım kardeşimiz oldu. Cesarati, soğuk kanlılığı, eşsiz merhamet duygusu,sesine yansıyan metanet ve asil duruşu ile  milletin gönlüne girmeyi başardı. Sekiz can kurtarmıştı çalışma arkadaşlarıyla. Elbette, yalnız değildi, arkasında güçlü ve bir o kadar irade sergileyen bir ekipten bahsediyordu.

“Azize, azize sen annesin, ordakilerin annesi sensin” uyarısı dalga toprağın altına doğru, merhamet ve iradeden bir şimşek olup, aktı. “Sakın uyuma, telefonunu hep açık kalsın, onlarla konuşmaya devam et” diyerek takdire şayan, ruhlara işleyen bir motivsyon ve telkin örneği gösterdi.

Evet, bazan küçük bir dokunuş, yalın ve anlaşılır bir cümle, karşıya atom bombası çapında olumlu etki yaptığını Emine Hanımın, soğuk kanlı ve metanet yüklü  bu başarısında gördük.

GECENİN AYAZINI ISLATAN BİR SESSİZLİK: İKİ DAMLA GÖZYAŞI

Elazığ depreminin, eksi 15 dereceye varan bir ortamda arama ve kurtarma çalışmalarının yapılması, başka bir zorluğu beraberinde getiriyordu. Bir enkazın etrafında kümelenmiş bir ekip sormlusundan bir istek ve uyarı anonsu geldi. “Akustik sismik ses dinlemesi yapılacaktır. Lütfen adım dahi atmayın, herkes olduğu yerde kalsın” uyarısı yapıldığında, kadraja giren bir muhabirin kısık ve titrek sesi duyuluyordu. Sukut, sanki kartopu olmuş, dalga dalga muhabirin yüreğinden akıp, enkazın altında, kurtarılmayı bekleyenlere doğru akıyordu. Muhabir ağlıyordu. O an damlalar, sanki çölde sususzluktan dudakları çatlamış bir yüreğe, umut taşıyordu. Sessizlık, taş kesilmişti, muhabirin gözyaşı sessliği bölen bir merhamet bulutu olnuş, yağıyordu. Evet, çokta dillendirlmeyen , ekran karşısında bütün bir milletin gözyaşını ılgıt ılgıt harekete geçiren ,bu merhamet timsali, yiğit anadolu evladı CNN Türk muhabiri , Fulya ÖZTÜRK ‘ten başkası değildi. Bu, çokta dikkati çekmeyen, küçük gibi görünen ama etkisi büyük davranışı ile milletin gönlünde sembolleşmişti.

Bu depremde, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Devletimizin ve milletimizin müşfik eli, en kısa sürede bu yaraları sarmayı başaracaktır. Yeterki, birliğimize ve dirliğimze halel getirmeyelim.