Ömrü boyunca peygamber sevgisini içselleştiren Osman Hulusi Efendi sevdasının gereği olarak Peygamber Efendimizin emanetlerine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Peygamber sevgisinin ancak Kur’ân ve sünnete sımsıkı sarılmakla kemale ereceğini dile getirmiştir. Kur’ân ve sünnetin hayata geçiren ashab-ı kiram ve ehlibeyt nesline hayranlığını dile getirmiştir. Silsile manzumesinde onun bu iştiyakını açıklıkla görmekteyiz. Ehlibeyt üyeleri olarak Hz. Ali (k.v.), Hz. Fatıma (r.anha.), Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)’den bahsederken olanca hissiyatını şu şekilde nazma dökmektedir:
Verâsetle erişdi çün siyâdet
Ana da vâlidesinden tamâmet
Ki oldur pederi ayn-ı Rasûl-i Ekrem
Anası Fâtıma’dır nûr-ı akdem
Babasıdır anın çün Şâh-ı Merdân
Aliyyü’l-Murtazâ sultân-ı ekvân.
Ehlibeyti güle benzeten Osman Hulûsi Efendi, kendisini neseb-i âliye mensup bir evlat olduğunu şu şekilde nitelemektedir.
Hulûsî sulbümüz el-hak
Rasûl’ün âline mülhak
Altun silsilenin mutlak
Hep kavmi kardaşı güldür.
Altın silsilenin bir halkası olmaktan iftihar duyan Osman Hulusi Efendi, seyyitlerin herbirini o gül neslin bir parçası olduğunu dile getirmektedir. Peygamber Efendimizin yoluna ve nesline bağlı kalmayı hayatının mirengi noktası olduğunu şiirinde şu şekilde beyan kılmaktadır:
Bülbül gibi gül-zârına ol gamze-i sehhârına
Kurbânım her etvârına bakmam cihânın varına
Bir gün gelip bakmadınız Âl-i Rasûl’ün zârına
Derdiyle giryân olduğum aşkıyla nâlân olduğum
Hâl-i perîşân olduğum hep olduğum pâzârına
Bir gün gelip bakmadınız Âl-i Rasûl’ün zârına
Cellâd elindeyim esîr bakmam cihânın varına
Bir gün gelip sormadınız Âl-i Rasûl’ün zârına
Bir evlad-ı Resûl olarak birçok sıkıntılara katlandığını ve zorluklarla karşı karşıya kaldığını söyleyen Osman Hulûsi Efendi, gül ve gül yüzlüler için nice dertlere düştüğünü beyan kılmaktadır. Ancak bunu takdir edemeyen vefasızların hiçbir zaman bu durumlarla ilgilenmediğini belirtmektedir. Yarın huzur-ı mahşerde Peygamber Efendimizin ehlibeytine yapılan haksızlıkları ve insanların ilgisizliğini, hürmetsizliğini soracağını hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmalarla ehlibeyte sahip çıkılması gerektiğine vurgu yapmakta ve şöyle seslenmektedir:
Rasûl’ün âline buğzun Rasûlu’llâh’a buğzundur
Rasûlu’llâh’a buğzun Allâh’a buğzundur.
Asırlardır ümmet-i Muhammed’in kanayan yarası olan Kerbela olayından dolayı kendisi de yürek sızısını dile getirmektedir. Ehlibeyte yapılan buğzun ve kötülüğün, Peygamber Efendimize, hatta Rabbimize yapıldığına dikkat çekmiştir. Konuya yaklaşımlarının özeti tarzında Mektubât-ı Hulûsi-i Darendevî’den aktaracağımız şu pasaj bu gerçeğin bir ifadesidir:
“Ey hâk! Tinet-i pâkın şol nurdandır ki, zübde-i mahlûkâtın sulb-i pâkinden intikâl etmiş ve ol mefhar-ı dü-cihânın silsile-i mîrâcına imtisâl etmiş ve cevher-i rûh-ı pür-fütûhun ol tarîki tutup ve ol harem-serâyın kapısına kurbanlığa baş koyup kesb-i nakdî visâl etmiş. Bu kemâle şol sözler şâhit yeter ki hakkınızda ol şâhid-i âdil ve ol ârif-i kâmil, (Hıyâru ümmetî ehibbâihim), hadîs-i şerifiyle işâret buyurup Hatîb Efendi ihvân-ı kirâm arasında eshâb-ı güzînin güzîdelerinden Cenâb-ı Ömer (r.a)’e benzer diye tebşir buyurmuşlardır.”