Prof. Dr. Ramazan Altıntaş


DİNLEMEK EĞİTİM YÖNTEMİDİR

DİNLEMEK EĞİTİM YÖNTEMİDİR


Hz. Mevlânâ,  eseri Mesnevî’ye “Bişnev/Dinle” diye başlar.

Tasavvuf terbiyesinde temel ilke, söylemek değil, dinlemektir. 

Sahabe, yüz yüze eğitime dayalı sohbet yöntemiyle yetişmiştir. Cibrîl hadisinden öğrendiğimiz kadarıyla, vahiy meleği Cebrail’in doğruca Allah elçisinin yanına gelip diz çökerek oturup dizlerini onun dizine dayaması, ellerini de dizlerinin üzerine koyması, sonra da dinin temel ilkeleri konusunda soru-cevap metoduna dayalı müzakerede bulunması, hoca-talebe ilişkisi sergilenmiş olması yüz yüze eğitimin nebevî bir yöntem oluşunun en açık örneğidir.

Önce edep, sonra ilim tahsili.

Eğitimde yüz yüze hoca-talebe ilişkisi.. Çağdaş eğitim anlayışlarının bile en ideal eğitim yöntemi olarak işaretledikleri husus bu.

Eğitim-öğretim işi aceleye gelmez. Belli bir süreç dâhilinde olgunluk dönemi geçirmesi gerekir. Nitekim bir şiirde şöyle denmiştir:

Gör zâhidi kim sahib-i irşâd olayım der,

Dün mektebe vardı, bugün üstâd olayım der.

Bu şiirin muhtevasından anladığımız kadarıyla, henüz “olmak”lık olgunluğuna erişmemiş kimseler, “dinleyemedikleri” için gerçek anlamda “öğrenme” aşamasına varamazlar. 

Dinlemek, bir Kur’an yöntemidir. Nitekim Kur’an’da ‘dinleme’nin bir öğrenme tarzı olduğuna dair birçok âyet vardır:

“Onlar, sözü (önce) dinlerler (sonra da) en güzeline uyarlar.” (Zümer, 18).

“Cinlerden bir grup, Kur’an’ı dinlerler..” (Ahkaf, 29).

“Vahyolunanları dinle.” (Taha, 13).

“Dinle! O münadinin bağıracağı günü yakın bir yerden.” (Kâf, 41).

“Kur’an okunduğu zaman onu dinleyiniz…” (A’raf, 204).

“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, onu dinleyin: Sizlerin Allah’ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de istenen de âciz.” (Hacc, 73).

Başta Allah ve Rasûlünün, enbiya ve Allah’ın velî kullarının kutlu sözlerinin her biri nasihat kaynağıdır, bilgi membaıdır, feyiz ve bereket ravzasıdır. Bu sebeple talebe-hoca ilişkilerinden doğacak feyzin elde edilmesi, insanda dinleme iradesi ve engin gönül açıklığına dayanır.

Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla helâk olan kavimlerin ekseriyeti peygamberlerin getirdiği mesajlara kulaklarını kapamalarından kaynaklanmıştır. Çünkü ilim ve bilgi elde etmede dinleme organı olan kulak, görme organı olan göz; kulak ve gözün elde ettiği bilgileri analiz ve senteze tabi tutan akıl çok önemli bir bilgi vasıtalarıdır. (bkz. el-İsrâ, 36) Çünkü ham bilgi, filozofların bilgi kovası dedikleri akıl kovasına göz ve kulak yoluyla akar. Örneğin, insanlık tarihine baktığımız zaman Hz. Nuh (a.s)’ın kavmi, O’nun getirdiği ilahi mesajı dinlememek için kulaklarına parmaklarını tıkamışlar, elbiseleriyle yüzlerini örtmüşler, küfre dayalı hayat tarzlarını sürdürmek uğruna büyüklük taslamışlardır. (Bkz. Nuh, 7). Bu sebeple, mü’minler her türlü önyargılardan uzak olarak ilim ve hakikat uğruna din ve dünyalarını mamur etmek adına önce sözü dinlerle ve sonra da en güzeline uyarlar.

Konuşmak, dinleme ve öğrenmenin sonucudur. Kuş yavruları bile belirli bir müddet analarını-babalarını dinliyorlar, öğrendikten sonra da ötmeye başlıyorlar. Bizde de “erken öten horozun başını keserler” deyimi meşhurdur.

Mevlânâ’da “ney metaforu” insan-ı kâmili anlatmaktadır. İnsan-ı kâmil oluş derecesi bir üst bilgi ve maneviyat düzeyidir. Çünkü o düzeye erişenler alıcı olmaktan ziyade verici olma makamına gelmişlerdir. Bu sebeple mü’min insan, dinini kimden öğrendiğine dikkat etmelidir. Nakıs düzeyde kalanlardan bilgi aktarımı da nâkıs ve sorunlu olacaktır.  Bir de unutmayalım ki, insanoğlu vefat ederken en son işlevini kaybedecek olan işitme organı kulaktır. Sebebi, son nefesine kadar kelime-i şahadet telkinine açık kalacaktır. Efendimizin, “kim Lâ ilahe illallah diyerek vefat ederse, cennete girer (Müslim, “Kitabu’l-İman’ 10) buyruğu bunun içindir. Bundan dolayı vefat anında aralıklarla bu kelime-i tayyibeyi telkin emri verilmiştir.

Ne mutlu önce dinlemesini bilenlere!..