Cemil Gülseren


Dereden Tepeden


                Hani olur ya yarenlik edeceğiniz tutar, üç beş kafa dengiyle öteden beriden söz sohbet edersiniz. Eliniz telefona gitmeden, kulağınız dış sese kapalı, yüz yüze, göz göze bir sohbettesiniz diyelim. Televizyonsuz, telefonsuz sade bir çayla muhabbette iseniz dakika tutun ne kadar sürecek? Kimse kimseyle bahse falan girmesin. Herkes kaybeder.  O denli bağlanmışız ki sormayın.

                Havadan sudan da olsa konuşsak, dinlesek; ondan bundan da olsa anlatsak, anlasak yok mu? Sanki kaymaklı ekmek kadayıfı tadında kalsak hani ya.

 İletişimi duvarlarda, sıralarda, banklarda yazarak sürdürenler, içini döken bu isimsiz yazarların okuyucusu da yazarı gibi kayıt dışı. Az ve öz yazarlar. Anlamlı, sivri, pratik zekâ ürünü ürünler kimi zaman da kamyon arkalarında, dolmuş camlarında boy gösterirler. Okurken tebessüm de ederiz: Oyunu ayakta alkışladım; oturacak yer yoktu. İşte bu kadar. Daha avam bir örnek: Alfabe artık 28 harf; ?O´ şimdi asker.!...

İnsanın kendinden bahsetmesi her ortamda itici gelir. Söyleyen sıkılmadan söyler ama dinleyen sıkılmaktan patlar. En çok da öğretmenler yapar. Yazar-sanatçı taifesi de çok düşkündür kendinden söz etmeye. Siyasetçilerin yaptığı sanki çok farklı bir şey. Üstelik asli görevleriymiş gibi algılandığı için değerlendirme dışında tutulur. Medya bu türden programlara daha bir düşkün. Demek ki talep var. Ben şunu yaptım, bunu geliştirdim. Bana gelin, beni seyredin, beni okuyun, beni dinleyin. Yalnızca bende kalın, bizde kalın. Sözün kısası sosyal medya tabiriyle beni beğenin beni. Gayemiz bu. Pazarlamacı televizyon kanallarımız bile bu çizgiden sapmazlar. Ben iyileştiririm, ben zayıflatırım, ağrınızı sızınızı ben keserim. Bana bakın, benden bunu alın tamamdır. ( Ben satıyor bir krem, sen alıyor, sürüyor, sürünüyorsun. O para kazanıyor. Boşa mı gider, hoşa mı?.. Bilmem gayri.) Paracıklar son zamanlarda aslı yok yaylasında beş yüz koyunu olan tosuncuklara gitmiş. İddialı büyük laflar edenlere atalar demiş oysa: Azıcık aşım, dertsiz başım. Helal-haram karman çorman. Bu haberler çoğaldıkça çoğalıyor. Haliyle asabınız da bozulur, diliniz de. Aklınıza da mukayyed olun, dilinize de? Deli olmayınca akıllı geçinemezmiş. Bir keresinde erenlerin birine ; ? Ahlâk-ı umûmiyye? fesada vardığından bahis olunurken; ? Böyle giderse dünya yıkılacak, alt üst olacak.? Demişler. ?Ne bilirsiniz?? Belki altı üstünden iyi çıkar.? Demiş.

Zengin, ünlü ve ağzı laf yapan, renkli bir sima idi rahmetli Sakıp Sabancı. Çok da üretken bir sanayici idi. Bir öğüdünü okumuştum: ? Kim akıllı üretir ise onun yanında olun. Kim akılsız tüketir ise ondan uzak durun.? Bırakın sanayiyi tarımda bile üretmekten çok tüketen durumdayız. Bu günleri görmedi iyi ki. Divân-ı Hulûsi-i Darendevi´de ?akıl´ şöyle dizelenmiş:

?Akıl gider âr olur    /    Varı tarümar olur

Varlık gamından geçer   /    Gönül yara yar olur.? Herkesin aklı ayrı; aşkı ayrı. Değil mi yoksa?

Otuz-beş kırk yaşına gelmiş olduğu halde evlenmemiş bir Bektaşi dervişine;

-Baba efendi, hamd olsun hâlin vaktin yerinde. İhtiyar da değilsin. Böyle bekâr kalmanızın sebebi nedir, niçin evlenmiyorsun? Diye sorduklarında,

-Azizim, şöyle bir etrafıma bakıyorum. Ne kocası olmayı arzu edeceğim bir kadın ve ne de babası olmasını isteyeceğim bir evlat göremiyorum.? Burada kessek yetmez mi? Ahkâm kesmenin, sunumlar yapmanın, kişisel gelişim kitapları yazmanın- okumanın hiç de gereği yok. Nafile. Niye, neden, niçin soruları cevap bekliyor. Sorun kişisel değil artık. Enine boyuna, a´dan z´ye araştırılmalı, çalışılmalı. Köyler niye boşalıyor, şehirler niye ha bire doluyor. Şunlar niye arttı, bunlar niye azaldı? Uzar gider. Deliyle zengin aklına geleni yaparmış. Peki diğerlerine ne oluyor? Yerinizi biliyor musunuz? Hangi taraftasınız? Bir sohbet sırasında Arif Nihat Asya´ya:

-?Eğilir, bükülür, katlanır, istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş.´ derler. Arif Nihat Asya, buna şöyle cevap verir:

-Desenize, eninde sonunda camı da kendimize benzettik.

Neler nelere benzemedi ki. Elhamdülillah.