Büyük davanın neferi olanların derdi de büyüktür. Derdi olanlar uyanık olur. İnsan derdiyle anlam bulur. Derdi olanların benlik, keyfilik, menfaat, rehavet ve gündelik bir seyri yoktur. Ebediyet yolcusunun yol hazırlıkları ciddi, beklentileri yüksek, iştiyakı tam ve kalbi uyanıktır.
Perîşân zülfünü gördüm perîşân olmamış gönlüm
Açılmış gül yüzün ammâ ki handân olmamış gönlüm
Sezâ-yı lutfun olmakdır safâ-yı derdini bulmak
Ne bilsin derd-i zevkin derde dermân olmamış gönlüm
Harâb-ı nergis-i mestin gözetmez özge ta’mîri
Demek kim nergis-i mestinle vîrân olmamış gönlüm
Saâdet isteyen senden sana cânıyla râm oldu
Sana cânıyla râm olmakla kurbân olmamış gönlüm
Kapında devletim kullukda dâim olmadır ey dost
Şükür matlûbu senden gayrı ihsân olmamış gönlüm
Gam-ı hicrinle nâ-şâd olmayıp şâd olmada dâim
Ümid-i vaslın ile bend-i hicrân olmamış gönlüm
Hulûsî n’eylesin varlık hayâl-i yokluk olmasa
Cemâl-i bâ-kemâle karşı hayrân olmamış gönlüm.
diye seslenen Osman Hulusi Efendi, tıpkı Fuzuli için aşk derdiyle hoşnutluğundan bahsetmekte, tabibine ilacından el çekmesini söylemektedir. Derdin sefası ile bize, asıl dermanın derdin bizzat kendisi olduğunu söylemektedir.
Derdini dermana dönüştürenler arayış içerisindedirler. Dert ise güçlü kılar. Dert insanı uyanık kılar. Dert arındırır. Dertle insan safileşir. Derdine sadık kalanların şikâyeti olmaz. Derdi büyük olanlar basitleşip sıradanlaşmaz. Derdinden hoşnut kalanlar kimseye dert olmaz, başkasına sıkıntı çıkarmaz. Derdiyle meşgul olanlar başkalarının derdini alırlar. Derdiyle barışık yaşayanlar şikâyet etmez, rıza kapısından içeri girer, Hakk’ın lütfunu da kahrını da bir görürler. Dert insanı ağlatır. Dert sahibini derin derin düşündürür. Dert insanı yollara düşürür. Dert insanı harekete geçirip hızlı davranmasını sağlar.Artan derdinin seyrine dair hayretini Osman Hulusi Efendi şu şekilde dile getirmektedir:
Nedir bu hikmeti bilmem ki yarayı ne hâl oldu
Bu derdim gün-be-gün artıp işim âh u melâl oldu
Beni bir yâr derdine giriftâr eyledin ki hîç
Halâsı yok ne derd olduğunu bilmek muhâl oldu
Kime arz eylesem bu derdimi hergiz devâ bilmez
Kesildi tâb u tâkat cism-i bîmâr bî-mecâl oldu
Harâb oldu gülistân-ı gönül şimden gerü artık
Figân etmez olup bülbüllerin dilleri lâl oldu
Cemâl-i vasl-ı cânân ile handân olmuş iken dil
Geçen eyyâm-ı vuslat şimdi hep hâb u hayâl oldu
Yatarsın gaflet içre ey gönül bir gün sana derler
Uyan ey gâfil uyan gör ki vakt-i irtihâl oldu
Hulûsî ayrı düşdü bülbül-veş şu gülistândan
Murâdı vasl iken tağyîr-i hâl-i infisâl oldu.
Şiirinde derdini Rabbine beyan eden Osman Hulusi Efendi, nasıl bir hale düştüğüne bir türlü anlam veremediğini, gün geçtikçe derdinin arttığını, derdin kendisini inlettiğini, sıkıntılara maruz kaldığını dile getirmektedir. Allah’ın kendisini büyük bir sevgilinin derdine müptelâ kıldığını, bundan kurtulmanın çaresinin olmadığını, içine düştüğü bu derdin nasıl olduğunu bilmeye de imkân bulamadığını belirtmektedir. Derdini kimselere açamadığını, hiç kimsenin derdine çare bulamadığını, dert yükünden dolayı gücü kuvvetinin kalmadığını¸ zaten hasta olan vücudunun dermansız kalıp bitkin düştüğünü söylemektedir. Gönlünün gül bahçesi de harap olunca artık bülbüllerin dilsiz¸ sessiz¸ sedasız kalıp ötmez olduklarını belirtmektedir.
Osman Hulusi Efendi’nin gönül dünyası çağlayana benzemektedir. Onun hayatı tek düze değildir. O hayatı inişli çıkışlı olarak görmektedir. Onun dünyasında derviş tuzu kuru olan, keyfi yerinde olan, keyfince yaşayan, gündelik hayatın seyrine kapılan, rahatına düşkün bulunan, kendini oyun ve eğlenceye kaptıran insan değildir. Ona göre derviş, kemal yolculuğuna çıkan, hakikat dağlarını aşmaya çalışan, sevap deryalarına dalmaya çalışan, çile sahralarında dolaşan, ebediyet arayışına koyulan, ilahi güzellikler vadisinde cevelan eyleyen bir kıymettir. Dervişin durması, dinlenmesi, usanması, bıkması, yılması, şikâyet etmesi olmaz. Dervişin statik ve durağan olanı değil dinamik ve hareketli olanı makbuldür. Dünya imtihanını ciddiye alan derviş dertlidir, hedefi büyüktür, karşısına çıkan kocaman engelleri aşmak zorundadır. Ulvi davanın derdine düşen âşık gönüllere Allah (c.c.) deva ihsan eder. Allah’ın büyük imtihanına kendini hazırlayan, Allah’ın dünyadaki sınamalarına dayanabilen, ilahi imtihanları başarı ile geçmeye çalışan âşıklar bela yağmurunu rahmet sağanağı olarak görmeye, çile ve ıstırap yükünü zevk ve safa donanımı olarak görürler. Osman Hulusi Efendinin gönül dergâhında en temel esas, tahammül ve sebat halidir. Allah’tan gelene rıza gösteren, Allah’ın takdirine teslim olan, Allah’ın hükmüne ram olan Hulusi Efendi, bu tavrıyla acıyı bal eylemenin, mutlu ve bahtiyar olmanın çabasını güder. Diğer ârifler gibi o da derdinin artmasını diler. Kalbinin sızısını Allah’tan başkasına açmaz, kimseden bir çare beklemez, ahvalinden kimseye şikâyette bulunmaz, Allah’tan başka kimsenin desteğine güvenmez. Her an dertten derde düşse de Rabbinden hoşnut, halinden mesrur, gönlü bahtiyardır.
Hulusi Efendi dualarında ehl-i derdin yaranı olma dileğini beyan kılar. O her fırsatta ehl-i derdin lütuf ve ihsanına nail kılınmayı diler. Çektiği mihnet yükünün kendisine Allah sevgisini bahşedeceğini düşünür, ıstırap ve çilenin insanı erdireceği idrakindedir. Ehl-i derdin arasına katılmanın yolunu aşk yolunda mesafe almaya bağlar. Aşkı büyük olanların büyük imtihanlara sürükleneceğini bilmektedir. Kul olma sanatını ustaca icra kılmaya çalıştıkça çektiği sıkıntıları rahmet atmosferi bilmekte, hayatın zorluklarından asla bıkıp usanmamaktadır. Dertlenmenin ne denli büyük nimet olduğunu ortaya koyan Hulusi Efendi Allah’tan derdini artırmasını istemekte ve niyazını şu şekilde sürdürmektedir:
Yâ Rabb bir derd ver ki bana aslâ dermân olmasın
Yak nârın aşkıyla bu cânımı gayrıya biryân olmasın
Arz-ı cemâl eyle ne olur bu âşığın dîdârına
Öyle bir ihsân eyle ki fevkinde ihsân olmasın
İstediği sensin şâhım bu cânımın her ân şâhı
Her-demi hem-bezmi sen ol hûrî vü gılmân olmasın
Bir âşiyân tutsun gönül mürg-i lâ-mekân elinde
Mekânsız mekânı bulup hîç bir mekân olmasın
Yâ Rabb bu Hulûsî kulunun duâsını eyle kabûl
Hayrânı kıl cânını gayrıya hayrân olmasın.