Musa Tektaş


DARENDELİ ÂŞIK BEYANÎ’NİN ŞEYH HAMİD-İ VELİ ŞİİRİ-II

DARENDELİ ÂŞIK BEYANÎ’NİN ŞEYH HAMİD-İ VELİ ŞİİRİ-II


Âşık Beyanî’nin Şiirinde Şeyh Hâmid-i Velî ve Talebeleri

 

Darendeli Âşık Beyânî’nin şiirinde Şeyh Hâmid-i Veli Hazretleri konusuna geçen ayki yazımızda başlamıştık. Şiir gayet uzun olduğu için ilgili dörtlükleri açıklayarak bu ayki yazımızda kaldığımız dörtlükten itibaren devam ediyoruz

 

Diğer oğlu Halil Tayyibi ile

Hacı Bayrâm Velî tutmuş el ele

Önce Şama, sonra Hicaz yoluyla

Hacda pervaneler dönenlerdendir.

Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin Darende’deki önemli bir nesil kolunun varlığı ve bu kolun günümüze kadar geldiği, arşiv belgeleriyle açıkça kanıtlanmıştır. Darende'deki bu kolun gerçek soyağacı ve hazretin çocukları ile torunlarının nesep zinciri hakkında torunlarının elindeki Osmanlı belgeleri detaylı bilgiler sunmaktadır. Darende kolu;  kabri şerifi babasının yanında bulunan oğlu Halil Taybi Efendi vasıtasıyla günümüze ulaşmaktadır. 

Halifesi Hacı Bayrâm-ı Velî

Halifesi, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin hayatı ve tarikatı üzerine yazılmış eserlerde pek çok bilgi yer almakta ve çeşitli kaynaklar bu bilgileri farklı açılardan ele almaktadır. Özetle, Hacı Bayrâm-ı Velî, XIV. yüzyılın ilk yarısında Orhan Gazi döneminde Ankara’da doğmuş ve Anadolu’da önemli bir mutasavvıf ve tarikat kurucusudur. Bayrâmîlik tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bayrâm-ı Velî’nin yaşamı, müderrislikten tasavvufa geçişi ve tarikatının gelişimi üzerine birçok rivayet ve menkıbe bulunur.

Doğum ve Aile: Hacı Bayrâm-ı Velî'nin doğum tarihi hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir, onun 753 (1352) yılında doğduğunu belirtirken, Fuat Bayrâmoğlu 740 (1339-40) yıllarını öne sürer. Eserlerdeki farklı bilgiler, Hacı Bayrâm’ın doğum tarihinin tartışmalı olduğunu gösterir. Hacı Bayrâm’ın babası ve ailesi hakkında çeşitli bilgiler mevcut olup, en yaygın kabul gören bilgi, babasının Koyunluca Ahmed olduğu yönündedir.

Eğitim ve Tarikat: Hacı Bayrâm-ı Velî, ilk yıllarında Ankara’da eğitim almış ve müderrislik yapmıştır. Somuncu Baba’nın (Hamîd-i Velî) etkisiyle tasavvuf yoluna yönelmiş ve onun müridi olmuştur.  Şeyh Hamîd-i Velî’den sonra Bayrâmîlik tarikatını kurarak bu yolda önemli bir etki yaratmıştır. 

Ankara'daki Yıllar: Hacı Bayrâm, .  Şeyh Hamîd-i Velî’nin vefatından sonra Ankara'ya döndü ve tarikatını burada yaydı. Bu dönemde tarikatının geniş bir takipçi kitlesi oluşturdu ve büyük bir manevi etki yarattı. Hacı Bayrâm’ın tarikatı, dönemindeki sosyal ve siyasi koşullara göre etkili oldu.

Siyasi ve Sosyal Etkiler: II. Murad döneminde Hacı Bayrâm-ı Velî’nin büyük etkisi olduğu, hatta dönemin hükümet yetkilileriyle bazı anlaşmazlıklar yaşadığı belirtilir. Sarı Abdullah Efendi’nin eserlerinde, Hacı Bayrâm’ın padişah tarafından Edirne’ye çağrıldığı ve bazı rivayetlere göre bu olayda Hacı Bayrâm’ın padişah tarafından desteklendiği anlatılır. Hacı Bayrâm’ın çevresindeki müridleri ve tarikatın etkinliği, devletin çeşitli kararlarında etkili olmuş olabilir.

Evlilik ve Soy: Fuat Bayrâmoğlu’nun araştırmalarına göre, Hacı Bayrâm’ın beş erkek ve üç kız çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Bu çocuklar, Bayrâmîlik tarikatının devamını sağlamış ve soyundan gelenler arasında önemli bir yer edinmiştir.

Vefat ve Miras: Hacı Bayrâm-ı Velî, 1430 (833 H.) yılında vefat etmiştir ve Ankara’daki türbesi önemli bir ziyaretgâhtır. Tarikatının etkisi, onun vefatından sonra da devam etmiş, özellikle Bayrâmî dervişleri ve müridleri tarafından geniş bir yaygınlık kazanmıştır.

 

Türklükle ve İslam’ın gelişmesine 

İhtiyaç var deyip uymuş hissine

Darende Hıdırlık mahallesine

Oğlu Tayyibiyle konanlardandır.

Anadolu'nun fethedilmesinde erenler, bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu sürecin isimsiz kahramanları olan dervişler ve gaziler, önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Genellikle uç bölgelerde yerleşen bu kişiler, kondukları yerleri imar etmiş ve İslamiyet'i yaymak için çalışmışlardır. Çevreye değerli hizmetler sunan bu manevi liderler, halk tarafından saygı görmüş ve birçok efsane ile kerametleri anlatılmıştır.

Zaviye ve tekkelerde din ve milliyet ayrımı gözetilmeden misafir kabul edilir ve buralarda olgun insanlar yetiştirilir. Ayrıca, fetihlere katılan muharip insanlar da burada eğitilmiştir. Anadolu'nun pek çok bölgesinde bu dervişlere ait tekke ve zaviye kalıntıları ve köy isimleri hâlâ yaşamaktadır.

Bu "Alperen" veya "gazi derviş" olarak bilinen kişiler, savaşlarda ön saflarda bulunarak orduya manevi güç katmışlardır. Menkıbeleri ve Gazavatname türü eserlerde yaşatılan bu kişilerin, Allah’ın adını yüceltmek ve O'na ulaşmak için yaşadıkları düşünülür. 

 

Hacı Bayrâm Velî Ankara’dadır

Aksemşeddin ise İstanbul’dadır

Somuncu onların hocalarıdır

Bunları göreve salanlardandır.

Akşemseddin, 1390 yılında Şam’da doğmuş olup, baba tarafından soyu Hz. Ebubekir’e dayanmaktadır. Yedi yaşında ailesiyle birlikte Kavak’a yerleşmiştir. 1417’de Hacı Bayrâm Velî ile tanışmadan önceki 20 yıllık dönemde medrese eğitimini tamamlamış ve Osmancık Medresesi’nde müderris olarak görev almıştır. Ancak, bu döneme dair detaylı bilgiler eksiktir ve kısa süreli müderrislik yaptığı düşünülmektedir.

Hacı Bayrâm Velî ile tanışması, Akşemseddin’in İstanbul’un fethine bağlayan ilişkiler ağında önemli bir adım olmuştur. Hacı Bayrâm Velî, 1340'lı yıllarda Ankara’da doğmuş ve medrese eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli şehirlerde müderrislik yapmıştır. 1393-1394 yıllarında Ebu Hâmidüddin Velî’ye bağlanarak tasavvuf alanına geçmiştir. 1400’den önce Bursa’da müderrislik yapmış ve Yıldırım Bayezid’in damadı Emir Sultan ile yakın ilişkiler kurmuştur. Hacı Bayrâm Velî, hocasının vefatından sonra Ankara’ya dönerek Bayrâmilik tarikatını kurmuştur.

Bayrâmilik kısa sürede halk arasında yayılmış ve Osmanlı Devleti tarafından ilgiyle karşılanmıştır. 1421’de Osmanlı Padişahı II. Murad, Hacı Bayrâm Velî’yi Edirne’ye davet ederek bu hareketi değerlendirmiştir. Bu ziyaret sırasında Akşemseddin de Hacı Bayrâm Velî’ye eşlik etmiş ve böylece Osmanlı Devleti ile ilk temasını kurmuştur. Bu ilişkiler, Akşemseddin’in Osmanlı yönetimiyle yakın bağlar kurmasına ve İstanbul’un fethindeki rolüne zemin hazırlamıştır.

 

Akşemseddin Fatih Sultan Mehmed’in

Hocasıdır fetih yapan bu ferdin 

Pahası biçilmez ilmi servetin

Bizansın surunu, yıkanlardandır. 

Fatih Sultan Mehmed, 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u fethettiğinde yanında çok sevdiği hocası Akşemseddin de bulunuyordu. 

Akşemseddin, Hacı Bayrâm Velî ile tanıştıktan sonra tasavvuf yolunda önemli bir yer edinmiş ve onun halifesi olmuştur. İstanbul'un fetih sürecinde Fatih Sultan Mehmed’e manevi destek vermiş, Eyyüb-ül Ensarî'nin mezarının yerini manevi bir işaretle bulmuş ve ordunun moralini artırmıştır. Fethin ilk gününde halk, Akşemseddin’i padişah sanmış ve ona çiçekler sunmuştur. Fatih Sultan Mehmed, hocasına duyduğu saygıyı ve sevgiyi halk önünde de göstermiştir.

Fatih Sultan Mehmed’in en yakın danışmanı olan Akşemseddin, İstanbul’un fethinden sonra Göynük’e çekilmiştir. Burada öğrencileriyle ilgilenmiş ve çeşitli eserler yazmıştır. 1459’da Göynük’te vefat eden Akşemseddin, oraya defnedilmiştir. Birçok talebe yetiştirmiş ve tıpta önemli yenilikler getirmiştir. Akşemseddin, hem manevi hem de bilimsel yönleriyle 15. yüzyıl Anadolu’sunun parlak bir yıldızıdır.

Fatih Sultan Mehmet, Mart 1432’de Edirne’de doğdu ve çocukluğunu bu şehirde geçirdi. On iki yaşında Manisa'ya vali olarak gönderildi, ancak 1444’te Edirne’ye dönerek babası II. Murad’ın tahttan çekilmesiyle kısa süreliğine tahta geçti. Ancak, on üç yaşında bir çocuğun tahtta olması zordu ve bu durum iki yıl sonra II. Murad’ın tekrar tahta çıkmasına yol açtı. Fatih, Manisa’da beş yıl süren bir eğitim döneminden sonra 1451’de, on dokuz yaşındayken tekrar tahta geçti ve 1481’de vefatına kadar saltanatta kaldı.

Fatih’in eğitiminde ilk hocası olarak Molla Gürani’yi tanırız. II. Murad, oğlunun eğitimini sağlamak için Molla Gürani’yi seçti. Molla Gürani, disiplini ve ilmiyle tanınan bir öğretmendi ve Fatih’in hem bilgi hem de karakter gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Fatih, ona ismiyle hitap etmiş ve hocasını yüksek bir saygıyla anmıştır.

İkinci hocası Molla Hüsrev, Fatih’in ilmî ve ahlaki gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Molla Hüsrev, dönemin önde gelen ilim adamlarından biri olarak Fatih’e büyük katkı sağlamış ve onun İstanbul’u fethetme hedefini desteklemiştir. Fatih, ona büyük bir saygı göstermiş ve hoca, Fatih’in yanında kalmayı tercih etmiştir.

Özetle, Fatih Sultan Mehmet’in hem eğitiminde hem de İstanbul’un fethindeki başarısında, Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi önemli hocaların etkisi büyüktür.

 

Çilehanesinde nefsin eğiten 

Kin ile kibir i kökten kurutan

Her türlü konuda fikir yürüten

Müderrislik yapmış erenlerdendir.

Çilehane yani halvethâneler, tasavvuf dünyasında özellikle zâhidlerin ve sûfîlerin ruhsal eğitim ve nefis terbiyesi için kullandıkları mekânlardır. Halvet, yani inzivaya çekilme uygulaması için kullanılan bu yerler, genellikle karanlık ve dikkat dağıtıcı unsurlardan uzak olacak şekilde tasarlanmıştır. İlk dönem sûfîleri, halvetlerini çeşitli mekânlarda gerçekleştirirken, XI. yüzyıldan itibaren tarikatlar halvet uygulamasını belirli kurallara bağlamış ve halvethânelerin standart özelliklerini tanımlamıştır. Örneğin, Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin eserinde halvethâneler, yalnızca namaz kılmaya uygun boyutlarda, karanlık ve dış dünyadan izole birer hücre olarak tanımlanmıştır. Bu mekânlar genellikle cami veya mescidlerle bağlantılı olup, genellikle sadece bir kapı ve pencere ile sınırlıdır. Günümüze kadar gelen örnekler arasında, Batı Türkistan’daki Yesi şehrindeki Ahmed Yesevî külliyesi en eski örneklerden biridir. Bu külliyede yer alan halvethâne, Ahmed Yesevî’nin yaşamının son yıllarını geçirdiği yer olarak bilinir ve oldukça küçük bir alana sahiptir. 

Zengibar şehrini şereflendirmiş

Nice vakıf kurup değerlendirmiş

Fermanlar her şeyi belgelendirmiş 

Padişah da onu sevenlerdendir.

Darende Kalesi, tarih boyunca farklı adlarla anılmıştır: "Zengibar" ve "Sengbar" olarak bilinir. "Sengbar" adı, Farsça'da "Taşkale" anlamına gelir ve kalenin yekpare bir kaya üzerine inşa edilmiş olması, Persler tarafından bu ismin verilmiş olabileceğini düşündürür. Ancak, bu görüş kesin bir kanıta dayanmaz.

Kalenin adının "Zengibar" olduğuna dair başka bir görüş de vardır. Bu ad, "Zenginin kalesi" anlamına gelir ve Türkmen beylerinden birinin onuruna verilmiş olabileceği öne sürülmektedir. Maraş çevresindeki Türkmenler arasında "Zengi" adında bir aşiret bulunduğundan, bu aşirete mensup kişilerin kaleyi bir süre yönettiği ve bu sebeple kaleye "Zengibar" adının verilmiş olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, Darende çevresinde konuşulan Zengice adlı bir yerel dil de bu tezi destekleyebilir. Ancak, bu aşiretin kaleyi yönettiğine dair kesin bir kayıt bulunmamaktadır.

"Zengibar" adı, aynı zamanda Güneydoğu Anadolu ve Suriye'de kurulan Zengi devletlerini hatırlatır. Zengilerin kaleyi ele geçirdiğine dair bir kayıt olmamakla birlikte, herhangi bir sebepten dolayı kalenin bu adla anılmış olması mümkündür. Ancak bu konuda da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Sonuç olarak, Darende Kalesi'nin başlangıçta "Sengbar" adıyla bilindiği ve Müslüman-Türkler döneminde "Zengibar" adını aldığı, zamanla her iki adın da kullanıldığı en olası senaryo olarak değerlendirilmektedir.

Sekizyüz onbeşte Hakka yürüdü 

İdeali birleşmekti bir idi 

Alperenlerdendi cesur er idi

Hak rahmet eylesin yarenlerdendir. 

Darende'deki belgeler ve torunlarının elindeki vesikalar, sürekli olarak Şeyh Hâmid-i Velî’nin Darende’de defnedildiğini belirtmektedir. Bu belgelerde "Darende’de defîn-i hâk-ı ‘ıtırnâk" ifadesi, Somuncu Baba'nın Darende'de kokulu toprakta gömüldüğünü gösterir. Arşiv belgeleri, Padişah fermânları, Divân-ı Hümâyûn kararları ve mahkeme belgeleri, Şeyh Hâmid-i Velî'nin Darende’deki tekkesi ve zaviyesinin varlığını desteklemektedir. Ayrıca, Hicrî 1170 tarihine kadar uzanan Tapu-Tahrir Defterleri, Darende’deki bu yapıların varlığını kanıtlamaktadır.

Şeyh Hâmid-i Velî’nın oğlu Baba Yusuf’un vefatına dair yazdığı mersiye, onun gurbette öldüğünü ifade eden sözler içermektedir, bu da Somuncu Baba'nın Darende’de medfûn olduğunu doğrulayan bir delildir. Sonuç olarak, arşiv belgeleri ve Tapu-Tahrir Defterleri, Somuncu Baba’nın büyük ihtimalle Darende’de gömülü olduğunu gösterirken, Aksaray’daki kayıtlarda sadece oğlu Baba Yusuf’tan bahsedilmektedir. Bu, Aksaray’daki Somuncu Baba kolunu inkâr etmemekle birlikte, Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin Darende’de defnedildiğini ortaya koymaktadır.

Bağdat seferinden dördüncü Murat 

Dönüşte türbeyi etmiş ziyaret 

Ahmed-i Velî’ye bırakmış irad

Sevabı sergiye serenlerdendir.

Sultan Dördüncü Murad, İran'ın doğuda yeni işgallere başlaması ve zor şartlarla geri alınan Revan’ın kaybedilmesi üzerine yeniden Bağdat Seferi’ne çıkmaya karar verir. Osmanlı ordusu İstanbul’dan hareket ederken, yol güzergâhında bulunan Şeyh Hâmid-i Velî / Somuncu Baba’nın diyarı Darende’ye uğrar. Burada Ahmed-i Velî Hazretleri ile görüşür, dua ve himmet ister ve Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin türbesini ziyaret eder. Ahmed-i Velî Hazretleri, Sultan’a "Akşamın işini sabaha bırakma" şeklinde nasihatte bulunur ve dualarını sunar.

Osmanlı ordusu, seferin yüz doksan yedinci günü olan 16 Kasım 1638’de Bağdat önlerine ulaşır. Bağdat Kalesi, kırk gün süren bir kuşatmanın ardından teslim olur. Sultan Dördüncü Murad’ın komutasındaki Osmanlılar, Kasr-ı Şirin Antlaşması ile Azerbaycan ve Revan'ı Safeviler’de bırakıp Bağdat’ı Osmanlı topraklarına katar. Bu antlaşma ile Osmanlı-İran sınırı Zagros Dağları’ndan çizilir. On dört yıl önce Safeviler’e geçen Bağdat, artık kesin olarak Osmanlı idaresine geçer. Sultan Dördüncü Murad, bu zaferle "Bağdat Fatihi" olarak anılır.

 

Mezarın üstünde kitabeli taş 

Doğruyu gösterir anla arkadaş 

Alttadır aynısı incele baş baş

Darende’de mukim ölenlerdendir.

 

“Zairâ adap ile gir koyma, koynunda keder

Kabr-i pekini ziyaret etmek istersen eğer

Sal-i hicret tam sekizyüz onbeşindeydi heman

Kutbu a’lem Şeyh Hâmid eyledi adne sefer”

 

O günkü görüşü bu güne uygun 

Fikiri evrensel dünyada yaygın

Şeyh Hâmid-i Velî oldukça saygın 

Gönül bağlarını örenlerdendir.

 

Zaviye, camisi güzel biçimde 

Hâmidüddin burda türbe içinde

Torunları hizmet verir her yönde

 Peşinden izini sürenlerdendir. 

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi 1960 yılında dünyaya gelen erkek evladının adını “Hâmid Hamîdeddin” koymuştur. Yıllar sonra bir sohbet esnasında: “Ecdâdımız Şeyh Hamîd-i Velî Hazretlerine ve ihvana hizmet etmek üzere Hâmid’imin yetişmesi için çalışıyoruz, ikinci Hâmid’i yetiştiriyoruz inşaallah... Çünkü birinci Hamid “Şeyh Hâmid-i Veli”dir, O’nun da asıl ismi Hâmid Hamîdeddin’dir.” Buyururlar. Zaman Osman Hulûsi Efendi’nin şahididir. Onun sözleri yıllar sonra tahakkuk eder. Osman Hulûsi Efendi’nin vefatından sonra (14 Haziran 1990) manevi varisi olarak, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Genel Başkanlığı görevini de yürüten Hâmid Hamîdettin Ateş Efendi, Şeyh Hamid-i Veli Camii başta olmak üzere birçok imar, ihya ve yayın faaliyetlerini gerçekleştirir. Vakıf yayınları arasında “Somuncu Baba ve Neseb-i Âlisi” adlı eser yayınlanır. “Somuncu Baba” dergisi neşredilir. Bir külliye hâlini alan camii ve civarı günümüzde, her yıl yüz binlerce yerli-yabancı ziyaretçinin uğrak yeridir. Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezinin yayınladığı kitapları, dergileri yine on binlerce okur takip etmektedir. Adına sempozyumlar, kültür etkinlikleri düzenlenmekte mânevî şahsiyeti anlatılmakta, eserleri incelenmektedir. Hazretin bir beyti bütün bu saydığımız noktaya işaret etmektedir. Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) ismi her ilde anılan, her dilde bilinen, her gönülde duyulan bir sevgi ışığı olarak yayılmakta ve onun şanına, büyüklüğüne uygun bir biçimde hatırlanmakta, yaşatılmaktadır… Elhamdülillah… Söz Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin sözü: 

Her ellerde anılsa her dillerde anılsa

Lâyıktır o büyüklük şânına Şeyh Hamîd’in