Sene 1991, Mayıs ayının yirmi beşinci günü idi. Tarihi güzellikleri ve manevi özellikleri ile bilinen Darende ilçesinde 14 Haziran 1990 tarihinde âlem-i cemâle intikal eden, Türk mutasavvıflarından ve aynı zamanda divan şairi olan Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi’nin (1914-1990) vefatının birinci yıl dönümü. Şeyh Hamid-i Veli adıyla da bilinen Somuncu Baba ve evlatlarından Hulûsî Efendi adına tertiplenen sempozyum vesilesiyle gönüller bir arada.
Darende’de gayet nezih bir topluluk ve binlerce gönül dostu. Hepsi Türk insanın her yönden yükselmesi için çalışan vatansever ve ehl-i hayr maneviyat büyüklerini anmak üzere bir araya gelmiş insanlar.
İşte bu topluluk içerisinde biri vardı ki, o zat-ı muhterem; hem şahsı hem de yaptığı konuşması ile o gün akıllarda silinmeyen bir iz bırakan bir alperen, bir milli kahraman, muharrirler şeyhi, Ahmet KABAKLI Hoca idi. Yaptığı konuşmasında ve o toplantıdan birkaç gün sonra “Gün Işığında” köşesinde değerlendirmelerini dile getiren üstad şöyle diyordu:
“Uzun süre, aynı dünyada birlikte soluk almamıza rağmen Osman Hulûsî Efendi'yi sağlığında tanıyamamış olmak beni üzdü. Aslında onu şiirleri ve hizmetleri ile de tanıyabilirdik. Lâkin, çoğunlukla şiir ve keramet taklitçilerinden korktuğumuz için, ona dikkatle bakamamışız. Her şey nasip... Vefatından sonra, şiirlerini görüp tertemiz ömrünün menkıbelerini dinledikten sonra işte rahmet selâmlarımızı sunmaya, can atıyoruz. İnanılmaz ölçülerde Darende ve geniş çevresinin yapıcı, onarıcı bir öncüsü olmuş... O, kıt imkânlar içinde 300 yataklı bir öğrenci yurdu, Tohma suyu kenarından Kudret Hamamına varan bir köprü, Somuncu Baba adına zengin bir kütüphane, bir iplik fabrikası (kurduğu vakıf yoluyla, ayrıca rica ve telkinleriyle) inşa ettirmiş. Hulûsî Efendi, gönül yapmayı, her onarıma üstün tutan Yunus Emre ve (aslında İslam Tasavvufu) yaşayışını, onun yapıcı, verimli, şefkatli tavır ve tutumunu devam ettiren gerçek bir ruh öncüsü olması.. Bunu, yalnız halka öğrettiği güzel İslam'da ve "gönülsüzlüğünün" derinlerinde bulmuyoruz. "Divân-ı Hulûsî-î Darendevî"sinde de görüyoruz. Yalnız şu gazelindeki öğütler, 20. asrın sonunun, ruhu yaralı, beyni karıncalanmış, bakışı kısırlaşmış insanlığına, yeni uçuş ufukları sağlayabilir. (Dokuz beytin yalnız beşini sunuyorum)
Âlemi sen kendinin kölesi kulu sanma
Sen Hak için alemin kölesi ol, kulu ol
Garazsız hem ivazsız hizmet et her canlıya
Kimsesizin, düşkünün ayağı ol, kulu ol
İncitme sen kimseyi, kimseye incinme hem
Güler yüzlü, tatlı dil, her ağızın balı ol
Güneş gibi şefkatli, yer gibi tevazulu
Su gibi sehavetli, merhametle dolu ol
Varlığından boşal ki, yokluğa erişesin
Sözünü söyle gerçek Hulûsî'nin dili ol
Açılış konuşmasında, şiir gibi samimi sözlerle, onu anlatan Mehmet S. Erdem bey şunları söyledi idi; "Sevmeyi sevilmeyi onda görmüş bizler; bayramı ziyareti onda bulmuş bizler; her şeyini ondan almış bizler... Ağlasak da boş, sevinsek de hoş, dövünsek de hoş, övünsek de boş... Onun Divân'ını okumak, onun hayatını yaşamak gerek..."
Onun bu tespitleri tamamen doğruydu. Çünkü o gerçekleri iyi bilen ve tesbitlerinde pek yanılmayan bir fikir adamı, kalemiyle, kelâmıyla insanları aydınlatan bir yüce şahsiyetti. O gün Şeyh Hamid-i Veli Camiinde öğle namazını kıldıktan sonra, Somuncu Baba’nın türbesi yanında bir müddet tefekküre dalmış, uzun uzun dualar etmişti. Konuşmasında belirttiği gibi hayatta iken tanıyamamış olduğunu hayıfla belirttiği Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi’nin camii haziresindeki kabri yanında ruhuna fatihalar okumuş, sanki mânen görüşmüş gibi bir müddet huzurda bulunmuştu.
Aradan bir yıl geçdi geçmedi, “Es-seyyid Osman Hulûsî Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”(İst.1992) vakfı tarafından yayınlanan kitabın takdim yazısı, Hakk’ın takdiri yine Ahmet KABAKLI Hoca’ya nasip olmuştu. “Hulûsî Efendi’de Üç Boyut” başlıklı takdim yazısında da yine mutasavvıf ve şair Hulûsî Efendi’yi mâna yüklü kelimelerle en güzel bir biçimde şöyle tarif etmişti:
"Hulûsî Efendi, ahî mizâçlı, yapıcı ve onarıcı tıynetli idi. Somuncu Baba neslinden, Hazret-i Kur'ân ahlâkındandı. Çocukluğundan mürşit yaratılışlı olan bu Yunus Emre nefesli şâirin, muhterem zâtını tanıyamamış olmak bir hicrân veriyor bize. Ne var ki, onun eserlerini, yazılarını, çevresini ve menkıbelerini tanımak dahi şerîat-tarîkat-ma'rifet ve hakîkat'ın üç boyutunu yaşamış bir ma'nâ kahramanı olduğu husûsunda bizi tatmin ediyor. Önemli olan da zâten, fânî hayattan ebediyete intikal edenler değil midir? Nesilleri sarmaştıran ebediyet, Mevlânâ'lar, Yunus'lar, İbrâhîm Hakkı'lar gibi Hulûsî Ateş'e de kendisinden gelen âşık-mürîd'ler kazandırmayacak mıdır? Dîvân'ı, Mektûbât'ı, hâtıraları, menâkıbı ve dizilip duran himmet eserleri incelendiğinde bahsettiğimiz her üç boyuta sayısız ve o ölçüde güzel örnekler mevcuttur: Allah sevgisi, İlâhî aşk, vahdete muhabbet mi demiştik? Çağımızda oluşuna inanılmayacak bir tasavvuf şiiri üslûbu ile şu gibi mısralarının çoğu muhabbet makamında ve İlâhî sevdâ faslındadır: "Bir ulu meydân, âlem bin elvân Yâri ağyârdan, yâr eder seç gel" Hacı Hulûsî Efendi'nin yazılı eserlerinde olduğu kadar, bıraktığı, yaptığı, kurduğu sayısız müessese ve kuruluşta, inanılmaz ölçüde modern, zarif ve faydalı hizmetlerde bu üçüncü boyutun şaheserleri görülüyor. O kadar ki ma'nevî varlığı ve gönüller birliği ve bütün Darende Hulûsî'nin himmeti eseridir. Devletin büyüklerine de ses duyurmuş, öğütler vermiştir. Darende ve çevresine nice imar eserleri ve ihyâ edilmiş nice kırık gönüller bırakmıştır. Vefâtı üze-rine yazılmış cidden güzel bir kaç mısra Hacı Hulûsî'deki mürşit varlığın destanı gibidir. "Kurulan her derneğin başı sen idin Atılan her temelin taşı sen idin Dünyâya sayılmaz eserler kodun" Osman Hulûsî Efendi'yi anlatan, böylesine bir faslın yazılması nasîbi bana verildi... Darendeli bilge şâirin vefâtından sonra dahi sürüp giden irşâdına, onu hayatında hiç tanımamış biri olan beni "kâtip" kılan bu takdirden daha güzel bir delil bulunur mu?”
Aradan yine yıllar geçti. Bu fani âleminden muharrirler şeyhi de göçtü. Biz de o büyük şahsiyeti unutmayarak, bir vefâ örneği olarak Muhterem Ahmet KABAKLI’yı Darende’den hayırla yâd ediyoruz. Biz de onun ruhuna fatihalar okuyoruz. O büyük bir edebiyatçı, kıymetli bir ilim adamı ve inançlı bir kalemimizdi. Bir edebiyatçı, ya yazıyla ya da şiirle anılırsa daha evlâdır. Bizim gayretimiz de âcizâne bu istikamettedir.
Büyükleri tanımak ve takdir etmek de bir ariflik ve nasip meselesi.
Heyhât! Tanımayanlara, tanıyamayanlara.
Kabaklı Üstad İçin Bir Şiir
Sempozyuma gelmiş idin buraya
Tazim ettin hem Somuncu Baba’ya
Kavuşmuştun irfâni mâverâya
Yiğitlerden kalır izler Kabaklı
Muharrirler izin izler Kabaklı
Belli idi Darende’yi sevdiğin
Bin bir türlü iltifatla övdüğün
Sempozyum havası misali düğün
Coşmuştu sevdayla özler Kabaklı
Hasretle nemlendi gözler Kabaklı
Hulûsî Efendi için yazdığın
Hançereden teker teker süzdüğün
İnci taneleri gibi dizdiğin
Nakşoldu gönüle sözler Kabaklı
Hayırla anarız bizler Kabaklı
Allah rahmet etsin bekâya göçtün
Ecel Şerbetini sen dahi içdin
Türk Edebiyatına çığırlar açtın
Tektaş der Hakka niyazlar Kabaklı
Ak olsun ukbâda yüzler Kabaklı
Musa TEKTAŞ-DARENDE