Ömer HİDAYET


1980 yılında bir açık oturum


Tek kanallı televizyonun günlük hayatımızı şekillendirdiği ve renklendirdiği yıllardı. Kırmızı kaplı, 1970 tarihli bir bankanın verdiği ajandaya not almışım. Henüz 16 yaşında yeni yetme bir delikanlıyım. Yıl 1980.(Yılını not almamışım, Atıf Yılmaz´ın yaşını ifade etmesinden çıkardım.) Ocağın ilk haftası, pazarı pazartesiye bağlayan akşam, saat:22.00-22.30 arası diye not aldığım say-fanın başına ilave etmişim. TRT ?de açıkoturum yayınlanıyor.

Katılımcılar: Hikâye tahlilleri ile bildiğimiz Edebiyat Profesörü Mehmet Kaplan. Bir döneme sosyal içerikli filmleri ile damgasını vuran yönetmen Atıf Yılmaz. Tasavvuf Edebiyatının o gün için en meşhur yazarı Nezih Meriç (Anadolu Evliyaları Kitabının yazarı diye not almışım.) Yine alanında bilinen bir otorite İsmet Bozdağ. Konu, oldukça güncel ve ilgi çekici bir teknikte seçilmiş: ?Televizyon ve Kültür?

Açık oturum şu soruyla başlıyor: Televizyonun getirdikleri nasıl olmalıdır? Televizyon nedir? Kültür değişimine etkisi ne ölçüde olmalıdır?

İlk sözü Mehmet Kaplan hoca alıyor. Ortam hatırlayabildiğim kadarıyla, silindir biçiminde yüksek oturma koltukları, sağlı sollu sıralanmıştı.

Mehmet Kaplan Türk ailesi dünyaya kapalı bir oda şeklinde idi, Televizyon bu odaya bir delik açarak, dünyanın görüntüsünü oraya aksettirdi. Birçok görüşü, filmi, diziyi ve bizim kültürümüzü baltaladı. Avrupa´nın savaşları, özellikle (ABD´nin yaptığı savaşlar anlatıldı ve işlendi diye parantez açmışım) Hâlbuki bizim Avrupa´dan daha köklü ve mazisi geniş kültür tarihimiz var. Konu olarak bunlar işlensin, Bunları TV´de, sinemada dramatik şekilde ele alabilmek için teknik elemanlara ihtiyaç vardır. Yunus Emre´miz, Mevlana´mız var. Yunus Emre´nin ?Bir ben vardır bende, benden içeri? dediğini anlamayız ama konu olarak işlenebilir. Musikide Itrimiz, Dede efendiler var.

Atıf Yılmaz (Bunlara karşı çıkarak) Efendim hepimiz Avrupa´da tahsil görmüş aydınlarız. Ben 55 yaşında bir insanım. Osmanlıcayı bilmiyorum, Itriyi, Dede efendiyi anlamıyorum. Âmâ bir Avrupalı, 17.yüzyılda yaşamış Şekspiri,19.yüzyılı çok rahat anlıyor sıradan bir adam olarak.

Mehmet Kaplan-Vizyon (Görüş) demektir. Toplumun değişen halini, statik olmayan, dinamik bir oluşla mutlak bir şekilde yansıtalım. (Güncel ve yerli olanı kast etmiş olabilir.)

Nezihe Araz-Birinizin olur dediğine diğeriniz olmaz diye karşı çıkabilirsiniz, bu normal bir şeydir. Avrupalının 5 yıllık televizyon yapımını gözden geçirelim. Bundan kendimize bir pay çıkaralım.

Atıf Yılmaz-Bu iş, içinden kolay kolay çıkılacak bir mesele değil, bir yanda çok sesli orkestralar, bir yandan bale, diğer yandan şu bu.. Bizim arabeskimiz var. Orhan Gencebay´ımız, Ferdi Tayfur´umuz, Kibariye´miz var. (Doğu Batı sentezi bir yaklaşım olmuş.)

Mehmet Kaplan (Kesinlikle) Hayır efendin olmaz, ben bunları kabul etmiyorum. Arabesk dejenere (Yozlaşmanın, kokuşmanın, başkası olmanın sık anlatıldığı o günlerin moda tabiriydi) olmuştur. Türk musikisini kabullenip, Itriyi, Dede efendiyi dinlemeliyiz.

Konu bu şekilde devam ederken, programın sonuna gelindiği söylenerek, bitiriliyor. Dikkat edilirse İsmet Bozdağ hocamızdan herhangi bir not alamamışım, ilginç değil mi?    

O günlerde, kamuoyunu şekillendiren, farklı fikir ve görüşlerin konuşulduğu bir ortam yoktu. Sosyal medya ve sosyal ağ bu kadar etkin değildi. İdeolojik dayatmaların, tek sesli, Avrupa tarzı bir dünya sunulurdu topluma. Seçme ve itiraz hakkına sahip değildik. Siyasi oluşumlar, belki de böyle bir sancının eseriydi. Gençlik okuyordu, farklı fikirleri anlamaya çalışıyor, dünya görüşünü hayata geçirme gayret ve azmi içinde tatlı rüyalar görüyordu. Cezaevleri, adi suçlulardan çok, militan diye anılan ideolojik grupların doldurduğu yerlerdi günün gençliği, tartışan, sürekli okuyan, öğrenci evlerinde sabaha kadar ülke meseleliklerini konuşan, siyasi partilerin gençlik derneklerini arşınladığımız yıllardı.

Bugün bir şeylerin meyvesini topluyorsak, sanatta, siyasette, mimaride, şehircilikte, bizler adına ülke yöneten insanların, böyle bir mecrada aktığını ve arındığını unutmayalım.