Osmanlı Devleti
normal şartlarda kurulmuş ve büyümüş bir devlet değildir. Çok az sayıda
çadırdan oluşan bir aşiretin fertlerinden oluşan bir beylik olan ecdadımız kısa
süre içerisinde zahiri sebeplerle izah edilemeyecek derecede büyüyüp bir
imparatorluk oldu. Tarihçiler ?Bu büyüme neden ve nasıl meydana geldi?? sorusuna
şimdiye kadar çok sayıda cevap vermişlerdir.
Mesela; coğrafi
açıdan Kayı Aşireti?nin bulunduğu yerin önemli olduğu söylenmiştir. Diğer
Müslüman topluluk ve beyliklerle mücadele etmek yerine sınır komşusu olduğu
Bizans üzerine akınlar yapmasının bu büyümede etkin olduğu yazılmıştır. Selçuklu
Devleti?nin içinde bulunduğu durumun Osmanlı Beyliği?nin büyümesine zemin
teşkil ettiği izah edilegelmiştir. Biz Türklerin karakter olarak savaşçı olduğu
ve zor şartlara dayanaklı bir millet olduğumuz da sebeplerden birisi olarak
gösterilmiştir.
Selçuklu?lardan
İkta adıyla miras alınarak Tımar adıyla geliştirilen toprak sisteminin son
derece büyük bir orduyu merkezi bütçeye yük olmadan oluşturduğu ve devam ettiği
önemli bir unsurdur. Birçok kamu hizmetinin Vakıflar aracılığıyla yerine
getirilmesi nedeniyle Osmanlı?nın bir Vakıf
Medeniyeti olarak adlandırılması da toplumsal huzuru ve gelişmeyi sağlayan
önemi bir faktör olarak dillendirilmektedir. Yapılan seferlerin zaferle
sonuçlanması neticesinde elde edilen ganimetlerin devletin hazinesini
doldurması da Osmanlı?nın büyümesi ve gelişmesinde mühim bir yere sahip olmuştu
denilmektedir. Örneğin, devşirme sistemi başlı başına dâhiyane bir uygulamadır.
Çoğunluğu Balkanlar?dan olmak üzere birçok bölgeden zeki ve çalışkan çocukların
çok ciddi ve kaliteli bir eğitim sistemi içerisinde yetiştirilerek devletin
hizmetinde değerlendirilmesi oldukça etkileyicidir. Bunların hepsi de kanaatimce
doğrudur.
Tarihçi olmayan
birisi olarak, farklı açılardan aşiret, beylik, devlet ve imparatorluk
sürecinin nasıl oluştuğu konusunda yukarıda sayılanlara ek olarak fikir ileri
sürecek olsam olaya evvela, ?Niyet hayır,
akıbet hayır? ilkesi çerçevesinden
bakardım. Ertuğrul Gazi ve Osman Bey başta olmak üzere tüm Osmanlı ileri
gelenlerinin niyeti hayırdı; i`lâ-yı
kelimetullah?dan başka bir gayeleri yoktu. Amaçları, bey olmak, padişah
olmak, zengin olmak değildi. Rabbim de niyetlerine göre lütufta bulundu.
İkincisi, istikamet ve prensip
sahibiydiler. Hem yüce dinimiz İslâm tarafından konulan ilkelere son derece
titizlikle riayet ediyorlardı hem de geçmişten beri gelen töre ve geleneklerden
taviz vermiyorlardı. Sözlerinin eri, dürüst, çalışkan ve cesurdular.
Üçüncüsü, itaat ehli idiler.
Kim lider olarak başta ise ona tam bir itaat ve teslimiyet içerisinde hareket
etmekteydiler. Elbette yöneticiler de adaletten ayrılmayan, meseleleri istişare
yoluyla halleden, ilim ehlini gözeten bir tarz ve üslup sahibiydiler. Bu
sebepleri de uzatmak mümkündür.
Fakat, asıl
önemlisi, aşiret-beylik-devlet-imparatorluk sürecinin her aşamasındaki lider
şahsiyetlerin manevî bir yol göstericisinin
bulunmasıdır. Osman Gazi?Şeyh Edebali, Yıldırım Bayezid?Somuncu Baba, II. Murad?Hacı
Bayram-ı Veli, Fatih Sultan Mehmet?Akşemseddin Hazretleri akla ilk gelen
örneklerdir. Kuruluşundan sadece 150 yıl
kadar sonra Bizans?ın kalbi olan İstanbul şehrini fethedebilen Osmanlı?nın
yükselişinin işte asıl sebebi budur.
Günümüzde de,
hamdolsun, manevî yol göstericilerimizin öncülüğünde ülkemiz giderek gelişmekte
ve güçlenmektedir. Memleketimizin güçlenmesi bizim keyfimiz ve rahatımız için
değil, i`lâ-yı kelimetullah için önemlidir. Dünyanın her yerinde Müslümanların hâli
ortada. Türkiye dışında mazlumlara sahip çıkabilecek, liderlik yapabilecek bir
ülke de yok. İnancımız odur ki, Rabbimin lütfu ile, maneviyat büyüklerimizin
dua ve himmetleriyle, bizlerin gayret ve fedakarlıklarıyla ülkemiz, içimizdeki
hainleri ve dışardaki düşmanları altederek dünyanın önde gelen söz sahibi
ülkelerinden birisi olacak ve mazlum milletlerin yardımına koşacaktır.