Kırk yıl önceki bir gazete manşeti
“Darende’de bir Hulûsi Efendi var”
Türkiye`nin en eski gazetelerinden birisidir Akşam. Kuruluşu Cumhuriyet`in ilanından önceye dayanır. Ali Naci Karacan, Kazım Şinasi Dersan, Falih Rıfkı Atay, Necmettin Sadak`ın 200`er lira sermayeyle kurdukları Akşam Gazetesi’nin kuruluş tarihi 1918`dir. Akşam Gazetesi 1920 yılında ismiyle uyumlu bir şekilde sadece akşamları çıkıyordu. Muammer Senihi, Enis Tahsin Til`in ilk yazı işleri müdürleri olduğu Akşam Gazetesi, Milli Mücadeleyi destekleyen bir yayın politikasına sahipti. İlk sayısı küçük boydu ve aynı zamanda tek yapraktan ibaretti. Gazetenin kurucularından, aynı zamanda dışişleri bakanlığı yapmış olan Necmettin Sadak, Akşam Gazetesi’nin uzun yıllar boyunca başyazarlığını yapmıştır. Gazetenin diğer kurucularından Falih Rıfkı Atay ise Milli Mücadeleye karşı çıkanları eleştirmiş, 1923 yılında Hâkimiyet-i Milliye`ye geçmiştir. Akşam Gazetesi’nin yaşadığı ilk kırılma noktası 1957 yılında Malik Yolaç tarafından satın alınmasıdır. Osman N. Karaca bu dönemde gazetenin genel yayın yönetmenliğini sürdürmüş ve İlhami Soysal ve Çetin Altan gibi sol kalemler ile birlikte Akşam Gazetesi’nin yayın politikası sola doğru kaymıştır. Malik Yolaç`ın 1975 yılında elinden çıkardığı gazete birkaç defa el değiştirerek önce Ilıcak ailesi, 1990 yılında da Erol Aksoy gazetenin sahibi olmuştur. 1997 yılında ise Çukurova bünyesinde yayın hayatına devam etmiştir. Halen genel yayın yönetmenliğini İsmail Küçükkaya yapmaktadır.
Bundan yaklaşık 40 yıl önce, Akşam Gazetesi yazarı Seyhun Güleç, Darende’yi ziyaret etmiş ve izlenimlerini neşretmiştir. Seyhun Güleç’in dışarıdan bakan bir aydın gazeteci kimliğiyle, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin yaptığı hizmetleri ulusal bir gazetenin sütunlarına taşımış olması bize göre çok önemlidir. Çünkü o gazeteci Darende’ye yapılan hizmetleri hatta yapılacakların mevcut nüvelerini bizzat müşahede etmiş, ileriye dönük neler yapılabileceğini, Hulûsi Efendi’nin tevazulu şahsiyetinin altında bir dâhi’nin varolduğunu sezebilmiştir.
Bugünkü Darende, Hulûsi Efendi’nin eseridir. Darende’de yeni yapılmış veya ihya edilmiş ne varsa altında ya bizzat o veya onun gayreti, teşviki vardır. Tasavvufta gaye; insanı yükseltmek, iyi bir Müslüman yapmak, onu Allah’a yaklaştırmak ve hatta her zaman ve her mekânda kulu, Allah’la beraber olabileceği mertebeye ulaştırmaktır. Bu mertebeye yükselmiş ve Müslümanlığı tam manasıyla yaşayacak olgunluğa ulaşmış mü’min kişiler etraflarına nur saçarlar. Böyle inanmış kimselerden oluşmuş bir millet düşününüz. Orada cehaletten, geri kalmışlıktan söz etmek mümkün müdür? Osman Hulûsi Efendi de milletimizi böyle üstün vasıflı kimseler olarak görmek istiyordu. Bunun için o, büyük bir eğitim seferberliğine girişmiştir. Bununla ilgili olarak muhitinde hangi dernek, hangi cemiyet veya vakıf varsa, bakıyorsunuz oranın ya başkanı veya üyesidir.
Önce Akşam Gazetesi’nin 19 Haziran 1974 tarihli nüshasındaki Seyhun Güleç’in kaleme aldığı yazıyı birlikte okuyalım:
DARENDE’DE BİR HACI HULÛSİ EFENDİ VAR
“Malatya-Kayseri karayolu Darende`den geçer. Bir zamanlar, bir devletin başşehri Darende`nin hemen girişin de bir bayır çıkarsınız. Sonra bir köyden geçilir. Balaban Köyü... Toprak damlı evleri ile bakımsız bir Anadolu köyüdür Balaban. Ama bir iki kilometre önceki bayırı tırmananlar, köyün evlerinden önce fırlatmaya hazır bir uzay gemisinin dev gibi roketini hayretler içinde görürler. Sonra bayır biter, toprak damların arasında alışılmamış bir inşa şekil ile yapılmış beş köşeli bir cami ve Tanrı’yı işaret edercesine göğe uzanmış minaresi çıkar karşımıza. Cami, hemen hemen tamamlanmış gibidir. Sadece her köşesinde İslâmiyet’in bir şartı yazılacak, sonra da ibadete açılacaktır.
Önünüze çıkacak ilk kişiye, böylesine bir ibadethanenin kimin aklına geldiğini, kimin yaptırdığını soracak olursanız, alacağınız cevap “Hacı Hulûsi Efendi” olacaktır. Sonra ilâve ederler:
“Darende`nin çıkışından sağa dönün, eski Darende`yi geçin. İşte orada oturur. Somuncu Baba’nın torundur, camiinin de imamı. Muhterem bir kişidir görmeden gitmeyin.”
DARENDE İMAM-HATİP OKULU
Akarsular ve yeşillikler arasında geçtik Darende’yi. Tarif ettikleri kavşaktan döndük. Eski Darende burada kurulu imiş. Ama bir zamanlar Anadolu’nun sayılı kentlerinden olan Darende’nin yerinde kır bitkilerinin, çalıların sardığı birçok minare kalmış ayakta. Bir tek taşı kalmamış evlerin yanında, yüzyılların yıkamadığı bu minarelerin ustalarını düşünmemek elden gelmiyor.
Yolun sağ tarafında, kayalıkların üzerinde bir Hitit Kalesinin kalıntıları ve yamaca doğru da kalenin kemerli giriş kapısı görülüyor.
Ve bütün bunların arasında dev bir bina yükseliyor. Yatılı bin beş yüz öğrencinin okuyacağı İmam-Hatip Okulu. O da bu yıl içinde hizmete açılacak belki. Hacı Hulûsi Efendiden bir kez daha söz ediliyor. Onun önayak olup yaptırdığı bu büyük okulda, bilinçli din adamları yetiştirilecek ve yurdun dört köşesine dağılacak.
Bünyan`ın Yeni Mahallesinde rastladığımız genç bir öğretmenin sözlerini hatırlıyorum hemen. Namık Kemal İlkokulu öğretmeni, “Köylerimizin bilinçli din adamlarına da ihtiyacı var” demişti. İste Somuncu Baba’nın onikinci kuşaktan torunu Hacı Hulûsi Efendi, bu gerçeği yerine getirmeye adamış kendini.
Darende İmam-Hatip Okulu 12 derslik tip projeye göre inşa edilmiş. 36 dershanesi yetmiş odası var. Hacı Hulûsi Efendi’nin tahminine göre dört buçuk milyon liraya mal olacak. 1500 öğrencinin okuyup bilinçli birer din adamı olmalarını sağlayacak olan İmam Hatip Okulu Hacı Hulûsi Efendinin yardımları ile tamamlanmak üzeredir.
Eski Darende`nin, belki daha yüz yıllar ayakta kalacak minarelerinin ve büyük okulun önünden geçip yolumuza davam ediyoruz. Kıraç topraklarda tek tük evler görülüyor. Kime sorsak “Hacı Hulûsi Efendinin evi biraz ileride dere kenarında” diyor. Ama görünürlerde ne bir tek ağaç, ne de dere var Anadolu halkımızın “Aha şuracıkta...” deyimini doğruluyor yollar.
Sonra, eski Zengibar Kalesinin dibinden bir küçük cennet beliriyor. Ve ünlü din adamı Divan yazarı Hacı Hulûsi Efendinin tek katlı kerpiç evi…
DARENDE`DE BİR DÎVÂN ŞAİRİ
Eski Darende şehrinin yüksek kayalıklar üzerine kurulmuş Zengibar Kalesinin hemen altında çağlayarak akan bir derenin çevresinde bir cennet var. Daha ağaçların arasına girerken insanın içi bir rahatlık ve huzurla doluyor. Biraz ötede Somuncu Baba Camii ve Türbesi görülüyor. Camiin imamı ve ermiş kişinin onikinci kuşaktan torunu Hacı Hulûsi Efendi’yi dere kenarındaki toprak damlı kerpiç evinde buluyoruz. Bizi kapıda ölçüsüz bir tevazu ile karşılıyor. Güneşin sıcağından kurtulup buz gibi taşlığa sonra da büyükçe bir salona giriyoruz. Yer minderleri ve halılarla de serili odanın bir kenarında büyük bir semaver kaynıyor. Bir köşedeki kafesten muhabbet kuşlarının cıvıltıları geliyor. Selamlık olarak kullandığı odanın bir bölümü büyük kısmı el yazması olan değerli eserlerle dolu. Odada bir hayli de konuğu var Hacı Hulûsi Efendi’nin. Pencere kenarında ki sedirde bir 1. Dünya Savaşı gazisi oturuyor. Sonradan öğrendiğime göre Doğu Cephesinde tutsak olmuş yıllarca Rusya’da kalmış. Duvar kenarlarını çevreleyen yün minderler gene çeşitli konularda fikrini almağa gelmiş konuklarla dolu.
Geçmiş devirleri hatırlatan bu selamlıkta hiç bir yadırgama duymuyorum. Onlar da öyle...
Değirmi kırçıl sakalını sıvazlayarak tevazu içinde Balaban’daki camiyi anlatıyor, İmam-Hatip Okulunu anlatıyor Hacı Hulûsi Efendi. “Camiinin projelerini Şerif Ali Akkurt adında İzmirli bir mimara yaptırdık, inşaat sırasında bir hayli merak uyandırdı yörede. Ama halkımız bu alışılmamış mimari tarzını hiç de yadırgamadı” diyor. Bu arada geceleri füze minarenin üzerinde ışıklı bir yıldızın parlayacağını da öğreniyorum ama onun bütün tutkusu İmam-Hatip Okulu şimdi. Buradan mezun olacak genç din adamları ve onların yapacakları hizmetleri düşünüyor ve sözü dönüp dolaştırıp bu konuya getiriyor. İlgili bakanlıklarla yazışmalarında inşaat ve malzeme işlerinden çok okulun kitaplığından söz ediyor.
Biraz da kendinden Somuncu Baba’dan söz etmesini istiyorum. Dört yüz sayfalık bir el yazması Divan’ının bulunduğunu duyduğumu söyleyerek bunu neden yayınlatmadığını soruyorum. Aynı tevazu içinde gülümsüyor. Oysaki bölgede onu tüm Divan şairleri ile mukayese ediyor bu işten anlayanlar. Israrım üzerine kitaplıktan aldığı Dîvân’ının rastgele bir sayfasını okuyor:
Nere baksa gözümüz vech-i dil-ârâda kalır
Kanda olsak ârzûmuz sâkî-i sahbâda kalır
Deldirir dağları Şîrîn leb ile Ferhâd’a
Aklı Mecnûn olânın kâkül-i Leylâ’da kalır”
İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜNE BİR SENET
Seyhun Güleç, Balaban Abdurrahman Erzincani Camii minaresi hakkında “fırlatılmaya hazır bir uzay gemisinin dev gibi roketi” benzetmesini yaparken ileri görüşlü bir fikrin meydana koyduğu eserin modernliğine işaret etmiştir. Bu külliye hakkında geçen sayılarımızda malumat verdiğimizden ikinci işaret ettiği İmam-Hatip Lisesi konusuyla ilgili bir iki hatıra nakledelim:
1970’li yıllarda Darende İmam-Hatip Lisesi için yardım toplamak üzere köyleri dolaşan Osman Hulûsi Efendi, Aşağı Ulupınar, Sarılar Mahallesini de bu sebeple teşrif ederler. Sarılar Mahallesinden H. Mevlüt Soylu da küçük bir camii yapmak için biraz ağaç almıştır. Bu ağaçları yapacakları camiinin damına atacaklardır. Bir kenarda yığılı bu ağaçları gören Osman Hulûsi Efendi ne yapacaklarını sorar. H. Mevlüt Soylu da; “Efendim mahallemize küçük bir cami yapacağız onun için aldık, buraya istif ettik” der. Bu sözün üzerine Osman Hulûsi Efendi "Bu devirde ahşap camii yapılmaz, betonarme bir cami yapın" derler. H. Mevlüt Soylu imkânlarının az olduğunu betonarme camii yapacak kadar paralarının olamayacağını arz ederler. Osman Hulûsi Efendi şöyle buyururlar: "Eğer siz İmam-Hatip Lisesi yapımına yardım ederseniz Allahu Teâlâ da sizin camiinize yardım eder" Bunun üzerine H. Mevlüt Soylu kıymete değer bir meblağ bağışta bulunurlar. Ertesi sene kayısılarından çok bol ve bereketli bir üretim gerçekleşir. Sarılar Mahallesine de Osman Hulûsi Efendi’nin duası bereketiyle betonarme, altı lojman, üstü cami olmak üzere güzel bir camii yapılır.
Aslında bu hatıra da dikkatle okununca, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin yine ileri görüşlülüğüne bir senettir.
Allahu Teâlâ bu samimi gayretleri boşa çıkarmaz ve 1974 yılında Darende İmam-Hatip Lisesi eğitim öğretime açılır. Bu okuldan memleketimize hizmet eden çok sayıda vatan evladı yetişmiştir. Gerek devlet kademesinde, gerekse dinî eğitimini aldıktan sonra ticaretle ilgilenen kişiler bu eğitim kurumunun kendi insanımıza olan hizmet fonksiyonunu daha iyi bir şekilde ortaya koymaktadır.
BİR NAKŞÎ MÜRŞİDİNİN ESERİ
“Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî de her bakımdan bu edebiyatın mahsulleri içinde ele alınacak özelliklere ve değere sahiptir.
Ahmed Yesevî’den itibaren birçok mutasavvıf şair elinde günümüze ulaşan Tekke Edebiyatı geleneğinde daha çok Kadirîlik, Rufaîlik, Halvetîlik, Bektaşîlik gibi tarikatlarla ilgili; bunların çeşitli kollarına bağlı, her seviyedeki müntesiplerin ortaya koyduğu birçok edebî eser vardır. Bir başka deyişle edebî eser vermek bakımından zikredilen bu tarikat bağlılarının önde gelmelerine rağmen, Nakşî’lerin edebi sahada daha az eser verdikleri bilinmektedir. Bu bakımdan Osman Hulûsi Efendi Divan’ı bir Nakşî mürşidinin eseri olarak ayrı bir ehemmiyet arzetmektedir.
Hulûsi Efendi Hazretleri, tebliğ için bir vasıta olarak kullandığı şiir ile tesirini daha devamlı ve müessir kıldığı gibi, vezni ve formlarıyla artık öldü denilen Klasik Edebiyatımızın, her türlü menfiliklere rağmen günümüzde de yaşayabileceğini bilfiil ve olanca kuvvetiyle ortaya koymuş, bunun da en iyi şekilde İslâm kültürüne hakkıyla vakıf olmakla ve tasavvufu bilmekle, hatta yaşamakla mümkün olabileceğini bizlere göstermiştir.” (Uzun, Mustafa, “Hulûsi Efendi Divanı’na Edebî Bir Bakış”, Somuncu Baba ve es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyumu Tebliğleri, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Yay., Ankara, 1997, s. 151-152.)
Fotoğraflar için tıklayın