İbrahim Aydoğan anlattı

İbrahim Aydoğan anlattı

İbrahim Aydoğan anlattı
Kültür-Sanat 31.01.2010 23:01:00 8745 0

İbrahim Aydoğan`ın özgeçmişi

Ülkemizin tahıl ambarı Konya’da çiftçilik ve ticaret yapan ve 7 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1942 yılında Karapınar ilçesinde dünyaya geldi. 1966 yılında Ankara Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Akademisini bitirdi. Okulunu bitirince aile şirketinde çalışmaya başladı. Gençliğinden beri içerisinde olduğu işlerinde muhasebe biriminin yanı sıra firmanın yönetimiyle ilgilendi. Elektrikli ev aletleri ve İpragaz bayisi olarak ilk ticaretini yapan ailenin halen devam ettirdikleri şirketlerinin yönetim kadrosunda görev yapmaktadır. Evli ve 4 çocuk babasıdır.

İsterseniz öncelikle söze Darende ve Hulûsi Efendi (k.s)’yle nasıl, ne zaman tanıştınız, onu anlatarak başlayın.

Karapınar ilçesinde ikamet ederken ailemin uzun yıllardır Darende’ye bağlı olduğunu ve Hulûsi Efendi Hazretlerini ziyaret ettiklerini hatırlarım. Bizler bu camianın, Darende sevgisinin, güzel insanların sevgi hoşgörüsünü teneffüs ederek büyüdük.

1968’de bir gece rüyamda Konya Bardakçı Camisinde nurani yüzlü bir zatın arkasında namaz kıldığımı gördüm. İmamlık yapan ile yanımda namaz kılan o kişinin siması adeta hafızama kazındı. Bir hafta sonra Hulûsi Efendi’nin Konya’ya geldiğini söyleyen ağabeylerim beni de götürdü. Kalabalık bir evden hatırladığım tek sima rüyamda gördüğüm kişiydi, ilk tanışmamız o zaman olmuştu. Ben aradığımı bulmuştum. Günlerdir “kim di acaba bu zât” diye düşünürken bir anda kendileriyle görüşme imkanına kavuşmuştum.

Aradan yıllar geçti, Hulûsi Efendi Hazretlerinin bir Konya ziyaret sırasında sanıyorum bir okul yapımına para toplanıyordu, ikindi ezanı okundu camiye yetişemedik. Arabaya bindik ilerlerken, ibadet konusunda oldukça hassas olan Hulusi Efendi, “Oğul, ezan okundu, şurada namazımızı kılalım” dedi. Yanından geçtiğimiz Bardakçı Camisi’nin önüne aracı park ettim. Biz girdiğimizde cemaat camiden ayrılıyordu, Hulusi Efendi imam oldu, biz de cemaat ikindi namazını eda ettik. Namazı bitirince aklıma yıllar önce gördüğüm rüyam geldi. Rüyam gerçek olmuştu, benimle birlikte cemaat olan kişi Yaşeyh ismiyle bilinen Muhittin Tütüncü’ydü.

Sonra, ziyaret edip görüştünüz mü?

Elhamdülillah o günden sonra sürekli, ziyaret de ettik, evimizde misafir de ettik.

Misafiriniz de mi oldular?

Evet. Çok defalar Konya’da kendilerini ağırlama şerefine erdik. Hulûsi Efendi geldiği zaman kardeşlerimizle oturduğumuz apartmanın en güzel dairesinde kendilerine hizmet ederdik. Hulûsi Efendi’nin Konya’ya geldiğini duyanlar akın akın gelir ve ziyaret ederdi, herkesi evimiz geniş olduğu için rahatlıkla ağırlardık.

Bir de İstanbul’a gitme konusunda kararsızlığınız olmuş?

O çok önemli bizim için. İşlerimiz çok iyi gidiyor, yeni işletmeler kuruyor, gelişiyorduk. Konya’dan İstanbul’a gidip, çalışmalarımızı burada sürdürelim diye düşündük, hatta ev ve işyerleri bile aldık. Gidip gitmeme konusunda kararsızlığımız sürerken Hulûsi Efendim Konya’ya gelmişti, yine evimizde misafir ettik. İstirahata çekileceği sırada bir konu danışacağımı ilettim ve işlerimizi İstanbul’a taşıma hususunda kararsız kaldığımızı ifade ettim. Şöyle bir iki saniye düşündü ve “Oğul, eğer çok çok zengin olmak istiyorsanız İstanbul’a gidin ama eğer huzur istiyorsanız Konya’da kalın” buyurdu. Kafamızdaki bütün soru işaretlerinin cevabını almıştık. Ertesi gün İstanbul’da aldığımız ev ve işyerlerini satarak, Konya’da kalıp, huzuru tercih ettik. Allah’a şükür bütün aile, Hulûsi Efendi (k.s)’nin sözünü dinleyerek o günden beri huzur ve güzellikler içerisinde yaşıyoruz.

Bir de kırmızı bir Mercedes’iniz varmış, o arabayla Hulûsi Efendi (k.s)’yi çok yerlere götürmüşsünüz?

Eskiden imkânlar bu kadar yoktu, şimdi herkesin arabası var. Hulûsi Efendi  (k.s) çok sayıda derneğin başkanı olduğu için çeşitli zamanlarda yardım toplamak amacıyla değişik şehirlere gider ve insanları hayır hizmetlerine teşvik ederdi. Bu seyahatlerinin bir kısmına biz de katıldık. İşte o yıllarda (1978) Hulûsi Efendi (k.s)’nin bu hayır hizmetlerine yardımcı olmak amacıyla Mercedes marka bir otomobil aldık. Bazen ben, bazen de şoförlüğü daha iyi olduğu için Yaşar ağabeyim, Hulûsi Efendi (k.s)’yi gezdirir, yardım topladığı zamanlarda elimizden gelen desteği payımıza düşeni kadar yerine getirmeye çalışırdık. Elhamdülillah maddi olarak Allah bize çok şeyler nasip etti.

O arabanın ilginç bir özelliği var değil mi?

Yıllar sonra da fark etsek çok mutlu oluyoruz. 1978’de 914 bin liraya aldığımız kırmızı Mercedes’i Hulûsi Efendi (k.s)’ye olan hizmetinden dolayı onun hatırasını yaşatmak amacıyla hâlâ saklarız ve bakımını yaptırırız. Bugün bile tıkır tıkır çalışıyor.

Hulûsi Efendi (k.s)’nin torunuyla (Kemal Efendi’nin kızı Naciye Hanım’la) evli olan oğlum Bekir, bir gün telefonla arayarak bana arabanın plakasını alırken herhangi bir şeye dikkat edip etmediğimizi sordu. Herhangi bir talebimiz olmadan 42 HA 914 plakasını verdiklerini söyledim. O zaman şu hatırlatmayı yaptı. “Baba, arabanın plakasında güzel bir tevafuk var, Efendimin isim ve soy isminin baş harfleriyle doğum tarihi olan 1914’ü simgeliyor” dedi. 20 sene sonra fark etmiştik. Bunun bir rastlantı olmadığına inanarak hayatta tesadüfe yer olmadığını ve o arabanın hizmetine karşılık böylesi bir simgeyi taşıdığına kanaat getirdik.

Seyahatlerinizden çok hatıralarınız vardır?

O kadar çok ki, hangi birini anlatayım. Her hareketi örnek, her sözü bir tenbihti. Bu gezilerin birinde Hulûsi Efendi (k.s)’nin kapı kapı gezmesine gönlümüz razı olmadı ve “Efendim, ne kadar lazımsa emredin, gerekeni biz verelim, siz şehir şehir dolaşmayın” dedik. O zaman tebessüm ederek; “Oğul, biz istiyoruz ki, herkesin bu hizmetlere bir katkısı olsun, yoksa Allah’ın izni ile bu işleri tek başına yapacak o kadar çok sevdiğimiz var ki. Ama gönlümüz insanları hayır hizmetlerine teşvik etmekten yanadır” diyerek bize her şeyin zenginlikle değil, Allah’ın nasip etmesiyle olacağı dersini verdi.

Günümüzde Darende’de yapılan hizmetleri nasıl yorumluyorsunuz?

Bugün de Darende’de yapılan hizmetler gerçekten her türlü takdirin üzerinde. Zamanında Hulûsi Efendi (k.s)’nin attığı temeller, yaptığı eserler, çok muhterem Hamidettin Efendi’nin özverisi ve gönüldaşların destekleriyle büyüyerek, çoğalarak devam ediyor ve kıyamete kadar baki kalacak inşallah. Çünkü yapılan her hizmet, Allah rızası için ve çok sayıda insanın desteğiyle gerçekleşiyor. İnsanların safiyane gönülleriyle yaptıkları yardımlar, hizmete dönüşerek yerine ulaşıyor.

Bir de 736. vuslat yıl dönümü öncesinde Mevlâna türbesine Hulûsi Efendi’nin bir sözü asıldı. Bu sözün ve levhanın hikâyesini de dinleyelim.

Hulûsi Efendim 1978 yılında Konya’ya geldiği bir gün, Karapınar’a gidecektik. Evden yola çıktık “Oğul şuradan Mevlâna Hazretlerinin türbesini ziyaret edelim” dedi. Baş üstüne Efendim, diyerek direksiyonu kırdım ve türbeye gittik. Kapıdan girince “Oğlum cebinde kalem kâğıdın var mı?” dedi. Hemen cebimden defterimi çıkardım, bir şeyler yazdı, sonra bizlere okudu.

“İhtirâm eyle varup türbet-i Mevlânâ’ya

 Hâk-i pây ol da eriş Hazret-i Mevlânâ’ya

Şems`in etrâfını devr eyleyü pervâne gibi

Cân ile bende olup hidmet-i Mevlânâ’ya

 Ta`zim ile dergâhına yüz koy da Hulûsî

 Mazhar ol merhamet-i şefkat-i Mevlânâ’ya”

ve devamla, “İbrahim bey oğlum, bu sözü İstanbul’da bizim selamımızla Hattat Hamid’e (Aytaç) yazdır, levhayı şuraya astır, gelenler bu sözü okusun ve ziyaretini bu âdâpla yapsın” dedi. Baş üstüne diyerek Efendi Hazretlerinin yazdığı sözlerin yazılı olduğu kâğıdı aldım.

Ne zaman gittiniz Hattat Hamid’e?

Efendim Konya’dan ayrılır ayrılmaz ben de İstanbul’a gittim, araştırdım, soruşturdum Hattat Hamid’i buldum. Sirkeci’de bir handa yazıhanesi vardı. Çok sayıda levhanın arasında biraz da bakıma muhtaç bir vaziyetteydi. Selam verdim, içeri girdim, bir levhaya hat çekiyordu, başını kaldırmadan “buyurun” dedi. “Darendeli Hulûsi Efendi (k.s)’nin selamını getirdim” deyince ayağa kalktı ve elimi tutarak “Ve aleyküm selaaaam” dedi. Hulûsi Efendi (k.s)’yi, sağlığını ve yaptığı çalışmaları sordu. Elimdeki yazıyı ona vererek, bir levha halinde yazmasını istedim. “Sağolsun, bizi unutmamış, emir telakki ederiz, yalnız biraz sürer, hemen istemeyin” dedi, “Olsun” dedim ve geçmiş gün ne kadardı hatırlamıyorum ama iyi de bir para vererek, levhanın yapılmasını beklemeye koyuldum. Aradan epey zaman geçti, İstanbul’a gittiğimde uğradım “daha yazamadım” dedi. Sonra bir duyduk ki, Hattat Hamid Aytaç Hakk’ın rahmetine kavuşmuş.

Levhayı yazmak nasip olmadı o zaman?

Maalesef yazamadı veya yazdı, bize vermek kısmet olmadı bilemiyorum.

Hulûsi Efendi (k.s)’ye anlattınız mı bunu?

Hattat Hamid’e levhayı yazmasını söylediğimi ifade etmiştim, vefatını duyunca da kendisini ziyaretimde sözlerinin yerine gelmemesinden duyduğum üzüntüyü dile getirdim. O zaman buyurdular ki “Oğul Hattat Hamid paraya sıkışmıştı, biz onun yazamayacağını biliyorduk ama bu iş onun işini gördü. Yazı vakti gelince yazılır yerine asılır” dedi.

Yazının vakti ne zaman geldi?

Aradan epey zaman geçti, bu söz benim içimde bir ukde olarak kaldı. Geçtiğimiz yıl, Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımız Hamidettin Efendi’ye bu hatırayı naklederek, levhayı yazdırmak istediğimi bildirdim. Hulûsi Efendi Hazretlerinin sözünün yerine gelmesini söyleyerek “En iyi hattatlarla görüşüp bunu yapalım” dedi. Araştırdık, Konya’da ünlü bir hattat olduğunu öğrendik ve giderek kendisine bu levhanın yapılmasını istedim. Olayın hikâyesini anlatınca aldığım cevapla şok oldum. Aynı zamanda Eczacı olan Doç. Dr. Hüseyin Öksüz (Hüseyin Konevî) “Ben Hattat Hamid’in talebesiyim, hocamın yapamadığı levhayı tamamlamak bize düşer, Hulûsi Efendi gibi muhterem bir zatın sözlerini büyük bir zevkle yazacağım” dedi. Bulduğumuz hattatın Hamid Aytaç’ın talebesi olması evliyaullahın bir kerameti olduğunu düşünmekten başka bir şey aklımıza gelmedi.

Levhanın tamamlanması ve yerine asılması nasıl oldu?

Aradan bir süre geçti, levhanın hazır olduğu söylendi, gittik aldık. Banu Hidayetoğlu adlı müzehhibe tarafından altın varaklarla süslemeleri yapılan levhayı sıra yerine asmaya gelmişti. Mevlâna Müzesi Müdürü Yusuf Benli’den randevu alarak ziyaretine gittik ve levhanın hikâyesini kendileriyle paylaştık. “Bu söz yerini bulmalı, Hulûsi Efendi gibi önemli bir zâtın böylesine muhteşem sözlerini buraya gelen herkes okumalı” dedi ve hemen yerini belirlemek üzere müze kısmına geçtik. Efendi Hazretlerinin gösterdiği yeri tarif edecektim ki şöyle bir baktı ve “şurası nasıl olur” dedi. Gösterdiği yer, Hulûsi Efendi (k.s)’nin tarif ettiği yerdi, girişte sağda yer alan kısma hemen levhayı monte ettirdi. Hulûsi Efendi’nin sözü yerini bulmuş ve hoşgörünün timsali olan Mevlâna Hazretlerinin türbesini ziyaret âdâbını dile getiren sözlerin yerine asılması yıllar sonra tahakkuk etmişti.


Anahtar Kelimeler: