Ömer HİDAYET


Tasavvuf Irmağında Akan Kalemler


 

       İslam dünyası, fetih ve tercüme faaliyetleri ile farklı kültürlerle tanışma zemini buldu. Bu durum, sosyal olayların yapısı gereği kaçınılmazdı. Değişim bir anlamda insan fizyolojisinde olduğu gibi, sosyal hayatı da içine alıyordu.

      Akıl, ilk çağda Kur´an ile süslenirken, sonrasında farklı fikir akımı ve görüşlerin etkisi altına girdi. Mezhepler ortaya çıktı, insanların sosyal hayatını kolaylaştırmak için çözümler üretildi. Peygamberimiz tarafından Yemene Vali tayin edilen sahabeye, ne ile amel edileceği sorulduğunda, Allah´ın kelamı ile cevabını verdi. Çözüm orada yoksa dedi Allah´ın Resulü, peygamberin sünneti cevabı yetişti, ondan da bulamazsan denilince kendi aklımla, kıyasla çözüm bulurum cevabı geldi. Allah´ın Resulü: Allah´a hamdolsun ki, Resûlullahın elçisini, Resûlullahın razı olduğu şeye muvaffak kıldı, diye buyurdu.

     Aklı, her şeyin önüne koyan düşünce manevi iklimden hızla uzaklaştı. Bir tür modern dünyanın pragmatist ve materyal bir düşünce algısı ile anılır olması sağlandı. Görmediğime inanmam, ölçmediğimi kabul etmem mantığı hızla yayıldı. Konjektürel siyasi yapı, yönetimdeki katılıklar bu tür düşüncelerin ekmeğine yağ sürdü.

Zahir batın ittifakı

     Zahir, bâtın ikilemi, akıl, iman ilişkisi daha ilk dönemde insanların gönlünü ve kafasını meşgul etmeye başlamıştı. İrfani düşünce, zahir ilimle hiçbir zaman çatışma içinde olmadı. Tam tersine onu besledi, destekledi. Bir lokma bir hırka geleğenin dünyadan el etek çekme şeklinde olması, dünyanın habis ruhunun tiksindirici yüzünü ortaya koymak için bir tercih yolu oldu.

     Allah dostları, önce gönlü tamir etti, sonra dünyayı ihya etti. İstikbal peşinde olmadılar. Hırsın ne menemen bir zillet olduğunu sevenlerine yaparak, yaşayarak gösterdiler. Malik oldular ama tamah etmediler. Yönettiler ama irade ve istikbali karartmadılar. Akıl, iman terazisini hep bir kıvamda tutmayı bildiler. Nerede görüneceklerini, nerede gizleneceklerini, ne kadar gönle ve ruha sesleneceklerinin ölçüsünü çok iyi ayarladılar.

     Sosyal hayatı düzenleyen bir menkıbeyi hatırlayalım. Mürşidi Kâmile, sevenleri efendim tek yediğimiz, bir et vardı, O´nada zam gelmiş alamıyoruz denilince, öyle mi desene et ucuzladı, diye cevap verir. Efendim yanlış anladınız galiba et zamlandı diyoruz. Bende doğru duydum ya zam ne demek, yemezsiniz et ucuzlar. İşte size bir lokma bir hırka anlayışının hayata yansıması. Talep olmayınca vahşi kapitalizm arzı ne yapsın. Buyurun modern iktisatçıların yıllarca formül bulmaya çalıştığı bir realiteyi,  bir Allah dostunun kelamı ile nasıl yerle bir oluyor. Talebi kısarsın, mal depoda çürür, benim ihtiyacım yok dersen, Noel baba olup bacadan mı atacaklar. Sınırsız ihtiyaçların sınırlı vasıtalarla giderilme amelesi diye ekonomi tanımlarsan, dünya sana sürekli, moda, reklam, bu zamanda bu da mı olurmuş felsefesi ile bunu at, bunu al taktiği ile ihtiyaç fazlası harcamayı kapına dayar.

Talep olmayınca arz düşer

      Evet, insanlarımıza iş, aş lazım. Tüketim olacak ki üretim de onu desteklesin. Şu yakın zamanda bile paraya yapılan bir dış operasyonla içerden bazı fırsatçılar etiketle ve fiyatla oynadı. Kendisini denetleyen zabıtaya kafa tuttu, gıda mühendisine tuzak kurup evire çevire dövmeyi hal çaresi olarak gördü. Kanaati ve şükrü unutursak, geçim sıkıntısı bizim yakamızı asla bırakmaz. Ayağımızı yorganımıza göre uzatma kültürümüzü kaybettik. Borçlanmayı, taksitli alışverişi bedava gibi algılamaya başladık. Çok şükür son on altı yılda, kişi başı gelirimiz arttı, yaşam standardımız birçok ülkeyi geride bıraktı. Dış borçlarımız gösterilen istikrar ve irade ile sona erdi. Sözde nice dünya devleri varken sosyal yardımlaşmada birinci sırada olmamız bir tesadüf değildir. Millet olarak, bu kadim kültürümüzün ve geleneksel yaşam biçimimizin bize yüklediği onurlu bir görev olsa gerek.

     Peygamber Efendimiz döneminde mezhep var mıydı, şu var mıydı bu var mıydı yollu akıl oyunları ile köklü bir kültüre toz kondurmaya çalışanlar, boşa uğraşmasın. Buradan bir şey çıkmaz. Akıllarını ve gayretlerini daha hayırlı, daha faydalı işlerde kullansınlar. Eleştirdiğiniz ve topa tuttuğunuz bu yapı, kendi içinde oto kontrolü çoktan sağlamıştı. İslam ahlak ve inancına zerre halel getiren muhibban olursa önce ikaz ediyorlar, olmazsa saf dışı edip, kutlu yolun saf ve som inancının lekelenmesine asla izin vermiyorlardı. Sivil toplum kuruluşları olarak, insanlık adına o kadar güzel işler yapıyorlar ki, devletin birçok yükünü sırtından alıyorlar. Devletten de dünyalık bir talepleri de olmuyordu. Burada akla kötü örnekler getirilmesin. Mecelle kaidesi, (Su-i misal, misal olmaz)kötü örnek, örnek değildir.(FETÖ, Adnan Oktar gibi)

Akıl iman münasebeti

      Fikir ve sanat alanında kalem oynatanların büyük çoğunluğu, hep arka planda bu manevi havuzdan beslenmişlerdir. Büyük mütefekkir Necip Fazıl´ın, Abdulhakim Arvasi ile gönül bağını kurması, Semiha Ayverdi hanım efendinin, Ahmet Rufai ocağında pişmesi, Nurettin Topçu hocamızın, Abdulkadir Meraği ile gönül dünyasını şekillendirmesi, Fethi Gemihlioğlu abimizin, kalender meşrebinin, tasavvuf neşesini hep bu ocaklardan nefeslenerek, hakikati dillendirdiler.

   Gönlümüzün ve ruhumuzun gıdası manevi ilaca, tasavvuf neşesine, bu tüketim ve haz ortamında ne kadar çok ihtiyacımız var bilseniz. Bu kutlu ocaklar, dünyadan kaçışın değil, dünyanın gerçek değerinin verildiği kurtuluş ve huzur ortamlarıdır.

?Otuz üç yıl saatim çalışmış ben durmuşum,

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.?