Cemil Gülseren


Nerede Kalmıştık?


?Nerede kalmıştık?? sorusunu daha çok öğretmenlerden duyarız. Öğretmen yeni bir derse girdiğinde ?bilir-bilmez´ bir eda ile sınıfa yöneltir. Ders de öyle. Her son bir başlangıç değil mi sanki ?  Biri biter biri başlar. İşte on bir ayın sultanı Ramazan da geldi geliyor. Recep, Şaban derken Ramazan ve ardından bayram. Günler, haftalar, aylar yıllar böyle gider gitmesine de bizde hep sızlanırız, hep sitemle geçmişi anar, geçmişi ararız. Yaşı ellinin üstünde olan hemen herkes aynı söylemleri tekrarlar durur. Lakin söz değişmez: Nerede o eski ramazanlar?...

?Ah gurban kalmadı eski hayatlar, yok oldu fakat nerede o eski karlar, kışlar? Nerde o eski adamlar?? (Adam gibi adamlardı.) Nerede o eski dostluklar, komşuluklar? Bu sızlanmalar uzayıp gidedursun. ? Eski ev hayatıyla yeniyi kıyaslar mısınız?? sorusuna Prof. Dr. A. Kazancıgil şöyle cevap vermiş: ??Evin derinliği kalmadı. İnsanların evi gelgeç yeri oldu. Eskiden bir iç hayat vardı. Onu yitirdik. Evin nezaketi de, nezahati de kayboldu. Tabii bunu sağlayan insanlar da kalmadı? ? (Türk Edebiyatı, Şubat 2006.) Elbette ki insanlar değişti. Evin ne suçu var? Yapan da yıkan da bizler.  Yahu bitti, gitti. Değişti her şey. Dilimiz de değişti, sözlerimiz de, hatta özlerimiz de? Güya yenilendik. Bu yeniler bile eskidi. Eskiyecek de. Her yeni gün, her yeni yıl bir öncekini eskitecek. Kural da bu kanun da? Törelerimiz de törenlerimiz de bu sürekli değişim rüzgârından etkilenmekte. Bundan yüz yıl öncesinin ramazanını anlatıyor Halit Fahri Ozansoy: ??Babalarımız doğrusu bizim bir haftada yiyebileceğimizi bir iftar sofrasında yiyebiliyorlardı. Ben bunu yiyecek maddelerinin nefasetine de veriyorum. Hem mideler sağlam, hem her şey hilesiz. Halis Halep yağı, makine yağsız âlâsından zeytinyağı ve her şey ona göre! Başka sebep aramayın?.? (Eski İstanbul Ramazanları, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İst., 1968. s. 18.) Devir gramla, taneyle yeme devri. Karpuzu dilimle, salatalığı, muzu taneyle alma devri. Örneklerine artık rastlanıyor. İşte bir oturuşta bir kuzuyu yiyenler falan diye biz de duyardık. Kol kuvvetiyle çalışıp da bir oturuşta bir kuzu olmasa bile onun yarısını götüren iki kişiyi gözüm görmüş idi. Şimdi alamaz o başka. Şehirlerde oturanlar, bir durak için otobüse binenler, her şeyini otomatik kumanda ile kolaylaştıranlar sen yine gramla yemeye devam et. İç geçirip hayıflananlar bırakın desinler : ? Nerde o eski hayatlar?...? Onu bari çok görmeyin. 

Şehirlerin  gökdelenleri arasında kaybolup gidenler, hayvanat bahçesi yerine hayvan maketleri ile yetinenler  arada bir nefes almak için uzağa, uzaklara  gitmek niyetiyle turlara katılması- adına deniz deyin, piknik deyin doğa yürüyüşü fark etmez- boşuna değil, anlamsız da değil. Maksat sadece mangal yakmak falan değil yoksa. Bir gün bir köye vardığında bir gencimiz kendini ?açık hava müzesine´ varmış gibi hissederse şaşırmayın. Ahan da buraya yazıyorum gün gelecek bozulmamış, değişimlerden fazlaca etkilenmemiş köylere giriş ücretli olursa hiç şaşırmayın. Bu olacaktır. İçinde şişe suyu satılmayan, damacana su içilmeyen, beyaz ekmeğin girmediği gdo´suz ürünlerin, gıdaların üretilip tüketildiği bir köye giriş- kalırsa- elbette ücretli olur. Haklarıdır. Bu hayat bu kadar ucuz olmamalı.

Şimdiki Ramazanlar mı?

Kırsal kesimde kısmen devam eden şehirlerde ise bitme noktasına gelen yaşça büyüklere iftara gitmek saygıdandı, gelenekti. Tıpkı bayramda ziyarete gitmek gibi. Sosyal medya gibi sosyal hayatımızın bir parçası oldu iftar çadırları da. Gösterişe kaçmasa iyiydi ya. Yolcu için, yolda kalan için; fakir fukara, garip guraba için bundan âlâ hizmet mi olur? Gel gör ki durum gerçekten böyle mi?...Maalesef suistimallere açık  bir uygulama. Evvel zamanda ise zenginlerin İstanbul´da ise köşklerine, yalılarına; Anadolu´da ise ağanın, beyin, eşrafın, esnafın ileri gelenlerine, davetlerine davetsiz olarak sokulmak yüzsüzlüğü olurmuş. İşte o günlerden bir hikâye:

 ? Birisi ötekine dert yanıyor:

-Şu Ramazan ne de çabuk bitti.

-Otuz Ramazan tamam oldu ya!

-Sen ne diyorsun? Benim daha kırk evlik iftarım vardı.? ( Ozansoy,  a.g.e. s.27.) Ne değişti sanki? Yine geziyorlar çadır çadır? Ne yiyelim, ne pişirelim programları da, çalgılı malgılı meydan gösterileri de, sakız çiğnesek olur mu, denize girebilir miyiz soruları da aynen kaldığı yerden devam edecektir.

Yahu bu ay oruç ayı, sabır ayı, nefsi terbiye ayı. Tutacaksan tut, tutmayacaksan da bahaneler üretme. Dışarıdan seni gören demesin ki oruç onu tutmuş. Niyetin ne? Tutmak mı? Tut o zaman. Ağzını tut, sözünü tut, dilini tut, elini tut. Yeter ki sağlam tut. Tuttuğunu da gevşek tutma. Bırakma. Gevşek tükürük sakal murdar edermiş.

Olurdu olmazdı derken seçim sürecine girilmiştir. Bitiminde seçen de, seçilen de, seçilemeyen de şu soruyla hayatına devam edecektir :  NEREDE KALMIŞTIK?