Cemil Gülseren


KALIP SÖZLERDEN USTA SÖZLERİNE

KALIP SÖZLERDEN USTA SÖZLERİNE


Kalıp sözleri mutlaka duymuşsunuzdur. Çoğu insan bilir ve konuşur. Doğaçlama dilimizden çıkıverir. Doğumda, ölümde, düğünde, bayramda, seyranda, yemekte, yatarken, kalkarken hemen her duruma özgü zengin kalıp söz dağarcığımız vardır. Hayırda, şerde, iyi kötü fark etmez. İşte bir kaçı: Gözünüz aydın olsun. Allah analı babalı büyütsün, Başınız sağ olsun. Sıhhatler olsun. Şifa olsun. Afiyet olsun. Daha neler neler… Atasözlerimiz, deyimlerimiz gibi bizim kalıp sözlerimiz de anonimdir. Bir dokun, bin ah işit. Yerin kulağı var. Ne sen sor, ne ben dinleyim. Sözünüzü balla kestim. Sizden iyi olmasın. Haşa huzurdan, sözüm meclisten dışarı. Şimdi kendi yok, (Yukarıda) Allah var. (Allah şüphesiz mekandan münezzehtir. Kastedilen manen Allah’ı yücede görmek.)

18.Yüzyılın şairlerinden Darendeli Bakai’nin nazmettiği manzum Battalnâme’nin sonuna eklediği beyiti hiç unutmam: “Bunu yazdım bî-vafadır ruzigâr /  Ben ölürsem kala hattım yadigâr” Şimdilerde annesini yitiren bir evlâdın sosyal medyada paylaştığı bir kalıp söz: “ Ateş söndü külü kaldı; //  Yara geçti, izi kaldı;  // Sesi gitti, sözü kaldı;  //  Kendi gitti adı kaldı.” 

Dünya bu işte. Gidersin ardından namın kalır, adın kalır, sanın kalır. Varsa eserin kalır. Varisin kalır, malın, mülkün kalır. Yaptığın iyilik, ettiğin kötülük kalır. Bir sen gittin ya. Af buyurun biraz kaba olacak ama benzetmişler. Ben neyleyim: Eşek ölür, semeri kalır; İnsan ölür, eseri kalır. Ha bu arada bir gerçeği de yeniden hatırlatmak isterim. Bir insanın değeri, büyüklüğü -özellikle de yakınları tarafından- onu yitirdikleri zaman anlaşılır. Bu ve benzeri durumlara uygun da bir kalıp sözümüz olsa gerek değil mi? Kör ölür badem gözlü olur; kel ölür sırma saçlı olur. Bu her zaman böyle olmuştur. Böyle olacaktır.

Bir de insanı gaza getiren, kaba tabiriyle dolmuşa bindiren kalıp sözlerden de misal verelim: Ağalık vermekle; dayılık dövmekle… Dayı (ağa) derler maldan; Yiğit derler candan ederler. Sen ağasın, sen paşasın ver gazı. Ağa deyince bir söz daha aklıma geldi: Sen ağa, ben ağa; bu ineği kim sağa? 

Yine açık ve net bir kalıp söz yazayım da siz ‘ah’ mı edersiniz, beddua mı bilemem: Bizim hasetlerimiz var ya var. İşte onları anlatır: İki ineği sağdırmaz; iki oğulu sevdirmezler. Onlar var ya onlar o gözü çıkasıcaların hastalıklarının teşhisi kolay da tedavisi zor. Hasetlik mi, kıskançlık mı, kem göz mü, pis nefes mi? Hepsi hepsi. Dünyayı ellerine versen yine de seninkiler ona batar. Adı batasıcalar. Kıskançlık, ilk insan Adem Babamızın çocukları ile başlamıştır. Kabil, ilk katil işte. İlk kan, ilk kardeş kanı, ilk kıskançlık, ilk hasetlik… Bu hırs, bu nefis, bu şeytan insanda olduğu sürece kıyamete dek sürecektir.

ÖNEMLİ BİR AYRINTI

Kâbusnâme’de geçer: “…Ey oğul, bir işte gayet kâmil isen, ne zaman o işi bilen bir kişiye rastlarsan, sen seni bilmeze vur, eğer hüner öğrenmenin kapısı üzerine açılsın diliyorsan, çünkü bir hünerliye rastlayınca, senin bildiğin o hüneri ben de bilirim dersen üç türlü yarardan ırak olursun. Önce yararı budur ki sen bilmem deyince o hüner sahibi senden sakınmadan senin bildiğin hüneri işler, eğer senin bildiğin gibi işlerse, şükredersin, ben de bunun gibi bilirmişim dersin, ikinci yararı, eğer senin bildiğinden daha iyi işlerse senin ayıbın örtülür ve o hüneri gizlice ondan bir tamam öğrenirsin. Üçüncü yarar odur, eğer o hüneri senden eksik işlerse, bu senin ondan hünerli olduğunun isbatıdır…” (Kabusnâme s.131, C.1, Farsçadan çeviren: İlyasoğlu Ahmed, Tercüman 1001 Temel Eser)

ÜSTADLARDAN USTACA UYARILAR

Şairlik iddiasında bulunan biri, ilim irfan sahibi bir üstadın huzurunda uzun bir kasideyi okumaya başlar. On- on beş beyit okuduktan sonra; “Efendim hangi beyitleri iyi buldunuz?” diye sorar. Üstat cevap verir:  – “Henüz okumadığınız beyitleri…”

FARKLI  ÖNERİLER 

Yeni ev yaptırmakta olan ‘acemi’ bir ressam bir mecliste yaptırdığı evden söz etmekteymiş: “Binayı bitirdikten sonra duvarlarını badana edeceğim sonra da her tarafını resimlerle süsleyeceğim. Erenlerden nüktedan birisi: “-Önce resimleri yapsan ve sonra badana ettirsen daha iyi olur zannederim.” demiş. Ne kadar açık sözlü, cesur yürekli bu cevabı şimdi kaç kişi verebilir. Hiç kimse. İkiyüzlülüğün gereği yok. Lafı kıvırmadan, dolandırmadan, olanı olduğu gibi yansıtmak yürek ister. 

Eski zamanda şairler vüzeraya kasideler, medhiyeler takdim ederler; aldıkları hediye ve bahşişlerle geçinirlermiş. Vüzerâdan biri, ziyaretine gelen şuarâdan bir Bektaşi babasına, kendisine takdim edilen medhiyelerin iyisini ve fenasını fark edecek kadar şiir bilgisi öğretmesini rica eder.  Bektaşi babası : “-Her gördüğünüz şiiri beğenmezsiniz, ‘bir şey değildir’ derseniz bu sâyede dünyada en birinci şair siz olursunuz.” Argoya yerleşmiş oldukça da kaba bir kalıp söz: ‘Yağdı yağmur, çaktı şimşek / Sen de mi şair oldun / Lan eşşoğlu eşek.’ Sözün özü: Herkes haddini, hukukunu bilecek. O kadar.