Hüseyin YAREN


Haçlı saldırıları ve sömürgeciliğin çok boyutlu hale gelmesi


1071´de Bizans Ordusu Malazgirt Savaşı´nda ağır bir yenilgiye uğramıştı. Sonraki yirmi sene boyunca Türkler Anadolu´nun içlerine doğru ilerlemişler, evliyalar, âlimler ve dervişlerin gönülleri fethetmesiyle Anadolu´ya İslâmiyet yayılmış, bütün halklar mutlu bir hayata yelken açmışlardır. Ancak Bizans İmparatorluğu bu durumdan çok rahatsız olmuş, özellikle Papa´ya mektup yazarak Batı´ya acil yardım çağrılarında bulunmaya başlamıştı. Aslında Katolik Kilisesi ve Bizans arasındaki ilişki yüzyıllardır gergindi. Aralarındaki en önemli anlaşmazlık İmparator´un Papa´nın üstünlüğünü kabul etmemesiydi. Yaklaşan Selçuklu tehlikesiyle İmparator köşeye sıkışmış, Papa´yla anlaşmayı kabul etmiştir. Ayrıca, eğer Konstantinopolis düşerse Avrupa´nın kapılarının açılacağını ve yakında Orta Avrupa´nın savaş alanına döneceğim söyleyerek Katolik dünyasını ikna etmiştir. Papa ise bu vesileyle Kutsal Toprakları kurtarmanın çok iyi olacağına ve Doğu´nun zenginliklerini ele geçirebileceğine inanıyordu. Böylece II. Urban 1095´de yaptığı ateşli bir konuşmayla Kutsal Toprakları kurtarmak için Kutsal Savaş ilan ettiğini açıkladı ve o zamana kadar tahmin edilemeyecek büyüklükteki saldırgan bir kitleyi serbest bırakarak İslâm dünyası üzerine yönlendirdi. Bu saldırgan tutum ve acımasızca, barbarca hareketler sonrası yüz binlerce insan canından olmuş, sanat eserleri tahrip edilmiş önemli coğrafyalar yakılıp yıkılmıştır. Bölgeye, iki yüzyıldan fazla bir süre Haçlı Seferleri yapıldı. Bazıları dini duygularla kutsal toprakları hedefliyordu. Gerçekte ise zenginlikler, topraklar, ganimetler ve kilisenin elde edeceği şöhrete bağlı olarak nüfuzunu arttırmaktı. 12. yüzyıl boyunca tüm Avrupa´dan, hatta Norveç´ten ve Danimarka´dan bile Haçlılar geldi. İskandinavya´dan gelenlerin çoğu Kudüs´e varabilmek için Rusya büyüklüğünde yol kat ettiler. Art arda süren saldırıların en ünlüsü, efsanevi Aslan Yürekli Rişar´ın yürüttüğü Üçüncü Haçlı Seferi´ydi. 1187´de, Selahaddin Eyyubi Kudüs´ü Hıristiyanların elinden geri almıştı. Arslan Yürekli Rişar´a tarihteki en büyük dersi vermiş, bu toprakların Müslüman medeniyetine ait olduğunu göstermiştir.  Dördüncü Haçlı Ordusu Bizans üzerine yürüyerek yarım yüzyıl Bizans´ı sömürmüştür ama Haçlıların hedefi İslâm dünyasıdır. On yıl sonra Papa tekrar saldırıları denedi. Bu ordu Mısır´da bir saldırı üssü oluşturmaya çalıştı. Bu, sıra dışı bir plandı ve sonunda Nil deltasının salgın hastalıklarla dolu ortamında gerçekleşmesi mümkün olmadı. Haçlı ruhu 14. yüzyılda, Kudüs için İslâm medeniyetiyle yaptığı mücadelede karşı koyamayıp düşmesiyle son buldu. Bizans İmparatorluğu darmadağın oldu. Yüz binlerce insan öldü ve Müslümanlar Avrupalıları mutlaka püskürtülmesi gereken işgalciler olarak görmeyi öğrendi. Haçlı fikriyatı her zamanki gibi hırsa, idealizm çılgınlığına, dinsel bir nefrete; zulüm ve uzun bir acıya dönüştü.

Batılı güçler; İngiltere, Fransa, Almanya ve Kutsal Roma İmparatorluğu ile tüm Avrupa krallıkları, eski anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak kutsal seferde bir araya geldiler. Tüm Haçlı dünyası birleşerek ittifak kurdular. Bu ittifakları yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde de devam etmektedir. Muhtemelen gelecek asırlarda da aynı zihniyet ve fikriyatın görülmesi aşikârdır. Sanayi inkılabından sonra sömürgecilik yarışı hızlanırken çok boyutlu bir hal almış, akıl almaz ölçüde saldırıları artarak devam etmiştir. Öyle ki Ortadoğu petrolleri için girişilen mücadelede bir damla petrol için bir Müslüman öldürmekten çekinmemişler, zulümler artarak devam etmiştir. Sömürgeciliği ve Haçlı saldırılarını çok boyutlu hale getirerek İslâm dünyasını pasifleştirme ve uyuşturma siyasetine başlamışlardır. Kültürel etkileşim, medya, film, moda programları, yanlı kitap ve makaleler... Algı saptırmaları ve operasyonları ile Haçlı saldırıları soğuk savaş haline dönüşmüştür. Aslında sömürgeciliğin çok boyutlu olması sıcak savaştan öte cephe gerisinde yapılan mücadele ve psikolojik yıpratmayla devam ederken, teknolojinin her şeklinin kullanılması, biyolojik mücadelenin yapılması ve maşa tabir edeceğimiz unsurlarla yıpratma ve yıldırma mücadelelerinin başlamasını sağladı. Bunun içinde dimdik ayakta durarak tüm boyutlarla mücadelenin gerekliliği tarih içinde de günümüzde de zaruri olduğu görülmektedir.

Batı dünyasının oyunlarından birisi ise güya ekonomik anlamda kalkınmayı planlayarak ferdi refah ve zenginlik fikriyatını sinelere yerleştirerek, ferdiyetçiliği ve benlik duygusunu hâkim kılmak, toplumdaki güven fikrini azaltmaktır. Materyalist fikir çerçevesi içerisinde İslâm toplumlarını yönlendirmeyi amaçlamış, tüketici toplum olma doğrultusunda üretimler yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Oysa bizim medeniyetimizin temelinde insan vardır. Kıymet maddeye değil insana verilir. Benlik, ferdiyetçilik ön planda değil, dayanışma ve yardımlaşma ön plandadır. Burada ifadeye çalıştığımız en önemli unsur şudur: Haçlı zihniyeti ve sömürgecilik ruhunun en önemli faaliyeti bizleri, inanmış insanları kendi öz kültüründen uzaklaştırmak, dini ve milli değerlerimizden kopararak kendimizi kendimizle yabancılaştırmayı amaçlamaktadır. Şu unutulmamalıdır ki, biz onlardan olana kadar onlar bizden olmazlar. Bu sebeple akıllı, şuurlu ve uyanık olmak lazımdır. Nasıl ki Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul´un fethinden sonra Ortodokslara haklar vererek kiliseler ittifakını parçalamıştır. Bu noktada ecdadımızı iyi anlamak gerekir. İttihatçıların yaptığı, ülkeyi uçurumun kıyısına getiren ciddi hatalarını çok iyi idrak etmek gerekir. Kısacası asrımızın gereklerini iyi kavramalı bilinçli ve şuurlu olmalıyız. Bu doğrultuda tüm gayret, fikriyat ve hissiyatımızla mücadele yapmamız zaruridir. Gayret bizden tevfik Allah´tandır.