Musa Tektaş


GAZİ TÜRKYILMAZ İLE RÖPORTAJ - 2


Hulûsi Efendi Hazretleri´ne gösterilen saygı ve verilen değerle alakalı bir hatıra nakledebilir misiniz?

Arıkanların Hacı Osman Efendi vardı. Aslen Zaviye mahallesinden otururlardı. Oğlum Fatih´in kayınbabası Hikmet Arıkan´ın dedesidir. O anlatıyor: Bir gün Zaviye´ye ziyarete gittik. Baktık ki Hulûsi Efendi Hazretleri paçalarını yukarı doğru katlamış beline kadar suyun içerisine girmiş Kudret Havuzu´na giden yolu yapmaya çalışıyor. Hulûsi Efendi´yi o halde görünce ?Ne yapıyorsun Hulûsi Efendi, bir insan ölür ailesi ağlar, bir insan ölür mahallesi ağlar, bir insan ölür beldesi ağlar, bir insan ölür dünya ağlar, siz ne yapıyorsunuz. Size ailenizin ve memleketin ihtiyacı var ama bütün insanların hatta tüm dünyanın ihtiyacı var. Siz dünyanın ağlayacağı özelliklere sahip birisiniz?? diyerek hürmet göstermiş veciz bir ifadeyle kıymetini anlatmaya çalışmıştır.

Hulûsi Efendi Hazretleri´nin huzurundaki sohbet ortamlarından irşad ve eğitim metodundan bahseder misiniz?

Sohbet ortamları aynı zamanda eğitim ve irşad ortamlarıdır.  Sivas´ta Posta Müdürü Ömer Bey vardı. Darende´ye gelirken yanına hâkim olan bir arkadaşını da almış ziyarete gelmişler. Ben de semaverin başında çay doldurmakla meşgulüm, hizmet ediyorum. Ömer Bey: ?Bu arkadaş çok yoruldu Hulûsi Efendi, bu arkadaşı değiştirin.? dedi. Efendi Hazretleri de: ?Ömer Bey sen merak etme bizim arkadaşlarımız çalıştıkça açılır. Hizmet ettikçe dinlenirler.? buyurdu. Biraz sonra Ömer Bey dedi ki: ?Efendim ihvanlarından bazıları sigara içiyorlar söyleseniz de içmeseler.? Efendi Hazretleri şöyle bir göz gezdirdi. Bir arkadaşı göstererek ?Filan´a söyleyin sigarayı içmesin.? buyurdu.   Aslında orada bulunan o arkadaş için söylenmişti o kelam ama sohbet ortamında nezaketli bir şekilde uyarıyı başkasına yapıyormuş gibi, hazret mesajını ilgili şahsa ulaştırmıştı.

Merhum Sürmeli Duran Bak´ın ağabeyi Meçco/Mehmet Bak anlatmıştı:  ?Bazı insanlar Balaban´ın veya yakın köylerin keçilerini çalar yerlerdi. Sürünün içerisinden keçiyi çalar daha sonra tanınmaması için sıcak ekşili ekmekle de boynuzunu ters çevirirlerdi. Sabahleyin Balabanlılar veya başka hayvan sahipleri yanına gelir ?Komşu bizim keçi kayboldu, gördün mü?? diye sorarlarmış. Bu işi yapanlar da de sürüyü gösterip: ?İşte gardaş bizim davar sürüsü, içine karışmışsa bul, al geri götür.? derlermiş. Zavallı adamlar sürünün içine bakarlarmış hayvanı bulurlarmış, benzetirlermiş ama keçinin boynuzunun yönü terstir. Bizim de diyemezler, bırakıp giderlermiş. Hırsızlık yapanlar da onu keser yerlermiş. Ne zaman ki bu kimseler Hulûsi Hazretleri´ni tanıdılar, sohbetlerine iştirak ettiler ve Zaviye´ye onun yanına gelir gider oldular, bütün bu kötü işleri bıraktılar. Bir gün sabah namazına giderken ayağıma yumuşak bir şey takıldı. Birde baktım ki bir miktar para olduğunu gördüm. O parayı alıp eve götürdüm. Sabah olunca Hulûsi Efendi Hazretleri´ne durumu arz ettim. ?Parayı altı ay kadar sakla, paranın eşkâlinden haber veren olursa ver, teslim et. Yok, çıkan olmazsa Malatya´da devletin resmi bir kurumuna teslim et.´ buyurdu. Biz Hulûsi Efendi´yi tanıdıktan sonra harama el uzatmadık. O para meselesi Allah ile benim aramda olan mesele idi. Hulûsi Efendi´nin sözünü tuttuk,  Allah´a hamdolsun o paraya el uzatmadık.?

                  Bir de Züykarneyn dayımın anlattığı Ali Osman Bala vardı. Eskiden Mekke-i Mükerreme´de hacca giden hacılara delil yani rehber olurmuş. Bu arkadaş İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri´nin davetlisi olarak Sivas´a gelmiş. Gürün´e ve Darende´ye ziyarete getirmişler. Netice, Asarcık´ta misafir kalmaya karar vermiş. Hacı Hasan Efendi ve kalabalık bir ihvan arkadaşlarla, Asarcıklı Kaymakam Ömer derlerdi onların evlerinde kalmışlar. Hacı Hasan Ağa´m ?Keşke Seyyid de burada olsaydı.? demiş. Balabanlı Abdurrahman Karakuş ve Zülkarneyn dayım ikisi birlikte gidelim getirelim demişler.? O da ?Olur, gidip Seyyid´i (Hulûsi Efendi´yi) getirin.? buyurmuş. Tabii şimdiki gibi araba, vesait yok. At sırtında veya başka bir binek hayvanıyla gidip getirecekler. Yalnız Hacı Hasan Ağa birde kart yazmış. Abdurrahman Karakuş kartı alıp cebine koymuş. Akşam Balaban´a kadar varacaklar. Gece de yolculuğa devam edip sabah namazına Darende´ye yetişecekler. Sabah namazını Hulûsi Efendi Hazretleri´nin arakasında kılıp tekrar Asarcık´a (Hisarcık´a) Efendi Hazretleri´yle geri dönecekler. Hedefleri böyle. Kalkmışlar Balaban´a varmışlar. Abdurrahman Karakuş evine varınca: ?Ben gidemeyeceğim.? Deyince, dayım da: ?O zaman kartı bana ver ben gideyim.? demiş. Oradan çıkıp tek başına Darende´ye sabah namazına yetişmiş. Namazdan sonra ?Efendim, Hacı Hasan Ağa´m Asarcık´ta sizi arzu ediyor.? Diyerek, kartı uzatmış. Bir de bakmışlar ki, kart akşamki yazılan kart değil.  Abdurrahman Karakuş yanlışlıkla cebinde bulunan bir esnaf kartını vermiş. Hulûsi Efendi Hazretleri ?Gardaşım biz gidemeyeceğiz. Senlik bir durum yok, biz gidersek gafiller defterine yazarlar. Eğer bizim adımıza yazılan kart gelseydi olurdu, Fakat biz gidemeyeceğiz gardaşım.? buyurmuş.

Sohbetlerin vesile olduğu güzelliklerden bahseder misiniz?

Yine merhum Darendeli Milletvekili Kamil Sürenkök´ten dinlemiştim. Kamil Bey anlatıyor: ?Adana´da gencin bir tanesi askere gidecekmiş. Genç bir hanımı ve yaşlı annesi varmış. Hanımına demiş ki: ?Hanım biliyorsun ben askere gideceğim. Gözümün arkada kalmaması için sizi Darende´ye götürüp orada kalmanızı arzu ediyorum. Darende küçük mutedil, emin bir yer. Orada bir ev tutayım, askerliğim bitene kadar annemle beraber orada kalırsınız.? Darende den bir ev kiralar, annesini ve hanımını bırakıp askere gider. Bir müddet sonra annesine ve hanımına bir ırz düşmanı musallat olur. Seyyid Pir Efendimiz de Nadir Mahallesinde bir yere sohbete gitmişler. Hacı Hasan Ağa´ya haber göndermiş sohbete gelsin diye. Hacı Hasan Ağa da meşguliyetim var gelemeyeceğim, diye haber gönderir ama bir müddet sonra belki Seyyid küser, onu üzer, gönlünü incitirim diye gecenin zifiri karanlığında kalkıp yola düşer. Hacı Hasan Ağa da o kadınların oturdukları mevkiiden, sokaktan geçmekte iken o kadınların bağrışmalarını duyar: ?Namus kurtaran, can kurtaran yok mu? İffetimiz namusumuz ayakaltında kalacak, yardım edin.? diye çağırmalarını duyar. Hacı Hasan Ağa o bağrışmalarını duyunca kuvvetlice bir şekilde öksürür ve orada bulunan o ırz düşmanları sesi duyunca hemen orayı terk ederler. Bu olayı anlatması üzerine Hulûsi Efendi Hazretleri ?Hacı Hasan Ağa´nın  sohbete gelmek kasdıyla yola çıkması, orda bulunması, olaya vâkıf olması ve öksürerek o hainliği yapacak olan şahısların oradan kaçmalarını sağlaması; hem Darende´nin şerefini hem de o kadınların şereflerini ve namuslarını kurtardı.? buyurmuşlar. 

Balaban´la ilgili bir iki hatıra nakledebilir misiniz?

1949 yılı olsa gerek İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi Balaban´a teşrif etmişti. Şeyh Abdurrahman-ı Erzincani Camii´nin eski kerpiç yapılı hali idi. Hulûsi Efendi hazretleriyle birlikte Erzincan-i Hazretleri´nin türbesini ziyarete girmişlerdi. İçeride Hacı Hasan Akyol Efendi´de vardı. Erzincani Hazretleri´nin şeklini suretini cübbesini sarığını tarif ediyorlardı. Manevi mülakat hâsıl oldu. El ele tutuştular. Çocuğuz diye, bizi içeri koymuyorlar ama biz türbenin takalarından seyredip konuşulanları duyuyorduk. Bir ara Hulûsi Efendi (k.s.) türbenin takasından Sarıçiçek Dağı´nın olduğu tarafa bakarak ?Hacı Hasan Ağa, ben şu dağın eteğindeki o düz ovayı ormanlık alan olarak görüyorum.? buyurdu. Gerçekten de Hulûsi Efendi Hazretlerinin buyurduğu gibi o ova kaysı ağaçlarıyla doldu ve adeta baktığınız zaman ormanı anımsatmaktadır. Sözleri tahakkuk etti, elhamdülillah?

Balabanlı ihvan büyüğümüz Şamil Yaz Amca 1960 yılında vefat ediyor. Şamil Amca naif, cılız yapıya sahip bir insandı. Nefes darlığı vardı. Ta çocuklukta bu rahatsızlığı kapmıştı. Bu rahatsızlığından dolayı hayatı boyunca ne soğuk bir suyu içtiğini ne de soğuk bir meyve yediğini hiç görmedik. Hep ısıtır yer, ısıtır içerlerdi. Nefes darlığı ileri boyutta idi. Biz sakiliği, çay dağıtma adabını o ihvan abimizden öğrendik. Sohbete oturduğunda veya semaver başına oturduğunda dizini değiştirdiği dahi görülmeyecek derecede edep sahibi bir insandı. 1960 yılında vefatından 1 saat öncesinde: ?İçimde bir ukde idi, ölmeden önce buz gibi soğuk bir tas suyu içeceğimi vaat etmiştim, bana buz gibi soğuk su getirin.? der ve soğuk suyu içer, bir saat sonra da emr-i Hak vaki olur. Cenaze kabristana defnedilirken Hacı Hasan Ağa telkinini verir. O arada Hulûsi Efendim buyurur ki: ?Bak Şamil Ağa ne diyor; ?Hacı Hasan Ağa, keşke 20 sene evvel gelseydim.´ diyor.? Artık nasıl bir âlemle nasıl bir rahatlıkla karşılaştı ise. Şamil Amca çok uyanık değerli bir insandı, ama biz değerini idrak edemedik. Ayık bir ihvandı. Hulûsi Efendi Hazretleri´ni çok severdi. Seyyid Pirimiz de onu çok severdi.

      

Hulûsi Efendi Hazretlerinin bütün mahlûkata şefkati vardır. Bu hususta bir hatıranız var mı?

 Şamil Amca´yla yine eski Devlethane´de misafiriz. Yanımızda bir iki kişi daha vardı. İstirahat halindeyken örümceğin çok büyüğü olan büğü böceği gördük. Vurduğu zaman 6 saat içerisinde zehrinden dolayı insanı öldürür. Onu görünce Hacı Şamil Amca´yla hemen yakalayıp öldürdük. Şamil Amca dedi ki: ?Hulûsi Efendi Hazretleri görmeden hemen bunu ortadan kaldıralım, bunu öldürdüğümüze razı olmaz, can yaktınız diye bize kızar.? dedi. Hulûsi Efendim bir vesileyle duymuş ve sabahleyin buyurdu ki:  ?Benim Ahmed´imi beşikte akrep sokarak iz yapmış yanağına, biz onun bile canını incitmedik, azat ettik. Ne diye hayvanın canını incittiniz, tutup dışarı ataydınız.? diye bize sitem etti. Yani hiçbir canlı varlığın canına bir zarar gelmesini istemeyen, çok büyük bir merhamet sahibi, gönül sultanıydı. 

Devlethane kerpiç bina iken,  arıstakdan yani tavan arasından yılan aşağı doğru sallanmış. Tabii Efendi Hazretleri´ne haber vermişler. Hulûsi Efendi (k.s.)´de kılıcı almış yılanın olduğu yere gelerek yılana demiş ki: ?Bak şimdi ben seni öldürmeyeceğim ama bir daha gözüme görünme, seni bir daha burada görmeyeceğim. Gelip de çoluğumu çocuğumu, ailemi korkutma.? diyerek ihtarda bulunmuş. O yılanda ondan sonra evde bir daha görülmemiş.  

Şahit olduğunuz başka bir hatıra veya önemli olay anlatabilir misiniz?                  

Seyyid Pirimiz Hulûsi Efendi(k.s.) ve yaşlı bir ihvanla birlikte üç kişi öğle namazına camiye gidiyoruz. Devlethane´nin duvarının bitişiğinde büyük bir söğüt vardı. O söğüdün bitişiğine Devlethane´nin bahçesine fasulye ekmişlerdi. Tabii o zaman taş duvar yoktu, etrafı açıktı. On iki tane gıdık yani keçi yavrusu ekili olan fasulyenin içine girmişler. Fasulyede daha yeni sulanmış bir kanat olmuş daha yeni çıkmış vaziyette. Hem fasulyeyi yiyorlar hem de çiğniyorlar. Hulûsi Efendi Hazretleri: ?Kiminmiş bu gıdıklar çıkartın bu hayvancağızları, bahçeye zarar vermesinler.? buyurdu. O yaşlı ihvan da latife ederek: ?Efendim sizde mi dünyalık oldunuz. Dünya malının, bahçenin hesabını mı yapıyorsunuz?? dedi. Bu cümleler söylendikten sonra camiye ulaştık. Şimdiki minarenin oraya vardık. Minarenin karşısındaki bahçede o yaşlı ihvanın bahçesi idi. Bahçesinin içinde de söğüt ağacından ve yerdeki çimden başka bir şey yoktu. Bahçenin içine bir keçi girmiş. Yaşlı ihvan, keçinin bahçeye girdiğini görünce bas bas bağırmaya başladı. Sebze falan herhangi bir şey yok, o alan ekili de değildi. Buna rağmen bağırmaya başladı. Hulûsi Efendi Hazretleri: ?Şunu gidin susturun, şimdi ağzından kötü sözler çıkacak, dinden imandan olacak.? buyurdu.  Az önce Efendi Hazretlerine söylediği sözleri unutup kendisi dünyalık mal için büyük bir sınavdan geçiyordu.