Hüseyin YAREN


Ehl-i Sünnet Hassasiyeti


Sosyal hayatımızı düzenlerken uyacağımız ideal rehber, örnek ve model insan Hz. Muhammed (s.a.v.)´dir. Nitekim Kur´ân-ı Kerim´de Ahzab Suresinin 21. ayetinde Rasûlullah (s.a.v.)´ın hayat ve şahsiyetini Müslümanlar için örnek olarak göstermiştir. Âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed(s.a.v.)´in ahlâkı ve hayatı çok güzel bir örnektir. Hayatımızın her kesitinde örneklik ve önderlik gösterir. Tasavvufî sistemde ulaşılmak istenen gaye, ahlâkın kemal mertebesine varmak için her hususta Hz. Peygamberin(s.a.v.) gittiği ve gösterdiği yoldan yürüyüp kemalata ermektir.  Sünnete ittiba ve takva ehli olmaktır. Allah Resulü (s.a.v.)´ne itaat, ancak Allaha itaatin bir gereğidir. Allah´ın bizleri sevmesinin yolunun da Peygambere Efendimize (sav) tabi olmaktan geçmektedir. Bu nokta-i nazardan bakıldığında Peygamber Efendimizi çok iyi tanımak, tabi olmak gerekir. Canımızdan, ailemizden, anne babamızdan dünyaya dair her şeyden çok sevmemiz gerekir. Ashab-ı Kiramın buyurduğu gibi ? Anam Babam sana feda olsun ya Rasulallah?? Tarih boyunca Selçuklu ve Osmanlı Ehli Sünnet konusunda çok hassas davranmış, hayatiyete geçirmiş ve muhafaza altına almıştır.

Osmanlının Ehl-i sünnet konusundaki hassasiyeti kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha´yı şeri delil olarak kabul eden devlet anlayışının tabii bir sonucudur. Kuran-ı Kerim´in basımı, dağıtımı, öğrenimi, öğretimi, tefsiri ve tatbiki konusunda Osmanlı yönetiminin gösterdiği hassasiyet konusunda Başbakanlık Osmanlı Arşivi´nde binlerce belge bulmak mümkündür. Belgelere göre mukaddes kitabımızın basımı, sadece Osmanlı Devlet Matbaası tarafından yapılmıştır. Böylece Kuran-ı Kerim´in tahrifine yönelik sinsi girişimler önlenmiş, basımında ve dağıtımında gerekli hürmetler gösterilmiştir. Osmanlı Sultan ve devlet adamlarının emri ile Topkapı, Dolmabahçe, Çırağan ve Yıldız Saraylarında; Sultan Ahmet, Süleymaniye ve Bayezid gibi İstanbul´daki Selâtin camilerin de, Edirne Selimiye, Şam Emeviyye Camii gibi Osmanlı ülkesindeki büyük camilerde, Kâbe-i Muazzama ve Ravza-i Mutahhare´de her gün, her saat, her an daimi Kuran-ı Kerim hatimleri yaptırılarak, başta Resûlullah (s.a.v.) Peygamber Efendimizin, Ashab-ı Kiramın, Veliyullahın, Şühedanın mübarek ruhları olmak üzere tüm Müslümanların ruhlarına hediye edilmiştir. Bu faaliyetler için vakıflar yapılmış, tüm hassasiyetlere dikkat edilmiştir.

Osmanlı yönetiminin Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) hakkındaki hassasiyeti de dikkat çekicidir. Saray ve büyük camilerde huzur dersleri, Hatm-i Buharilerle hadisi şerifler okunmuş, medrese ve mekteplerde Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) öğretilmiş, O´nun emir ve tavsiyeleri İstanbul´un fethinde olduğu gibi ?Kurtuluş reçetesi? olarak kabul edilmiştir. Sultan I.Abdülhamid ?Hz. Peygamberin (s.a.v.) emir ve işaretleri varken; nücum ehlinin, yıldız falı ile uğraşanların boynunu vururum? derken, Sultan II. Abdülhamid Fransız yazar Bornier´in ?Muhammed? adlı iftira dolu piyesinin oynanmasını Paris, Londra, Roma ve Washington tiyatrolarında Osmanlının siyasî nüfuzunu kullanarak yasaklatmıştı. ?Ulu Hakan?, Müslümanların halifesi olarak Avrupa sahne ve fuarlarına müdahale ederek birer birer susturmuştu. Sıbyan mektebi ile başlayan Osmanlı eğitim sisteminde; Kur´an-ı Kerim ve Hadisi Şerif eğitimi yanında; akaid´de İmam-ı Maturidi ve Ömer Nesefi, fıkıhta İmam-ı Azam, İmam-ı Yusuf, İmam-ı Muhammed ve Halebî gibi en kıymetli ehl-i sünnet âlimlerinin ve önderlerinin eserleri okutulmuş, onlara sayısız şerhler yazılmıştır. Ayrıca; ehl-i sünnet dışı medrese eğitimine de izin verilmemiştir. Büyük Selçuklularla Nişabur´da; ehl-i sünneti müdafaa için başlayan medrese geleneği; Osmanlılarda tarihinin en üst seviyesine çıkmış; bu dönemde kurulan ihtisas medreseleri ile Osmanlı uleması İslam dünyasını en muteber âlimleri olarak dikkatleri çekmişlerdir. Molla Güraniler, Molla Hüsrevler, Hoca Sadettinler, İbn-i Kemaller, Kâtip Çelebiler, Gelenbevîler, Ahmet Cevdet Paşalar, İskilipli Atıflar, Ahıskalı Ali Haydarlar bu gelenekten yetişerek; bu müstesna ilim mekânlarının kıymetli birer mahsulü olarak İslam ümmetine rehberlik ve önderlik yapmışlardır.

Tasavvufî düşüncenin temelini teşkil eden şeylerin başında ilahî rızaya ulaşabilme gayesi yer alır. Bu doğrultuda mutasavvıflar da insanların manevî eğitim ve irşadlarına katkı sağlayabilmek amacına sahiptirler. Ehli sünnet akidesi dairesinde yaşamışlar ve talebelerini de bu doğrultuda yetiştirmişlerdir. İki örnekle yazımızı tamamlayalım. Abdulhâlik-ı Gucdevânî Şahı Bahaeddin-i Nakşibendi Hazretlerine âlem-i mânâda şu nasihatte bulunur: ?Oğlum Bahaeddin Zikr-i İlâhîden fariğ olma! Mahlûkata halisane hizmet et. Çünkü Hakk´a giden yol, hizmetten geçer. Ayağını şeriat seccadesine koy, emir ve nehiyde istikamet üzere ol. Daima azimetle amel et, sünnete ittiba et, ruhsatları bırak, bid´atlerden kaç. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler senden hizmet bekliyor. Hafî zikre sarıl. Allah(c.c.) yâr ve yardımcın olsun. Hutbeler isimli eserinde Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi(k.s.) şu şekilde buyurmaktadır: ?Hakiki bir Müslümanın gaye-i ahlâkîyesi, ne maddî bir lezzet ve menfaattir ve ne de başka bir şeydir. Bil ki, dinen uhdesine düşen vazifeleri ifa ile manevî bir kemâle ermek, rıza-i Hakk´a nailiyetle ebedî bir saadete nail olmaktır. Zira Müslüman bilir ki, asıl gaye-i hilkat ?Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım? (Zâriyât, 56 ) ayet-i celilesi mantukunca marifetullah ve bu sayede Hakk´ın rızasına, ebedî saadete nailiyettir.

Cenab-ı Hak cümlemizi Ehl-i Sünnet akidesine tabi olanlardan eylesin. Baki muhabbetlerimle...