Ömer HİDAYET


DEĞİŞİM YOLCULUĞUMUZ


Ahmet Hamdi Tanpınar, sağlıklı ve makul olan değişimi şu örnekle anlatır: Çocukluğunuzun fotoğrafına baktığınızda, ne kadar değiştiğinizi görürüsünüz. Saçlarınız aklaşmış, yüzünün kırış kırış olmuş, dişleriniz dökülmüş, çeneniz sarkmıştır. Ama özünüz, aslınızla sizsiniz. Ancak geçen zaman sizi değirmen gibi öğütmüştür. Karşı koyamazsın. Bütün mesele aslınızı, özünüzü yitirmeden değişime uğramaktır.

Sosyal hayat statikliği kabul etmez. Kapısına kilit vurduğumuz, kullanmadığımız evimiz bile istemediğimiz değişikliğe maruz kalmıştır. Örümcekler ağ örmüş, kuşlar yuva yapmış, karıncalar kışlık nevalelerini çoktan depolamış olurlar..

Sokak, cadde ve şehir de kaçınılmaz olarak bu değişiminden nasibini alacaktır. Toprak evler yerini çok katlı apartmanlara, sonrasında gökdelenlere, ardında plazalara yerlerini bırakacaktır.

Sokak ve mahalle, sıcak dostluğun ve muhabbetin şehre açılan güvenlik limanlarıydı. Kırk mahalleye racon kesen yağız delikanlı, haksızlık karşında kırk büklüm olacak kadar nezaket sahibiydi. Her çocuk, biraz büyük, her büyükte biraz çocuk atmosferinde yaşardı. Kırgınlık vardı, kırk gün sürmezdi Kaynatılan çorba, kokusunun gittiği yere kadar dağıtılırdı. Kul hakkı, günlük yazılı olmayan hayatın değişmeyen naif kurallarıydı.

Tanzimat, Batılaşmanın ilk siyasi adımlarıdır. Sanatta, kültürde, mimaride ve edebiyatta belirgin oranda kendini gösterdi. Batının ilmini ve teknolojisi alalım diye çıktığımız bu hazin yolculukta, farkında olmadan ?bizden adam olmaz, yada batılı olmazsak bize ekmek yok ? yollu çaresizliğin dipsiz kuyusuna düştük.

Cumhuriyet döneminde Batıya ilk tahsile giden öğrencilerimiz, değişti, dönüştü, aslını inkâr etti, İslam düşüncesini, kuru bir felsefeye, İslam sanat ve estetiğini de melez bir ruha dönüştürdüler.

Direnen, kendi aslını ve özünü yitirmeden ayakta kalanlarımız yok mu elbette olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, fikir ve felsefede, kendi yerli değerlerimizi gençlere telkin ettiler. Kurtuluşun suni, yapmacık reçetelerde değil, İslam´ın inanç ve iman ile yoğrulmuş temel dinamiklerinde olduğunu yazılarında ve konuşmalarında haykırırlar. ? Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak? diye kollarını bu yozlaşmaya karşı makas yaptılar.

Tek parti döneminin de faaliyetleri burada neşv-ü nema bulmuştur. O yüzdendir ki, köyden öte, şehre mesafeli bir haleti ruhiye içindedir kasaba. Nahiye müdürü, Muallim efendi, Baştabip efendi, Jandarma kumandanı, buranın merkezi hükûmet tarafından görevlendirdiği kurumsal otoriteleridir. Bundan dolayıdır ki ilişkiler, bu kurumların etrafında bazen sıcak, bazen donuk ve asık surat devam eder gider. Gülmeyen, kuralcı, ketum ve ilişki ağı karışık insan için, o günkü tanımla ?Hükümet Adam´dır. Tarık Buğra´nın, Yağmuru Beklerken romanı, serbest fırka döneminin değişim ırmakları olup, kültür deryamıza doğru akardı.

Bazı dönemlerde bazı zorlamalar olmamış mı, elbette olmuştur. Milletin değerleri ile çatışan, baskıcı, alaycı, değişimi kendi milli kültür içinde değil de tepeden inme ile gerçekleştirme yoluna giden, kraldan çok kralcı geçinenler çok olmuş geçmişte. Bugünkü gibi, iletişim ağı yok, itiraz merkezleri yok, hak aramanın yollarını bilmiyor, kimi kime şikâyet edeceksin kabilinden kabullenilmiştik ve teslim olma halleri. O gün için Anadolu insanın en belirgin vasfı, edep ve teslimiyetti.

İmanuel Kantı ne kadar okumalı, anlamlı isek, Farabi, Gazali´yi de o oranda düşünmemiz gerekecek. Batıyı okurken eleştirel, analitik, teslimiyetçi olmamak, İslam sanat ve kültürel değerlerimizi okurken niçin anlamakta zorluk çekiyoruz, bunu günlük hayatımıza niye adapte edemiyoruz diye fikrin çileli yollarında yorulmadan yürümeliyiz.

İslam dünyasından yapılan çeviriler, ümmet bilincinin çırasını ateşleyen düşünce kaynaklarımızdı. İmamı Rabbi´nin Mektubatı, Erzurumlu İbrahim Hakkının Marifetnamesi, İmamı Gazali´nin El Munkuzi Mineddal´ı, prestij bahşeden baş ucu kitaplardı.

Evinin başköşesini Marifetname ile süslemeyen, Kara Davudu, Mızraklı ilmihali satır satır okumayan kimse yok gibiydi. O yıllar, her yeni fikir bizi heyecanlandırdı. Bazen bu düşüncelerin arkasında hangi ülke istihbaratı var diye, şüpheci davranmadan kendimizi alamazdık. Fuzuli´den bir beyit, Mesnevi´den bir hikaye anlatmak, en büyük kariyer basamaklarımızdı.

Duygusaldık, merhamet ile beslenirdi, şüphecisiydik, tarihimizi perde perde aralamayı bir tecessüs sanatı kabul ederdik. Akıl süzgecinden geçirmediğimiz bir olay, bizim için fazlada makbul değildi.

Değişimin, makul ve mütevazı çizgide olması için ananevi değerlerimizi yaşatalım. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, gerekli olduğu için alınır. Eskide, eski olduğu için atılmaz, lüzumsuz olduğu için atılır. Altın kural bu olsa gerek.