Ömer HİDAYET


?ÇOCUKLAR HIÇKIRIR, ANNELER AĞLAR?


     Ölüm, en büyük ve derin bir nasihattir. Ölümü öldüren, müminin sonsuz imanı ve teslimiyetidir. Annesini kaybeden çocuk, hüznü yaşarken, çocuğunu kaybeden anne yüreğinin bütününü kaybeder. Körpe yavrularını, hayatının baharında vatan toprağına emanet eden annelerin yüreğini bir düşünün.

    Bilinen bir hikâyedir. Maşuk, sevdiğinin aşkını test etmek için, annesini öldürüp kalbini getirmesini ister. Delikanlı hiç tereddüt etmeden annesini öldürür ve kalbini bir mendil içine sararak sevdiğine ulaştırmak için yola revan olur. Dere tepe koşar, bir taşa takılan delikanlı, yüzükoyun yere yığılır. Anne kalbi bir tarafa savrulur, kendisi bir tarafa savrulur. Anne yüreği işte? Vah yavrum, sana bir şey oldu mu ? diye dile gelir. Yürek parçalayan bir hikaye.. Acıyı, yokluğu hayatlarına en leziz katık yapan anneler, bir kerecik olsun öf bile dememişlerdir. Böyle bir ilahi dayanaklık özelliğini barındırırlar naif bedenlerinde..

    8 Aralık Cuma günü seksen yaşında, annemi kaybettim. Ebedi hayata uğurladık. Ümmi idi, okuma yazması yoktu. Bin bir zahmet ve çile ile dokuz çocuk büyütmüştü. Öf bile dediğini hiç hatırlamam. Nasıl bir ruh hali, nasıl bir katlanma ve teslimiyet duygusu bilinmez.

    Karaciğer yetmezliği teşhisiyle beş yıl önce yoğun bakımda yattı. O gün için umut yok denmişti, beş yıl yaşadı. Çoklu organ yetmezliği vücudunu sarmıştı. Sigaranın paketini görse bilmez, içki şişeni görse iyi reçel kavanozu olur derdi. Uzaktan yakından bu cisimlerle ilgisi olmamıştı. Çarşamba Ekmek günü, Perşembe çamaşır günü, komşunun ekmeği, tarhanası, falan eşrafın sabah ezanından ocağa konacak zahireliği derken koca bir ömür isin pasın, dumanın karşısında tükenmişti. Kariyer uzmanları, yaşam koçları güne altıda başlıyoruz diye öğünmesinler. Benim Anadolu insanım sabah namazından sonra hiç yatmazdı. Tüm günü, inceden inceye planlanmış, koşturma içinde, komşu, imece borcu, torunun borcu, bu fakir, şu yetim derken gün çabucak akşam olurdu.

         Kısık sesle konuşur, seksen yaşında bir gelinlik kız kadar mahcup ve hüznü yaşardı. Hiç kimsenin arkasından kötü konuştuğunu hatırlamayız. Mahallenin ve sokağın Pembe ablasıydı. Herkesin ilk aklına gelen kişiydi, eksik bu hanede giderilir, ödünç bu kapıdan alınırdı. Çünkü suratını ekşitmeyen tevekkül ve cömert bir yaratılışa sahipti. Sofrası genişti, on beş kişiden aşağıyı kaşık savaşı verdiğimizi hatırlamam. Bir muhabbet olurdu ki sormayın, bugün ne kadar muhtacız. Yemeyen ve beğenmeyen mızmız, naylon bir nesil yetiştiriyoruz. Kaşıklar muhabbetle iner kalkardı. Paylaşma ve tatlı rekabet vardı. Uzanamayan, doymayan gözetilirdi. Paylaşılınca, az da çok olurdu. Sofrada yokluk vardı ama huzur ve berekette eksik değildi.

         Başörtüsünü değiştirirken bile, bulduğu kanepe, duvar dibi onun sığınma yeri olurdu. Ellisini yaşamış, evladı olarak bir kerecik olsun saçının bir telini dahi göremedim. Yoğun bakımda yatarken ziyaretlerimizde, bonesinden kar gibi dışarı taşan saçlarını, cennetin Tuğba dallarını tutar gibi perçinlemiştim. Nazik, naif, yılların tüm sıkıntı ve tasalarını ak bir tabloya dönüştürmüştü.

     Gurbette olan tek evladı bendim. Yoğun bakımda son ziyaretimde beni görünce, ?Uzaktan niye yoruldun, zahmet ettin ?deyince, merhametinin ve şefkatinin sıcaklığını, iliklerime kadar tatma şerefini yaşadım.  Anne yüreği, ölüm döşeğinde de aynı saflık ve temizlikte idi.

      Dört çivi ile tutturulmuş, kırık dökük ders masasında uyuya kaldığımızda, üzerimize naftalin kokan örtü çoktan örtülürdü. Hangi aralıkta gördün, nasıl fark ettin, annelik melekesi, hikmetinden sual olunmazdı. Uzun bir kış gecesi, açlıktan kıvanırken, bir fare gibi dolabın kapağını aralamış, en fazla olan nedir ki, asgari ücretli, dokuz çocuklu bir ailenin dolabında. Güz mevsimi ise üzüm ve peynirdir. Yufka ekmekle kendime ziyafet çekerken, babama yakalanmıştım. ?Çabuk yat, sabaha ne kaldı diye? ültimatomla yatağa dönerken, anacığımın şefkat ve merhamet dolu sesi çınladı,? Herif herif yılan sokmuş uyumuş da, aç uyuyamamış, bırak çocuk istediğini yesin? demez mi?

        Bu arada hemen belirtelim, edebiyat sevgisi bir damar olarak bize annemizden geçmiştir. Yerinde bol deyim ve atasözü kullanırdı. Adı konulmamış gönüllü bir kültür elçisi gibiydi.

       Asil bir kadındı. Baba tarafım biraz varlıklı, anne tarafım ise, bir çift öküz ve boz bir eşeklerinden başka dünyalıkları yoktu. Varlık insanı asil yapmaz, İslam´da asıl olan davranış ve huy güzelliği değil mi? ?Kendi güzele doyulmuş da, huyu güzel olana doyulmamış? sözünü sık tekrar ederdi.

      Komşudan gelen tabağı asla boş göndermezdi. Köyden erken yeten yerlerden sepetle üzüm getiren akrabaların, sepetini günlerce bekletip, en yakın bakkaldan iki kilo içine şeker koyup gönderdiği çok gözlemlemişimdir. Ben annemin tüm davranışlarını hayretle hafızasına kaydeden iyi bir pedagogdum. Tüm yaşantımın ve kültürümün ipuçlarını annemden aldığımı düşünüyorum. Her gün yaya gittiğim yedi yıllık imam hatip hayatımın en büyük destekçisi ve gizli kahramanı idi. Öğleyin eve gelemeyip, harçlıklarımı biriktirip kitap aldığımı öğrenince ?ilmin önü soğandan acı, sonu baldan tatlı? diye katlanmayı öğütlemişti.  Farkında olmadan dünya pedagoglarının keşfedemediği bir desteği karşılıksız veriyordu.

      Beni yaralayan, içimi acıtan, bilgi ve fikrimi allak bullak eden bir tavrı da şu olmuştu. Yine kendi aramızda güncel bir konu tartışılıyordu: Aile Planlaması

    Orada bulunanlardan biri, çok çocuğun zahmet olduğu, hepsinin kendisine göre sıkıntısı ve beklentisi olduğunu söyledi. Kenarda sessiz sakin oturan anacağım,?-Bana bakın dokuz çocuk dünya getirdim, hiçbirinin bana dünyalık bir meşakkati olmadı. Allah bir şekilde çaresini veriyor.? deyince bir ölüm sessizliği çöktü üstümüze. Okuması yazması olmayan bir arif, irfan sahibi, hikmet sahibi bir Anadolu kadını ferasetini konuşturdu. Bizse hala dayatılan, zorlamayla yaptırılmaya çalışılan bir dram karşısında tavır bile alamıyorduk. Adeta yetmişlerde her yanımız doğal süt ile doluyken, Marshall yardımıyla dağıtılan ne olduğu belirsiz süt tozunu nasılda yenilik adına okullarımızda dağıttık. Akla ziyan bir uygulama değil mi idi?

     Tüm anneler özeldir. Tüm anneler biraz buruk, hayata dair dillendirilmemiş hikâyelerini kefenleri ile alıp götürürler. Necip Fazıl Üstat´dan her okuduğumda burnumun direğini sızlatan özlemli bir anne şiiri:

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,

Kanadın yayılmış, çırpınmak için;

Bu kış yolculuk var, diyorsa için,

Beni de beraber al anneciğim! ...

       Mekânı cennet olsun, nur içinde yatsın.

                                                                                                     

abdurrahman erkargın
10.03.2018 11:13:22
her fırsatta kaçıp yanına geldiğim yanında huzur bulup duasını aldığım sultanım ANAM . CENABI ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN NUR İÇİNDE YATSIN