Cemil Gülseren


Algı ve imaj denilince


Algı yönetimi, algı oluşturma ve daha birçok benzeri ifadeleri son zamanlarda sıkça duyar olduk.  Algı, aslında psikolojinin sahasına girer. Sözlükteki karşılığı şöyledir:  İnsanın zekâsının verileri ile birleştirmek üzere nesnelere ait duyular yoluyla elde ettiği yalın bilgiler; idrak. Algılamak da idrak etmektir. Bir de Fransızca asıllı (image) imaj vardır ki algı ile imaj çok iç içedir. Sözlükte şöyle karşılık bulur: 1. Bir kimse veya topluluğun başkaları üzerinde yaratmak istediği etki ya da bırakmak istediği iz. 2. Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi istenen şey, hayal, hülya, imge. 3. Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, görüntü.

Bir milletin, bir ülkenin, bir şehrin hatta bir insanın verdiği imajın bir diğerinden farklı olması gayet tabiidir. Yine her insanın çevresi ile çevresindeki insanları algılayışları elbette aynı olmayacaktır. Ancak çoğunluğun kabul gördüğü bir algı vardır. Bu hem insan hem şehir hem de ülkeler için geçerli olacaktır. Somut örnekleme yapacak olursak;  ?Alman´ denilince bizde sarışın, çok bira içen öte yandan çok disiplinli çalışan ve üreten ülke insanı aklımıza gelir. Etek giyen, gayda çalan erkek hemen ?İskoç´ algısı oluşturur. ?Norveç´ denilince, somon balığı, buz ve soğuk aklımıza geliyor. ?Japon´ denilince de ilk olarak geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, teknolojileri gelişmiş, karşılaştıkları herkese eğilerek selam veren insanları düşünürüz. Ya Japonya? İlk atom bombası, depremler ve bütün bunlara karşın dimdik yükselen bir ekonomi? Yerli bir Afrikalı ile bir Eskimo´nun imajı ne kadar da birbirine zıtlar değil mi? Bir ülke insanının yerel giysileri, yemekleri, dansları imaj oluşmasına yeterlidir. Meksikalının şapkası, şalı her ortamda onu canlandırmaya kâfidir. Boğa güreşleri ve güreşçileri hemen İspanya´yı gözümüze getirmez mi? Biz yani Türkiye dışarıda nasıl algılanıyor biliyoruz. Döneri, şiş kebabı, baklavası, çiğ köftesi, lahmacunu ile mutfak kültürümüz özetlenir. Sultanahmet Camisi, Galata Kulesi, Kız Kulesi, Kapalı Çarşısı, Eminönü, Boğaziçi Köprüsü İstanbul´u simgelemez mi? Bunlar yalnız İstanbul´un değil aynı zamanda Türkiye´nin de simgeleri olarak sunulur. İlave olarak Konya´dan Mevlana Türbesi, Ankara´dan Anıtkabir, Edirne´den Selimiye bir de Kırkpınar Güreşçileri, Antalya´dan deniz,  Adıyaman´dan Nemrut figürleri o şehirleri sembolize ederler. Bu örnekler uzar gider. Hemen her şehrimizin gerek doğal gerek tarihî mutlaka imgeleri vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığı´nın misyonu da bunları bulmak ve görmeyenlerle, bilmeyenlerle buluşturmak değil midir?

Şehirlerin lezzetleri, eserleri, ürünleri onların hem övüncü hem de simgeleri değil midir? Kimi şehrimiz çayıyla, kimisi fındığı ile kimisi fıstığı, elması ile ünlenmiş değil midir? Acısı tatlısıyla, davulu zurnasıyla, horonu, halayıyla, sazıyla sözüyle, efesiyle zeybeğiyle ne güzel bir ülkede yaşıyoruz değil mi? Çifte minareler, ulu camiler, tarihî kaleler, surlar hep bizim için varlar.  Dadaşıyla, gakkoşuyla, kardaşıyla, yoldaşıyla tek bir yürek değil miyiz? Konusuyla komşusuyla, geliniyle güveyi ile hısım akrabasıyla, sağdıcıyla, kirvesiyle tek bir yumruk değil miyiz? Bedri Rahmi Eyüpoğlu ?Siyah-Beyaz? adlı yazısında şöyle sorgular kendini ve şahsında aydınlarımızı: ??Niçin köylünün bir avuç kelime ile söylediği türkü dağları deler, bize kadar gelir de, bizim şiirlerimiz bir türlü onlara kadar ulaşamaz? Niçin köylüden aldığımız kadarını köylüye veremiyoruz? Tereyağına karşılık mazot, buğdayına karşılık çikolata, arpasına, çavdarına elektrik, halayına horonuna sazına türküsüne karşılık da sinema, tiyatro, roman verebildiğimiz gün güzel bir alışveriş olacak.? Laf aramızda ?Ata arpa, yiğide arka gerek.? misali köye, köylüye destek derken; biz onu hazıra alıştırdık. Farkındasınız değil mi? Ama halktan kopmayan, milletten uzaklaşmayan bilakis ta milletin bağrında açan nice yüce gönüller, Hak dostları vardı ki hâli hazırda günümüz aydını bile bu gerçeği görmezden gelmeye devam ediyor.

Birçok yerde Yunus Emre makamı yok mudur? Bu ne güzel bir paylaşımdır. Yok paylaşamamadır. Konya´da Mevlana, Nevşehir´de Hacı Bektaş-ı Veli, Bilecik´te Şeyh Edebali, İstanbul´da Eyüp Sultan, Darende´de Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba), Göynük´te Akşemseddin, Bolu´da Tokadî Hayreddin, Malatya´da Battal Gazi, Ankara´da Hacı Bayram-ı Veli, Bursa´da Emir Sultan Hazretleri ve diğer manevi sultanlar şehirlerini aydınlatan âlimler, evliyalar hepsi birer sembol hepsi simge olmuş memleketin mümtaz temsilcileri. İşte bunlar yurdumuzun güzel yüzleri, güzel eserleri değil midir? Bütün bu isimler aynı zamanda bu milletin çimentosu değil midir? Toplumu kucaklayan, bir tutan, seven, sevdiren gönüller yapan gönül sultanları değil midir?

     Siz hangi imajın peşindesiniz? Siz bütün bu olan biteni nasıl algılıyorsunuz? Bir de böyle düşünelim.

Leyla ATÇEKEN
21.10.2015 21:48:19
Yazınızı kim nasıl algıladı bilemem ama ben seçim öncesi güzel bir soruyla bağlanmış güncel köşe yazısı olarak algıladım Hocam. Algılamalarımızın değişiklik göstermesi son derece normal. Algılama,dediğiniz gibi psikolojinin konusu ama günlük hayatta sıkça karşımıza çıkar oldu.Algıda seçicilik( duyu organlarımıza pek çok uyarı gelmesine rağmen bir bölümünü algılamamız) algıda önceki yaşantılarımızın etkisi,eski haliyle hatırlama gibi pek çok etken var.Günlük yaşamda uyarıcıların farklı algılanmasıyla,algı yanılmaları da var işin içinde.Algılarımızı yönetmesini bilenler kazanacak.Ayrıca Türkiye´de?Lider odaklı? oy veriyoruz.Bunu da göz ardı etmememiz gerekiyor.Kim kazanırsa kazansın sonuçta Kazanan Türkiye olsun. Sağlıcakla kalın hocam,hürmetler.