Ömer HİDAYET


Anadolu irfanın mayası


         Milletimizin İslam´la şereflenmesi, Anadolu topraklarını gerçek anlamda yaşanılır ve mümbit yaptı. Denir ki, Türk milletinin yapısında, yaratılışında, soyunda olan temel insani hasletler, İslam´ı kolay ve geniş topraklara yaymada en başat etkendi. Cesaret, doğruluk, yardımseverlik, mazluma ve düşküne yardım etme duygusu, Dinin kolay kabul edilmesi için temel özellikler olarak sıralanabilir.

      Ertuğrul Gazi, karşılaştığı iki ordu karşısında, irticalen, insiyaki olarak, küçük ve savunmasız olanın yanında yer alması, bu hasletlerin bir tezahürü olsa gerek.

    Tarih böyle şekillenirken, kader makul ve mükedder ağını ince ince insanlığın üzerine örerken,  aynı tavrı ve asaleti göstermemek mümkün mü? Dört milyona varan Suriyeli kardeşlerimize Ensar ruhunu yaşatmak, dün olduğu gibi bugünde takdire şayan tutum ve davranışlarımızın olduğunu göstermek, insanlık ehramının en tepe noktası diye tanımlarsak hiçte abartmamış oluruz.

     Bugün bazı maceralar ve cenahlarca, bu mayanın gölgelenmesine çalışıldığı, safiyetine halel sürüldüğü,  gün gibi aşikâr. Tartışmalar, hep Kur´an ve Sünnet ışığında olduğu söylenerek, yine bir çapanoğlu peşinde oldukları biliniyor.

     Peygambersiz Kuran, Sünnetsiz Din, Posta görevi atfedilen kutlu elçi, harici ve selefiye kültürünü yaşatmaya çalışan küçük bir ekalliyetten bahsediyoruz. Anadolu irfanı, maturudiye geleneği içinde, damıtıla damıtıla, tasavvuf ve din ilişkisini gayet makul ve tartışmasız ilkelere bağladı.

     Maturudi geleneğinde, Tasavvuf neşve ve yaşantısında, fıkhın yalın ve günlük hayatı şekillendirdiği ana damarların da gürül gürül akarken görürüz.

     Hurafe, safsata, bidat adı altında modern söylem her zaman saf zihinlere cazip gelmiştir. Ama biraz eşeleğinde altından ne çamurlar çıktığı hemen görülecektir. Muhammet Abduhlar, Reşit Rızalar, İslam dünyasına pompaladıkları reformist zihniyetin kalıntılarını bugün yeni yetme tilmizleri ile yollarına devam etmektedir.
     İslam cihanşümul bir anlayışa sahiptir, iddia büyükse tavır da büyük olmalı diyoruz. Kim bu akan gümrah deryayı, bir dere yatağı cesametinde görürse kendine zarar vermiş olur. Güneşe gözünü kapatan, yalınız hayatı kendine zindan eder.

    Üçlü saç ayağı, yani Kuran, Sünnet ve İtikat, bugün bizim kültür ve medeniyet havzamızı sulayan asli kaynaklarımızdır.

     Anadolu´nun İslamlaşmasının, Ahiyanı rum, Abdalanı rum, Baciyanı rum gibi oluşumlar, hep bu eksen ve havza içinde akıp durmuşlardır. Anadolu´nun, makul ve masum itikat ve inanç akışını başka kanallara icbar edenler, gönül ve fikir tarlalarını çamurdan geçilmez yapacaklarının da hesabını şimdiden iyi bilsinler.

     Büyük Komutan Alparslan´ına Anadolu kapısını aralayan destansı duruşu, Çağ açan Fatih Sultan Mehmet´in İstanbul´u fethi ile Avrupa´ya bilimin ve sanatın ince kılcallarına kadar zerk etmiş, İslam medeniyetinin insanlık için lüzumunu dosta düşmana göstermişti.

     İslam, asla yeniliklere ve güzelliklere kapalı değildir. Kapalı olan, bizim her türlü batı patentli küçük işporta fikir takımının algısında körleşmiş yaşantılardır.

     İslam´ı, derin fikrin ve ruhun cevelan ettiği o gümrah akış ve debisinden uzaklaştırırsanız, geriye katı, kaba, anlaşılmaz maddeci bir din ortaya çıkar.

     Sana bir tokat atana, sen öbür yüzünü de uzat diyen, hümanisttik fikri asla onaylamadık. İslam´ın, iç dünyası, batın güzelliği olan tasavvufu, birkaç folklorik ve mahalli gösterisinden ibaret hiç görmedik.

    Tasavvufu, İslam´ın zor ve anlaşılmaz yanını, kıyısından köşesinden biraz kolaylaştırmak diye anlayan miskin Müslüman anlayışını hiç tasvip etmedik.

      Madde ve manana kardeşliği, ancak Anadolu irfanın yaşatılıp, yeşertilmesi ile olur. Fikir ve kültür arenasında asıl olan, Sünnet ve Kur´an kardeşliğidir. Gerisi ise sadece sahilde kumda oynayan çocuk hevesidir. Güneşi balçıkla sıvamaya kalkışmayalım. Tarihte bu maceraya atılanlar, saman alevi gibi yok olup gittiler. Kalıcı eserler, ancak gönül inşa etmekle ve sağlam bir itikatla olur.

       Eğri odundan hiçbir zaman, düz kereste çıkmaz.