Musa Tektaş


Mecruh`nin şiirlerinde Peygamber sevgisi


Darendeli Mecruhî`nin şiirlerinde

Hz. Peygamber sevgisi

Çok eski bir tarihî geçmişe sahip olan Darende`de yüzyıllar boyunca, birçok mutasavvıf ve âşık yetişmiştir. Hem tasavvufî halk şiiri hem de âşık edebiyatı geleneği yüzyıllar boyunca Darende`de yaşamıştır. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri Darende’de yaşamış mutasavvıflardan olup bilinen şiirleri vardır.  Ayrıca 19. yüzyıl halk şairlerinden Ruhsatî’nin hocası Ömer Kusurî ve oğlu Abdurrahman Şurbî bilinen en eski halk şairleridir. Darende`den yetişen diğer şairlerle ilgili olarak Şükrü Erdoğan Ulu`nun hazırladığı "Darende Şairleri Antolojisi" adlı kitapta ve Ahmet Şentürk ile Mehmet Gülseren`in hazırladığı   "Malatya Şairleri Antolojisi" adlı eserde şairlerle ilgili genel bilgiler ve şiirlerinden örnekler yer almaktadır. Ayrıca Darende hakkında şiirler kaleme alan Darendeli şairlerin eserleri de “Darende Şiirleri Güldestesi” adlı eserde verilmiştir.

Mehmet Ali Cengiz hocanın arşivinde Mecruhî’nin şiirlerinin yer aldığı cönkün (şiir defteri) bulunduğunu kendisinden öğrendik.  Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri, Mecruhî`nin şiirlerini okur, kendisinden de övgüyle söz ederlermiş.  Bir sohbette Mehmet Ali Cengiz’e; "Mecruhî Hocanın el yazma defteri kayıp. Araştırılıp bulunmalı, şiirleri kaybolmayıp değerlendirilmeli..." buyurmuş…

Bir gün Hacı Derviş Mahallesinde oturmakta olan nakliyeci Niyazi Efe,  Mehmet Ali Cengiz’e el yazılı bir cönk (şiir defteri) vermiş.  "Babam elinden düşürmez, okurdu. ‘Bu defter Mecruhî Hoca`nın’ derdi..." demiş… Osmanlıca el yazma bu defterden hareketle İnönü Üniversitesinden Doç. Dr. Ramazan Çiftlikçi’nin öğrencisi Sevilay Özdemir bir ‘Bitirme tezi’ çalışmış. Bu yazı hazırlanırken Sevilay Özdemir’in, bu tez çalışmasından yararlanılmıştır. (Geniş bilgi için Bkz: Sevilay Özdemir, Darendeli Mecruhî, İnönü Ünv. Eğitim Fak, Yayınlanmamış Lisans Tezi, Malatya, 2001.)

Hacı Süleyman Mecruhî 19. yy.da Darende`de yaşamış bir halk şairidir. Çeşitli kaynaklarda sadece adından söz edilen Mecruhî hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Mecruhî`den kısaca söz ederek sekiz şiirine yer veren Şükrü Erdoğan Ulu, "Mecruhî`nin birçok şiirlerinin olduğunu duymamıza rağmen ancak sekiz tanesini elde edebildik. Bunların da bir kısmını Darendeli öğretmen Muhittin Yıldız`dan bir kısmını da Osman Hulûsi Ateş`ten aldık. Şiirleri henüz hiçbir yerde neşredilmemiştir." demektedir. 

Ş. Erdoğan Ulu`nun verdiği bilgiye göre Mecruhî, Darende`nin Heyiketeği Mahallesinden Dizdaroğulları`ndandır. Dizdar, `kale muhafızı’ anlamına gelmektedir, Zengibar kalesinde atalarının böyle bir görev yaptıkları düşünülebilir.

Erdoğan Ulu, eserini hazırladığı sırada (1947`de) şairin torunu Mehmet Dizdar`la görüşerek ondan bazı bilgiler almıştır. Torununun belirttiğine göre Mecruhî o tarihten (1947`den)  80 sene önce 85 yaşındayken vefat etmiştir. Bu bilgilerden hareketle Ulu, şairin 1782`de doğmuş ve 1867`de hayatını kaybetmiş olduğunu belirtmektedir.

Çok dindar olduğu anlaşılan Mecruhî, yine torununun ifadesine göre 7 defa hacca gitmiştir. Tahsili hakkında bir bilgi edinemediğimiz Mecruhî`nin şiirlerinden anladığımız kadarıyla okur-yazar ve oldukça kültürlü bir zat olduğu anlaşılmaktadır.

MECRUHÎ`NİN EDEBÎ ŞAHSİYETİ

Mecruhî dönemine göre oldukça sade, içten ve öğüt verici nitelik taşıyan eserler kaleme almıştır. Şair halk edebiyatının bir geleneği olan eğlendirmeni yanında eğitime ve öğretme görevini de yerine getirmiştir.  

Mecruhî`nin yaşadığı dönemdeki sosyal ve siyasal alandaki bozukluk, insanların kendi kültürlerinden uzaklaşmaları Mecruhî`nin kendi kabuğuna çekilmesine, kendini dünyadan soyutlamasına ve ahirete bağlanmasına sebep olmuştur. Zaten Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikleri 9. asırdan 20. asrın sonlarına kadar süren Türk-İslâm medeniyeti ve kültür dairesi içinde ortaya konulan eserlerin müşterek vasfını, İslâmî dünya görüşü teşkil etmektedir. Mecruhî, beyitlerle yazdığı şiirlerinde tamamen bu görüşlerini yansıtır. Allah,  Kur’an, Peygamberler, ahiret v.s. en çok ele aldığı konulardır. İnsanlardan, bu dünyanın geçiciliğinden, asıl ve kalıcı olanın ahiret olduğundan söz eder. Mecruhî, şiirlerinde devrinin insanlarından ve dünyanın aldatıcılığından da şikâyet etmektedir. Tek istediği dünyada iken asıl muradına ermek ve ebedi mutluluğa yani Allah`a ulaşmaktır.

Bu dünyanın nimetlerini istemeyen, şiirlerinde İslâmiyet’le ilgili görüşlere yer veren Mecruhî dörtlüklerle yazdığı şiirlerinde aşk ve sevda konuları ile sosyal konulara da yer vermiştir. Mecruhî, din dışı konularda yazdığı şiirlerinde dahi insanlara doğru yolu göstermeye çalışır.

Mecruhî`nin hayatı hakkında edindiğimiz bilgilerden biri de onun yedi kere hacca gitmiş olduğudur. Zaten şiirlerine baktığımız zaman Mecruhî`nin çok geniş bir din ve ahlak bilgisine sahip olduğunu görmekteyiz. Bunu bütün şiirlerine yansıtan Mecruhî’nin sürekli Allah ve ahiret aşkıyla yandığı görülür.

Şairin, tabiata ve diğer insanlara da hep Allah`ın yarattığı bir varlık olarak baktığını görmekteyiz. Mecruhî Allah ve Peygamber aşkıyla dolu bir halk şairidir. Ama sadece kendi duygu ve düşüncelerini dile getirmekle yetinmemiş doğru kabul ettiği, doğruluğuna inandığı düşüncelerini kendi ve kendinden sonraki insanlara da yaymak için uğraşmış bir şairdir. Şiirlerinde sürekli insanlara doğru yolu göstermiş ve onlara öğütlerde bulunmuştur.

 

MECRUHÎ`NİN ŞİİRLERİNDE HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ

Mecruhî’nin Sevgili Peygamberimiz için kaleme almış olduğu nat’ı şerifi açıklamaya çalışalım:

Medet kıl el-aman yârim Muhammed

Dilimde sensin ezkârım Muhammed

(Ey sevgililer sevgilisi olan Hz. Muhammed, bana yardım et, elimden tut, dostum ol. Her zaman dilimde senin ismini anar, Allah’ın adı ile beraber yazılı olan zikrini yaparım.)

Bu gün sen rah-nümasın rahu hakka

Bilirsin ah u efkârım Muhammed

(Hakk yoluna insanları götüren sensin. Bu yolun rehberisin. Bütün insanların ve peygamberlerin önderisin. Benim içimden geçen aşk terennümleri ve gönlümdeki duygularımı, aklımdaki düşünceleri bilirsin. İçimi okursun, sana ulaşmak için âh ediyorum.)

Bu gün dertlilerin dermanı sensin

Tabibimsin, hem hünkârım Muhammed

(Allah seni dertlilere tabip olarak yaratmıştır. İnsanlığın onmaz yaralarına çare olan İslâm’ı ve dinin güzelliklerini sen getirdin. Hem ruhlara hem bedenlere, bütün yaratılmışlara ve kâinata dermansın. Çare sunanların da, bütün yaratılmışların da en üstünü sensin. Senden daha yüce makamda olan kul yoktur ki kendinden yardım beklene.)

Senin çün cümle mevcudatı ol hak

Yarattı leyli neharım Muhammed

(Allah u Teâlâ senin hürmetine bu âlemleri ve dünyadakileri yarattı. Ayrıca geceyi ve gündüzü yaratıp,  her şeyi senin emrine verdi.)

Bu bendeki dolu cürmü isyanı

Meded eyle bırakayım Muhammed

(Ben aciz bir kul olarak hep hata ve günah işlemekteyim. Bana şefaat eyle ki, bu günahlarımı terk edeyim. Ve bunun sıkıntılarından hem dünya hem de ahirette kurtulayım. Sen yardım edersen ben ancak o zaman kötülüklerden uzaklaşabilirim.)

Beni ayıplamak sana revamı

Kimin çün bunca bi-ârım Muhammed

(Mahşer gününde senin huzuruna yüzü kara çıkıp, ayıplanmak istemiyorum. Bunu sen yapmazsın zaten. Onun için çaresizim, senin lutfuna muhtacım. Senin için bu dünya dertlerini çekiyorum, dünyadaki utancım sebebiyle beni ahirette bağışla.)

Yüzündür o hakkın ayeti Ahmed

Bu ilmin âlemin beratı Ahmed

(Ey övülmüş olan ve Allah’ı en çok öven Sevgili Peygamberim! Senin yüzüne bakanlar Allah’ın ayetlerini, açık beyanlarını görürler. Sana verilen ilim âlemin kurtuluşu için verilmiştir. Sen insanlığın kurtarıcısısın.)

Vücudundan zuhura geldi Âdem

Seninle buldular hayatı Ahmed

(Sen olmasaydın Rabbimiz âlemleri yaratmayacaktı. Onun için Senin varlığın sebebiyle Âdem (a.s) dünyaya getirildi. Senin varlığınla hayat buldu insanlık ve bütün yaratılmış.)

Cemi-i mürselin hem kâinatın

Çivisin evvel ahir zatı Ahmed

( Bütün peygamberlerin ve âlemlerin, var olan eşyanın ayakta durması, onların direği, yegâne varlık ve hayat sebebi övülen Peygamberim sensin.)

Sana bahşetti hak ol kün fe-kâni

Sana asan etti müşkilatı Ahmed

(Rabbimizin ol deyince olma emrinin sırrı sana verildi. Senin için varlık var edildi. Seninle zorluklar aşıldı, sıkıntılar gitti. Hayat kolaylaştı. Seninle bütün çözümsüz problemler çözüme kavuştu.)

Sarmış olsa idi etrafı küffar

Bulurdu şüphe yok necatı Ahmed

(İnananların etrafını saran/saracak olan küfür karanlığından aydınlığa çıkaran/çıkaracak olan Ahmed isimli Peygamberimizdir.)

Zeval olmaz ne bedr-î âlişansın

Tutan sensin bu mevcudatı Ahmed

(Senin ışığın asla sönmez, nurun kaybolmaz, zıyaı kesilmez, parlaklığın azalmaz. Diğer peygamberler kavimlere ve bölgelere gelmişti, sen bütün kâinata, bütün insanlığa geldin. Zamanlar ve mekânlar sana verildi. Mevcudatın kurtuluş ışığı oldu.)

Niçün Mecruhî’ye gamnalı olursun

Sana rehber kılan nusreti Ahmed...

( Ne olur bana gücenme, beni gam ve kederde koyma. Üzüntümü gider, sevince gark et. Seni bize gönderen Allah aşkına yardımını bizden esirgeme…)