Akşam
karanlığı çökmüş iki gündür devam eden sağanak yağmur hızını, soğukta şiddetini
artırmıştı. Arabaların farlarından yansıyan ışıklar, korna sesleri,
Yağmurun kara dönüştüğü soğuk dakikalardı. Karamsar, sevimsiz bir hava,
evlerine ulaşmak için telaşla koşuşan insanlar, Balıkçının önünde durdum.
Karakaya baraj gölünde tutulmuş aynalı sazanlar, hemen yanında Darende mi,
Ayvalımı, sürgümü bilmem havuzda büyütülmüş Alabalıklar, kuzey ülkelerinden
Norveç patentli uskumrular, temizlenmiş hamsi, istavrit, mezgit, çinakop,
lüfer, kolyoz, tezgâhta. Tezgâhta isimleri asılı, oradan yazıyorum, sorsanız
çoğunu tanımam, bilmem, ama kolyozla tanışıklığımız vardır. Ona daha yakından
bakıp anılarımı tazelendim. Duygulandım, duygusallaştım. 25 yıl öncesine kuzey
doğu Marmara kıyılarına Şarköy gittim. , Allah mekânını cennet etsin
rahmetli emekli yarbay dayımız Abdullah Kösebalaban vazifesi gereği geldiği bu
güzel beldede kalmış yerleşmiş, burada önemli resmi görevlerde bulunmuş,
belediye başkanlığı yapmış, mütevazı sevecen biriydi. Kıyıya yakın şirin
bir sitede yaşardı. Denize
tutkundu, balığı çok sever, küçük teknesiyle haftanın bir kaç günü denize
açılır, avlanırdı. Kısa soluklu da olsa Şarköy e gittiğimde dayının tayfası
olurdum ve onunla denize açılmayı balık tutmayı özler, dayının teklifini dört
gözle beklerdim. İşte kolyozla o günlerde tanıştım. Kolyoz avlamasını
ondan öğrendim, tembihi kulağımdan çıkmaz, kolyoz çapariye takıldı mı
kendini yukarı verir, sen zannedersin ki misina boşta. Kurşun kopmuş gibi bir
müddet misinayı boşa çekersin, ama birden ağırlaşır derdi. Çapariye beş
on kolyoz birden takılırdı. Onların oltadan çıkarılması, çaparinin düzenli
kullanılması, iğnelerin itinalı sırayla dizilmesi, büyük bir disiplinle
yapılır. Hata zaman kaybı olurdu. Teknenin ortasında zıplayan balıklar gözümün
önün şimdi. Hele dönüşte tekneyle kıyıdaki sitelere uğrayarak balığın fazlasını
taze balık, taze balık, kuzu bunlar kuzu bunlar diye satması, komşulara
dağıtması başka bir güzellikti. Şimdilerde o verimli temiz deniz kalmadı,
kirletilen bir Marmara var önümüzde. Kıymet bilmeyen yeni bir nesil, siyaset ve
rant. Marmara denizi, bir dünya mirası, ama onun kıymetini bilecek toplumsal
anlayış maalesef daha gelişmedi. Çevre, kültürel miras, sürdürüle bilir yaşam
ilkesi nerede. Dünyada böylesine eşsiz bir güzellik ve zenginlik yoktur,
kıtaları buluşturan muhteşem coğrafya. Neyse konuyu dağıtmayalım.
Selam
verirken tanıdık balıkçıya, gözüm kapı eşiğinde taburede oturmuş yaşlı kadına
takıldı. Başına doladığı atkının arasından aortları çıkmış bir yüz gözüküyordu.
Balıkçının verdiği sıcak çayın bardağını, ısınmak adına, sıkıca tutan yıpranmış
eller. Eski bir paltoya sarılmış zayıf bedeni taşıyan, lastik ayakkabının
içerisinde, çorabı olmayan iki cılız ayak görünüyordu. Tartsanız otuz kilo
geçmez, üşümüş büzülmüş bir yaşlı kadın, yokluk, gariplik, sarmış sarmalamış,
Ölüme o kadar yakınki her an kaçınılmaz son yaşana bilirdi. İşte o an her şeyi
kafanızda bitiriyorsunuz. Yaşamak ve ölmek arasındaki çizgide aklınızda ne
balıklar kalıyor ne soğuk, ne kar, ne yağmur. Bu arada benim gibi, eşiyle
balıklara bakan bayanın da dikkatini çekmişti yaşlı kadın, Hele çorapsız
ayaklarını görünce panikledi, sen istediğini al diyerek arabaya döndü.
Çok geçmedi ki, eşini çağırdı, avucundaki çorapları yaşlı kadına giydirmesini
istedi. Kadın hiç tereddütsüz otomobilde kendi ayaklarındaki çorapları
çıkarmış, yaşlı kadına veriyordu. Biraz sonra çoraplar yaşlı kadının
ayaklarındaydı. Sanırım ısınan yalnız üşümüş yaşlı kadın değildi, çorabını
veren kadının insanlık dolu gönül ısısı etrafı ısıtmıştı. Karşılıksız riyasız
vere bilme aşkı ateşiydi bu. Bir insanlık dersini görmüştük. O ayağındaki
çorabı verecek kadar merhametli bir anne, hamuru sağlam bir Anadolu
kadınıydı, Çanakkale de oğlunun başını kınalayarak cepheye gönderen
anaların kızıydı o. Bir ara gidip teşekkür etmek geldi içimden ama o iç
huzurunu bozmak istemedim. Bu güzelliğe benlik girmemeliydi, yapmadım, fakat
sizi yetiştiren anne babaya rahmet olsun dedim. Bu samimi duygu, insanlara
Allah vergisi bir nasiptir. Mutlu ederken mutlu olmanın tadını alabilme
duyusunun kaynağı sevgidir. Sevebilmektir. Bu kaynak insanımızda kurumasın,
Bu
güzel duyguları yaşadığım o günün ertesinde gördüklerim üzücüdür. Bir gün
sonra, o yaşlı kadını, aynı hal üzere, kanal boyunda, insanların yoğun
olarak geçtiği bir köşe başında gördüm, kenardan uzun zaman izledim, yine
ayaklar çorapsızdı, sordum, öğrendim ki, bu yaşlı kadın duygu
sömürüsü tezgâhının bir parçası, diledim ki bu durumu çorabını veren temiz
yürekli kardeşimiz, görmesin, o güzel gönlü bozulmasın, güvenimiz merhametimiz
kaybolmasın.
Devesiyle
giden bir hayır sahibi yolda kalmış yorgun bir bedevi görür, hali perişandır,
devesine almak ister. Deveden inip onu terkine alacaktır, fakat bedevi atlar
deveye biner, hızla uzaklaşır. Arkadan hayır sahibi kimselere deme, kimselere
deme diye bağırmaktadır. Bedevi düşünür bu niye böyle söyledi, merak eder, geri
döner ve sorar, neden böyle seslendin. Hayır sahibi. Bunu millete anlatırsan,
insanlar duyar, güvenlerini, merhametlerini yitirirler, gerçekten yolda
kalanlara, düşkünlere kimse yardım etmez, milletin güveni sarsılır der.
Önümüzde
büyük bir güven sorunu var, bu değeri küçük hesaplarla kaybetmek kolay,
kazanmak zor. şimdilerde büyük küçük hepimizin dilinde, rahatlıkla söylediğimiz
tembihatımız var ?babana bile güvenme ? bunu atasözü gibi kullanıyoruz,
değerleri değişmiş böyle yetişen bir nesil, varın gerisini siz düşünün.