Yalnızlıktan
kederlenenleri çok duyarız. Garipsemeyin ama yalnızlıkla mutlu olanlar da
vardır. Mutsuz olanların sıkıntısı aslında yalnızlık değil ilgisizliktir.
Kötüler er geç bir gün ?ıssız? kalacaklardır. Asabiliğin arttığı çevrelerde ?uzlukta
buluşmak? ne zor oysa. Uzluk yani yumuşaklık yani ihtiyat. Son zamanlarda
kelimelerin anlamı üzerinden polemik yapmak moda oldu. (Biz de ihtiyaten
?uzluk? kelimesinin anlamlarını sıralayalım: 1. İşinin eri olma durumu,
ustalık, maharet. 2. Hilim, yumuşaklık, ihtiyat. 3. Uyuşma, barışma, sulh.)
Kılıçlar keskin, diller sivri; ne letafet var, ne zerafet. Kabalık tavan
yapmış; kabadayılık dersen ayaklar altında. Onun bile adabı vardı. O dahi yok.
Yoklar bu kadarla kalsa iyi. Kültürümüzde
inanılmaz bir ?saygı geleneği? vardı: aile büyüklerine, anaya, babaya, hocaya,
konuya komşuya? Ne oldu? Saygıyı gerilik saydık. Hangi çağda yaşıyoruz??la
sorguladık. ?Teknoloji çağındayız.? Çıkışlarıyla saygıyı itibarsızlaştırdık. En
muhafazakâr, en mütedeyyin ailelerde bile o saygı mumla aranır oldu. Tv
dizileri bilhassa bunu yok etmede oldukça etkin. Her şey özgürlük adına
yapılmaz mı? Sudan sebeplerle artan şiddet, cinnet ve cinayetler. Azalan sevgi,
biten saygı. Kalmayan anlayış, tükenen hoşgörü. Sabır az, tahammül az.
Seyredilen diziler hep aldatma, dolandırma, çalma, çırpma, kandırma, ihanet,
kuyu kazma yolları, yöntemleri ile dolu dolu.
Görülen fotoğrafın altına şöyle de
yazılsa uygundur: ?Yaza çıkarttık danayı; beğenmez oldu anayı.? Sizi
beğenmeseler de artık gereksiz, önemsiz biri iseniz gene de işe yararsınız. Bu
defa sizi çay daşı yaparlar. Bir köşe taşı olup başköşeye oturtulmak var bir de
derede karşıya geçmek için üzerine basılan çay daşı. Olsun bence evde altın
kafeste beslenen bülbül olmaktansa doğada bir başına yaban kuşu olup özgürce
uçmak yeğdir. Ancak unutmayalım: ?Sular yükselince balıklar karıncaları yer;
çekilince de karıncalar balıkları. Kimse bugününe aldanmasın. Çünkü kimin kimi
yiyeceğine su karar verir.? (Çin Atasözü) Siz siz olun oynayan daşa basmayın.
Memlekete
Bahar Gele Hoş Gele
İşte
bahar geldi;
Bulandı Balaban
Çayı /
Ulupınardan öyle kabarı kabarı /
Taşmanın zamanıdır /
Kaçağın köprüsünden; Sarçiçek Yaylasından /
At binip geçmenin hayali geldi. ( C.
Gülseren)
Su
ağaca yürürse büyür, büyür sonra çiçek olur, meyve verir. En sonra mı odun
olur. Odun suyu kaynatır; aş olur. Su ateşe aracısız ulaşırsa ateş söner; önce
köz olur sonra da ocak körelir kül olur. Od ile su barışırsa olmayacak iş olur.
Barış olur. Od suyu kaynatır, su ateşi
söndürür. Suyu bir kaba korsan, ateş suyu kaynatır. Aradaki kabı kaldırırsan o
su ateşi söndürür. Bizim hiddetimiz, öfkemiz de bir ateş değil mi sanki?...
Bizim uzlukta uzlaşmamız, uzlukta buluşmamız şart. Ülke bizim, vatan bizim,
yurt bizim. Onun için kapıları sonuna kadar kapatmayalım. Çarelerin
tükenmişliğidir kapıların kapanması. Üstünüze kapı kapanmaya görsün. Çekilen
hüzündür, yaşanılan yalnızlıktır. Hep duyarız; perdeler kapanır, sandıklar
kapanır, kepenkler kapanır. Bunlar olağan olmanın ötesinde sıradan örneklerdir.
En zoru bence insanın içine kapanmasıdır. İletişime kapalıyım derken dış
dünyaya küskünlüğünü bile söylemekten acizdir. Öyle veya böyle bu kapalılıklar
belki gün gelir açılır açılmasına da açılamayacak bir gerçek var ki; ?Hanım Hak sizi saklasın.? diyemeyeceğim
ancak ?Allah geçinden versin.? diyebiliyoruz. O da gözlerin kapanması. Uyursun,
uyanırsın. Bir de uyursun ama uyanamazsın. Ya ölürsün ya da ölüsün işte. Hesap
kapanır. (Şayet hayırlı evlat, hayırlı eser bıraktınsa hariç tabii.)
?Defteri dürülesice? diye bir ilenç
(bed-dua) vardır. Ölsün demenin dolaylısıdır. Zata mahsus defter ki hesap
defteridir. Dürüp katlamak ne demek; yazılacak bir eylem, bir amel yok. Kapalı
işte. Defter sizin ama yazan siz değil. Şu anda defteriniz açık mı? Siz ona
bakın. Sen işine bak, içine bak, önüne bak. Baharı barışla karşılamak,
seçimlerde de barışla yarışmak milletimize ne çok yaraşır, ne çok yakışır değil
mi?