Cemil Gülseren


Hangi Mahalle


Ta ötelerden bir tutturdular Türkiye’de mahalle baskısı var diye. İnsaf mahalle mi bıraktınız? Tanzimattan bu yana bitirilmek istenen hep bu “mahalle” değil mi? Mahallemizde oturmayanlar mahalleyi birbirine kattılar.

Katıp karıştırılan kavramlardan biri de mahalli olmakla mahalleli olmak. Bir diğer misal köyden şehre gelip yerleşenler şehirlileşti mi sanki? Şehirde oturmak başka, şehri yaşamak daha başka.

Bazı tanıdıklarınız vardır sezgileri güçlü ve de kurnaz. Sizin paraya sıkışıklığınız belli. O malum kişi hemen senden önce hem de senden borç para ister. Bunu yaparken senin durumundan habersizmişçesine davranır. İhtiyacından değil. Senin önünü kesmek dahası suyu ta baştan kesmek içindir. Söyleyecek bir söz kalmaz size. Basit ama geçerli cinlik.

Asıl mahalle baskısına maruz kalan, mahalle baskısı yapmakla suçlanan kesimdir oysa. Baskın basanındır dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Asıl siz sözde aydınlar bu millete siz özür borçlusunuz.. Ama biz sizi iyi biliriz. Siz bir tek bu milletten özür dilemezsiniz. Dileseniz zaten bu milletten olurdunuz.

Lambadan cin çıkmıştır bir kere. Önüne gelen: “Benden özür dile” demez mi? İşgalcilerle bir olan yerli azınlıkların ihanetleri ne çabuk unutuldu? Karşılıklı oturun yüzleşin. Tarihçiler, bir masaya gelin konuşun. Aziz milletimizi emellerinize alet etmeyin. Düşünüyorum da yoksa masal mıydı onca süngülenen kadınlar, bebekler, kirletilen ismetler, çiğnenen haremler, yağmalanan haneler, yakılan camiler? Bunlar geri gelir mi özür dileme özürlü beyinler? Unutun, unutun. Hep affedin, hep çizgi çekin. Bizi hep böyle doldurdular. Demek ki Zerdüşt böyle istemiş. Onlar masal falan değil bizim geçmişimizde yaşanmış tarihin acı sayfaları. Öz yurdumuzda yedi düvele karşı vatanı savunmak hata mıydı?

Ben de ÖZÜR DİLİYORUM ecdadımızdan, şehitlerimizden. Kemiklerinizi sızlattık, hatıranıza sahip olamadık diye. Affedin bizi. Elin oğlu bile ayakkabı fırlatırken, biz cümle âleme ayak uydurmaya uğraşıyoruz. Birliğimize, dirliğimize ayak koyanlara tavır şurada dursun alttan alan biz, yana yatan biz, çamura batan biz oluyoruz. Değerleri ayakaltı etmek hiç hayra alamet değil, unutulmaya.

Balaban’dan  “Özür”lü Anılar

Hazır özür dileme modası başlamışken fırsattan istifade ben de köyümden özür dilemek istiyorum. Gitmesek de, gelmesek de o bizim beldemiz, bizim Balabanımız.

Çocuktuk ufacıktık işte. En özgür, en temiz, en verimli tatillerimizi Balaban’da geçirmişiz meğer. Durmak yok. Hep iş, hep hareket, hep üretim. Ne güzeldi ama. Uykunun tadını alırdık çalışmaktan. Uyanmanın hazzını duyardık işe yaramaktan. Doymanın farkına varırdık acıkmaktan. Dinlenmenin dinçliğini hissederdik yorulmaktan. Hiçbir çay, kayısı ağacı altındaki kadar istenmemiştir herhalde. Keseklerin üstünde içtiğimiz boranı güzeldi, akşam olunca eve dönüşü güzeldi. Köye giriş, odaya oturuş güzeldi. O zamanki şükür daha bir güzeldi canım.

“Özür”lük işlerimiz de olmadı değil hani… Yakup Hoca’nın  Karaçağıl’daki küçük sulu şeftalilerinden yemişimdir. Martinlerin bostanına dadananlar sağ mı?... Kim, kimden özür dileyecek? Terzi Hasan Ağa’nın “Makıf”daki karadutunu dalıyla, yaprağıyla hış edenleri kim affedecek? Abdurrahman Hoca’nın horozunu gece çalıp kesenler üstelik bir de kendisine bile yedirenler kimle helalleşecekler? Hatırası, gülüşmesi, yarenliği bile bir başka benim köyüm Balaban’ımın. Hemen hepsi de rahmetli oldular. Allah mekânlarını cennet eyleye. Biz ya da akranlarımızın başından geçen bildiğimiz anılar bunlar. Ha unutmayalım Terzi Battal Amcamızın Bayırdibi’ndeki elmaların çekiciliğine hangi çocuk dayanabilirdi ki? Sahibinin sesiyle şaşıran, korkudan ağaçtan nasıl atlayıp da siyeç, seki sekmen demeden yüksek atlama Balaban rekorlarını kıranlar ve o esnada pantol, gömlek yırtanlar kimden özürlerini dileyecekler. Hadi benim büyük amcam ya ötekiler?...

Şimdi bu çocuklar adam oldular da köylerini beğenmezler. Bir de “Ben nüfusumu aldırdım. Ne gereği var?” diyerek havalarını bile atarlar. Bunların kimi zenginlikten, kimi de gururdan efendim. Balaban eline geçmiyor da ondan. Balaban’lının yerinde olsam ben de şöyle seslenirdim: “Arkanı dön ve çık./ İstenmiyorsun artık.”  Yoksa şöyle mi seslenselerdi?

“Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun? / Gördün güzelleri beni unuttun.”

Unutulmasa iyi olur; İnsanın yaşadığı-oturduğu- mahalle değişir de köyü (yani memleketi) değişmez.