Gecen yıllarda, Öğretmenler Günü dolayısıyla köşemde
bir öğretmen şiirimi yayınlamış, bir okuyucumdan ağır bir eleştiri almıştım. Şiir
köşesi mi diye başlamıştı eleştirisine, ama ben öğretmendim öğretmeni
anlatıyordum. Anlattığım dünyanın en önemli mesleği, en ince işiydi. Bir sabah
bilgisayarın başında kısa bir zaman aralığında yazılacak, anlatılacak kadar
kolay gelmiyordu bana öğretmenlik. Onu yaşayarak anlatmak, özlemle tanımlamak
önemliydi, yakışan da buydu. Amacım öğretmeni anlatmaksa, içimden geldiği gibi
anlatmalıydım. Anlatmanın türlü yolları vardır, bu tercihi kullanmak yöntemi
belirlemek yazana ait olmalıdır, mesajı en güzel nasıl veriyorsan öyle konuşup
öyle yazmalısın,
Ahmet Hamdi Akseki?nin bir yazısını okumuştum; çocuk
asrımızın keşfidir diyordu. Ama kimin keşfettiğini belirtmemişti. Çocuk büyüğün
küçüğüydü, alıştırılması, yetiştirilmesi, öğretilmesi gereken yetersizliği
olandı. Çocuklar aynı ebatta hazırlanmış, ambalajı açılmamış paketler gibi
görülüyordu. Paketin içi önemli değildi. Paketin içiyle alakalı bir merakımız da
olmadı, çünkü hepsinin adı çocuktu. İşte o paketlerin içerisinde farklı, farklı
hediyelerin olduğunu, eşsiz mücevheratların saklı tutulduğunu topluma anlatan
öğretmedi. Dolayısıyla yenidünyamızı,
yani çocuklarımızı keşfedenler, bize yol açanlar öğretmenlerdi, onları
bir öğretmen gözüyle anlatmalıydım.
Darende?de yaşanmış, hikâyeleştirilerek basılmış,
Eğitimci Yazar Mehmet Ali Cengiz?in ?Öğretmene Benzer Biri? kitabındaki öğretmen
imajını tez elden toplumun tekrar kazanması gerekmektedir. Sonbaharda yeni
atanmış bir öğretmen gelir Darende?ye. Köyüne gitmeden bir esnafa uğrar,
ihtiyaçlarını alır. Maaş almadığı için ödeme yapamaz, sonra öderim der. O yıl
şiddetli bir kış gelir, dere tepe kar olur, şehre yani Darende?ye üç ay gelemez
öğretmen. Yollar açılır öğretmen gelir, esnafın yanına, ödeme yapacaktır. Borç
defteri açılır, sayfalar çevrilir ama öğretmenin adına yazılı bir kayıt yok,
tekrar tekrar bakılır yok. Bir köşeye yazılmış bir not bulunur, öğretmene
benzer biri yazılıdır. Hesap o köy öğretmenine aittir, esnaf öğretmene
benzettiği müşterisine adını bile sormamıştır. Onun öğretmene benzemesi
yeterlidir, çünkü öğretmen doğruluğu sembolize eder, doğruyu öğretendir o. En
kıymetli varlığımızı emanet ettiğimiz güvenilen, emanetçidir. İsmi adalettir,
barıştır sevgidir. İşte bugün eğitimcinin topluma serzenişi budur. Sevgisiz
uzatılan elde muhabbet olmaz. Sevgisiz yazan kalemden, sevgisiz yazılan
kitaptan hayır gelmez. Toplumu oluşturan ailenin öğretmen değerlendirmesi çok önemlidir,
önce öğrenciye sonra öğrenmeye yansır.
Bu gün öğretmenlerimizin farklı serzenişleri vardır,
bunlar güven, ilgisizlik, fark edilmemektir. Oysa zaman zaman manşetlerde öne
çıkarılan ekonomik kazanım ve yaşam şartlarının zorluğu gibi sorunlar bu mesleği
severek yapan öğretmeler için öncelik olmamıştır. Onlar öğretme sevdasına
düşmüş âşıklar gibidirler, güvenilmek takdir edilmek saygın olmak isterler. Güven,
karşıdaki insana sorumluluk yükler, motive eder. Vazgeçilmez bir gerçek vardır
ki, eğitimde tökezleyen, yıkılan, imajı zedelenen öğretmen değil, toplumun ta
kendisidir. Öğretmenin yaşam standardı, toplumun refah düzeyini gösterir.
Bir söyleşi yaptığım köy öğretmenin tespitleri bence
çok önemliydi. Kendini şöyle anlatıyordu: ?Biz devlet memuruyduk ve köyde
devleti temsil ediyorduk, yasama, yürütme ve yargının kazanımlarını, esaslarını
vatandaşın yetki salahiyetlerini, uygulama metotlarını öğretiyorduk. Temsiliyetteki
sorumluluğumuz büyüktü, bunun bilincineydik. Hareketlerimiz hep kontrollüydü,
eğitmendik, öğretmendik, örnek olmak zorundaydık, halk bizi böyle gördü böyle
kabullendi. Bir saygınlığımız var.? diyordu.
Bu gün öğretende, öğrenende aynı, değişen bir şey yok. Değişen bizim
bakışımız ve kendimize olan saygımız.
Geçte olsa öğretmenim Şükran Uludağ?ın Öğretmenler Günü?nü kutluyor, ellerinden öpüyorum, Darende Mehmet İzzet Paşa İlkokulu?ndaki güzel günlerin anısına?
Yine
ben geldim öğretmenim.
Yine
ben geldim öğretmenim.
Yanına
usulca sokulmaya
Kolunun
altında olmaya
Elini
öpmeye, sarılmaya
Yine
ben geldim öğretmenim.
Okula
ilk geldiğim gün gibiyim
Yok,
yanımda ne annem ne bibim
Ufak
tefek, ürkek ve masumum
Titrek
sönecek bir mumum
Yine
al yanına, yanı başına
Ortak
et parlayan ilim aşına
Karanlık
olmasın dünyam
Ümitsiz
kalmasın hülyam
Bitmesin
umuda sevdam
Yine
ben geldim öğretmenim.
Belki
buluşuruz, bir umut
Öğretmenim
lütfen elimi tut
Sözden daha özge bakışını
Onurlu
vakarlı dik duruşunu
O
Sıcacık candan gülüşünü
Özleyerek
geldim öğretmenim
Yine
ben geldim öğretmenim
İsteğim
hayal, yaptığım çocuksu
Olmayacak
biliyorum ama
Sınıfımda
oturdum sırama
Gelmeyeceğini
bile bile
Büyümüş
benliğimi sile sile
Kapattım
gözlerimi
Yaşadım
özlemimi
Hüseyin
Mehmet Naşit
Hasan
Zeynep, gül, Reşit
Sonra
yine, geç geldi Durdu
Size
ne yalanlar uydurdu.
Yine
uyumamış uyuklamalı
Hoş
görünüzden ders alınmalı
Anne
yok ölmüş, baca tütmez
O
yokluğunu, kimseye demez
Hep
dalgındır uzakta gözleri
Ürkek,
korkak, masumdur sözleri
Kara
günlerde, sıcacık bir kucak
Kaderiyse
bu onun, zor bulacak
Başını
okşayacak bir el sizsiniz
Anne
olmasanız da eşdeğersiniz
O
kararmış kalbi siz anladınız
Sevgi
pınarıyla yanınıza aldınız.
Büyüttünüz
çölde bir güzel gül
Açılmış
goncası yanında bülbül
Yine
ben geldim öğretmenim.
Sevgiden
mi korkudan mı bilemem
O
duygunun tadını elde bulamam
Ne
arıyor ne buluyorum sizde
Benliğimiz
hep yanınızda
Yine ben geldim öğretmenim.
Mehmet Nazmi DEĞİRMENCİ