Ömer HİDAYET


SAHRALARDA SOHBETLE SERİNLEMEK


Küresel ısınma ile dünya ikliminin her an değiştiği günümüzde mevsim normallerinin üstünde sıcaklıklar yaşadık. Geçmişte ?çöl sıcağı? yada ?deve çatlatan sıcaklar? diye tanımları dahi yapıldı.   Hatta ülke olarak sıcaklıktan dolayı kamu kurumlarının tatil yaptığımız günleri hafızalardan çabucak silinmişe benziyor.       

             Yolumuzun önemli haslet ve vazgeçilmezi sohbettir. Halis niyetle yapılan sohbetlerimiz, fiziki ve beşeri anlamda içimizi serinlettiği gibi, günah girdabında boğulan nefsimizi iç serinliğe kavuşturduğu ehlince bilinir.  Kişi burada sükuna erer, burada manevi inkişafa kavuşur. Adeta dış dünyanın gidişatını, dedikodulardan biraz olsun uzaklaşarak burada olgunluğa erişir.

             Havaların ısınmasıyla, artık kapalı alanlarda durulamaz olunca sahra sohbetleri başlar.  Bu bir yerleşim yerinin hakim bir noktası olduğu gibi, bir vadi yamacı, yada bir su kenarı olabilir. Gün öncesinden sahranın yapılacağı belde ihvanlarını tatlı bir telaş başlar. Farklı yerlerden bu sohbete katılan ihvan-ı yaran, Efendimizin mihmandarlığında, ömürde bir kere gelip, bir daha hiç karşılaşılmayacak müstesna yolcu gibi ağırlanma gayreti içine düşülür. Bu belde, bu yöre, yada buranın sevenleri için bu fırsat, iyi değerlendirilmelidir. En ince ayrıntı gözden geçirilir. Dışarıdan gelecekler için yol boyu gönüllü görevliler hazırlanır. Vakfımızın flaması, belli noktalara işaret taşı gibi yerleştirilir ki, sahraya giden güzergah davetliler tarafından zaman kaybetmeden bulunsun. Böyle anlarda, zaman som altın değerindedir. Sohbetin ve mürşitle buluşmanın hiçbir anı ve karesi kaçırılmamalıdır. Zira Efendimiz, Mürşidimiz başkanlığında orada sohbet yapılacaktır. Sahra sohbeti yapılacak mekân, gelenlerin günlük ihtiyaçların karşılayacak duruma getirilir. Çevre temizliğine en hassas bir emanet gibi gerekli önem verilir. Göze ve gönle hoş gelmeyen,  bir çöp dahi gün öncesinden hummalı bir çalışma ile ortan kaldırılmıştır. Bu toplukta, söz ile öz, eylem ile niyet, madde ile mana, et ile kemik gibi iç içe geçmiştir. Nefislerine tatbik etmedikleri, hiçbir öğüdü başkalarına söyleyerek vakit geçirmezler. Güneş hep aydınlattığı için devran da dönmeye devam edecektir. Bu kapı kıyamete kadar, hakkın, hakikatın güzelin ve doğrunun tatbikçisi olarak açık kalacaktır temennisi ile gözyaşları akıtılır.

            Mümkünse şehrin mülkü erkânı, bir manileri yoksa belediye başkanları, muhtarlar bu sohbetin baş konuklarıdır. Çevreye verilen önem kadar, bu davetlerle bölge ve yöre insanında gönlü alınır. Efendi Hazretlerinin teşrifi ve hazırlanan mekâna geçmesi ile semaverden çaylar dağıtılmaya başlar. İhvan-ı yaran mürşidine nazır, iç içe geçmiş halka şeklinde oturma düzeni alırlar.

          Gazelhanlar, manevi iklimin anaforunda içli ve lahuti derinlikteki sözlerin otağı olan Divan-ı Hulusi Şeriften, adeta kainata senfonik bir konser sunarlar. Bu sunuşta asla riya yoktur, geri replikler söz konusu değildir.  Gönülden gönüle bir kutlu yolculuk başlar. Bu manevi ortamdan, Ehli olan sonsuz bir haz duyar ve hiç bitmesin ister. İnsan o anı devam ettirmek için, elinden gelse güneşi göğe çivileyecektir.

            İhramcızâde İsmail  Hakkı  Efendi  Hazretleri, daha çok Sivas merkezinde  Kepeneğin  Gözü?ne  sahraya  faytonla giderdi. Sahra sonrası  ise Seyran Tepesinden yaya olarak  şehre  dönerken, dilinde ise evrad-ı bahaiyye?yi yüksek sesle okumayı ihmal etmezlerdi.

          Pirimiz Es-Seyyit Osman Hulusi Efendimizin, Bolu- Gerede? nin Yünlü yaylasına yaptığı sahralar hafızalardan silinmemiştir.  İsminin çağrıştırdığı özelliğinden mi yoksa ;

?Yar ile sürdüğün dem, içtiğin bade kalır? mısralarının ruhumda açtığı ayrılık acısı mıdır bilinmez, burası benim gözümde ve gönlümde ayrı bir yere sahiptir

               Sahra sohbetleri,  madde ile mananın buluştuğu zirve noktalar değil mi? İnsanın, tabiat ile hemhal olmanın ruhi olgunluğa kapılarının açtığı zamanlar değil mi? Nefsimizde, yok oluş hakikatinin nokta nokta yaşandığı lahuti fırsatlar değil mi? Dünya yalanın, ahiret hakikatine dönüştüğü, levh-i mahfuzda verdiğimiz sözün mekan üstünde kavilleşmesi değil mi? Kendimiz olmanın, kendimiz kalmanın kısa fasılaları değil mi? Gıybet ve günah anaforunda savrulduğumuz, dünya vitrininde satılık vazo gibi çakılı kaldığımız mekândan, bir dem olsun uzaklaşmak değil mi?  

                 Efendi hazretleri ile burada buluşmak,  manevi atmosferin lahuti kokusunu yaşamak, gönlümüzün doyduğu lezzet sofralarına dönüşür. Füyuzatın semadan katre katre indiği, bu demlerin kıymetini iyi bilmeliyiz. Gök kubbe altında tasarrufta bulundukları mahlûkatın nasiplendiği müstesna anlar olarak sahra sohbetlerini fırsata dönüştürmeliyiz.

            Bu sohbetlerden mahrumiyet, sonsuz bir arzu olup içimizde özleme dönüşmeli. Zira katılamadığız sohbetlere, bitmeyen bir senfoni gibi kulağımızda uğuldadığını hissetmeliyiz. Neyi kaçırdım, nelerden mahrum oldum diye hayıflanıp durmak bizim içten içe yanışımız olmalıdır. Bazen mahrum gibi olduğumuz malikiyetler için, Piran?ın himmeti ile çektiğimiz hasretin yüzü suyu hürmetine, nice nimetlere dönüşürde haberimiz olmaz.