Ömer HİDAYET


Şehir ve kültür


Medine, şehirleşen, yaşamaya müsait alan olarak da tarif ederken, kültürü; yaşanan sosyal hayatın bütünü diye tarif edebiliriz. 

Farabi, ?Medinetü?l Fazıla? adlı eserinde, şehri canlı bir bedene benzetir. Bu bedenin nasıl ki bir parçası iş göremez hale geldiğinde sıkıntılar başlarsa, şehri de aynı kategoride değerlendirir.

?Erdemli, mükemmel şehir; bütün uzuvları canlı bir varlığın parçaları gibi, birbirleriyle yardımlaşan, tam ve sağlıklı bir bedene benzer.?

Farabi, yöneticinin belli hasletlere sahip olmasının gereğini söyler. Bunların en az altısını şahsında toplayan kişinin o beldeyi, şehri ya da ülkeyi yönetmeye aday olması gerektiğini ifade eder. Bu özellikleri; ?Bedensel bütünlüğe ve sağlığa sahip olmalıdır ile başlatıp, yapılması gerekli şeyler konusunda kararlı ve azimli olmalıdır. Korku ve zaaf göstermemelidir? diye on iki maddede tamamlar.

Güzel Darende?miz her açıdan yaşanılır bir beldeye, iyi bir yönetime, modern kent anlayışına daha layık bir ilçemizdir. Şehircilik anlayışını, kalkınma planları, kentsel dönüşümü ile büyük bir değişimin içinde olduğunu görmek, hiç de lüks olmasa gerek.

Çarşı merkezindeki, sebze dükkânlarının çoğunlukta olduğu sıranın yıkılarak,  geniş bir alanın açılmasını sağlayan, ilçenin sosyal dokusuna nefes aldıran çalışma, şehircilik yapılanması için belki de ilk adımdı. İnsanların ailesi ile oturacağı mekânlar, bir beldeyi sevimli yapan etkenlerdir. Kendine ait, sahip çıkacağı alanlardır beldeyi büyük yapan. Dar sokak, bitişik nizamda sıralanan bir çarşı her zaman insanın ruhunu boğar, yaşama şevkini köreltir. Birbirine yaslanmış ve aralarında üç?dört metre dahi mesafe olmayan karşılıklı alışveriş merkezleri, çok da cazip yerler değildir. İnsana ?kal ve beğen? duygusundan çok, ?bakma ve hemen burayı terk et? diye telkinde bulunan bir yapılanma söz konusu.

Doğu?yu Batı?ya bağlayan bu güzel beldenin önce ana yolu, muhteşem olmalıdır. Bir taraftan çok katlı yeni binalar, aralarda sıkışıp kalmış, tek katlı bahçeli eski yapılar. Birbiri ile uyumsuz, ahenksiz, bir türlü birbiriyle barışık olmayan yerleşim yerlerimiz. Mekânlar, adeta kişiliklerimizi yansıtmıyor mu? Tek katlı, ya da iki katlı ev yapılanması ile müstakil ve hür karakteri, toprakla iç içe geçmiş bir tevazu anlayışını, çok katlı yapıyla da, yakınlaşmış gibi görünen ama gerçekte birbirimizden uzak komşuluk ilişkileri. ?Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler, ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler? çoktan bizi terk etmemiş mi?

Tek katlı bahçeli, ya da üç katı geçmeyen, ilk katı bahçeye bakan, yol boyu mahremiyeti koruyan, komşu evler olmalıdır. Kapılarındaki tokmak dahi gelenin kim olduğunu bize fısıldayan, ona göre gelen kişi ile daha ilk karşılaşmada bahçede nahoş bir durum oluşmasın diye, iç içe geçmiş kapı medeniyetini yaşatmalıyız. Gelen kişi başını öne eğerek içeri girmeli, önce saygı, sonra tevazu ve en sonun da mahremiyeti yaşatmalıyız bu yapılarla. Ama bugün öyle mi, en küçük bir darbede iskambil kağıdı gibi yığılıp kalacak çok katlı sevimsiz yerleşim yerlerimiz. Adeta bizi, beton yığınlarının içine hapsederek, yönetimi kolaylaştırdığını düşünen sahte elitlerimiz. Mahremiyetten yoksun şehir planlamacılarımız, maliyet hesabıyla sabahı yapamayan ucuz taşeronlarımız. Estetiği şehir hayatımızdan çıkaran, medeniyet müdafisi, sahte bilim adamlarımız.         

Güzel bir örnek: Müftülük sitesinin yanındaki Sönmezler konağı, yolun sağlı sollu iki tarafını tarihi dokusuyla adeta taçlandırıyor. Birazda boynu bükük ve yetim duruyor. Etrafının çarpık şehirleşme ve betonarme yapısı, huzur veren Selçuklu-Osmanlı geleneğinin estetik yapısına içten içe kafa tutuyor. Bir diğer güzel örnek ise; Ilıcak ailesinin yaptırdığı, şu anda taziye evi olarak da kullanılan Selçuklu tarzı mimari yapı. Gördüğümde çok şükür, tarihi değerlere önem veren bir nesil yetişmiş, demekten kendimi alamadım.

?Şehir ne ise, insan da o? diyordu Sayın Başbakanımız. ?Şehrin ruhunu koruyalım? diye ısrarla şehir yazarlarına ve akademisyenlerine sesleniyordu.

Kadim kültürün, insanı her faaliyeti ile kuşatan cazibesini, modern hayatın kılcal damarları arasında yeniden yaşatamaz mıyız?