Cemil Gülseren


Gelmez denilenler geçti bile


Bir ay daha geçti. Ne bir ayı bir yıl bitti bile. Olmaz denilen şeyler oldu mu? Oldu. ?Olmaz olmaz demeyin; olmaz olmaz.? diye de bir tekerlememiz var. Hem de ?yan yana gelmez?ler, bir araya geldi. Yıkılmaz kaleler yıkıldı. Nice bin yıl sürecek denilenler on yılda tepetaklak oldu mu? Oldu. Burası Türkiye kardeşim. Olmazlar olur. Ben bir tekerleme daha naklederek bu fasıldan sıyrılmaya gayret edeceğim: ?Neler geldi, neler geçti felekten  /  Un elerken deve geçti elekten.?  Elek mi ne oldu?  Kimi ununu eleyip duvara astı bile.

Bir Dayıbey vardı

3 Aralık 2013?te rahmet-i rahmana kavuşan Ahmet Sükuti Bozkurt yalnız ailenin değil Darendelilerin de dayısıydı. Sevecen, babacan, otoriter, ilkeli, prensipli, disiplinli, derviş meşrep bir dayıydı. Beydi, beyefendi idi. Hem de tam bir İstanbul beyefendisi. Söz İstanbul efendisine rastlayınca dostum İsa Kocakaplan?ın Emin Işık?tan naklettiği anekdotu yazmadan geçemeyeceğim: Tahir Efendi adlı bir İstanbul Beyefendisi bir gün Emirgan?da yürüyüşe çıkar. Dolaşırken bir adam ayağına basar. Bu olaydan sonra Tahir Efendi?nin evinden çıkmadığı söylenir. Dostlarına dediğine kulak tutun; ?Fetihten bugüne şehirde 70 yaşındaki bir ihtiyarın ayağına basıldığı vaki değildir. Bu şehrin sokaklarını eşekler istila etmiştir.? Ve ondan sonra ölümüne kadar dışarı çıkmamıştır. Efendiler bu dünyadan birer ikişer değil beşer onar göçüyorlar. Yalan değil vallahi yalan değil. Gittiler, gelmezler.

 

Ömür

Bir merhaleden, güneşle derya görünür

Bir merhaleden her iki dünya görünür

Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer

Geçmiş, gelecek cümlesi rüya görünür

                 -Yahya Kemal Beyatlı-

Hangi İstanbul, hani insanlık?

Sevgi yoksa gönül zaten yok. Onu ne dudak söyler; ne dil anlatır. O yaşanır ama İstanbul yaşanmaz olmuş. Herkesin, her şeyi çiğnediği, her değerin ve güzelliğin çiğnendiği şehir adı İstanbul. Kimse kimseyi umursamıyor. Önce gelenin sonra gelene ekelik yapmaya çalıştığı şehir. Burada gönlün tatsız, tuzsuz. Burada gönlün yalnız. Dünyanın en kalabalık on şehrinden birindesin. Her şeyi bulursun ama hiçbir şeye ulaşamazsın kimi zaman. İstanbul su, İstanbul deniz, İstanbul boğaz, İstanbul köprü. Sen de bakar kalırsın bir tepede öyle yapayalnız.  

 

Tercihimiz mi?

Büyüklerin yanında yüksek sesle konuşulmadığı, söz hamlesi yaparak araya izinsiz girmenin edebe aykırı bulunduğu, erkeklere ?beyefendi?, hanımlara ?hanımefendi? diye hitap edildiği, sokaklarına asla tükürülmeyen bir İstanbul. Toplu taşıma araçlarındaki tutum, duruş ve davranışlara ise hiç değinmeyeceğim. Kural tek ve basit. Önce giren oturur ve de hemen uyur(!) ya da uyur gibi yapar.

 

Soğuk, donuk ve kazık?

Mezar veya tabut başında, katafalklarda merhum veya merhumenin başında kara gözlüklerle kazık gibi dikilmiş beyler, bayanlar görürüz. Hele bu bayanların bir kısmı var ki, örteyim mi, örtmeyeyim mi kararsızlığı içerisinde yarısı baştan sıyrılmış mı desem, kaydırılmış mı desem kara örtülerle öylesine süzülüp dururlar. Fatiha ve üç ihlas okuduklarından bile kuşkuluyum. Maksat dostlar cenazede görsün. Desinler diye yaparız. Görsünler diye gideriz. Biz bize benzeriz vesselam.

 

Teselli selamı

Dayı beyin kitapları da vardı. Şimdi yapayalnız. Ne açan var, ne okuyan. Sağlığında bağışlamak istiyordu. Sağlığı elvermedi işte. Kitaplar bir yere sığmıyor. İnsanlar sığmıyor ki? Hele yaşlanmaya gör. Gidiyorlar baksanıza birer, ikişer; beşer onar. Bize düşen mi? Yahya Kemal?in dediği gibi dostlar:

Tekrar mülâki oluruz bezm-i ezelde  

Evvel giden ahbaba selam olsun erenler.