Bu merhaleden kim yükünü
boşa çıkarmış
Ahir ayağı başın iki taşa
çıkarmış
(Mektûbât-ı Hulûsî-i
Dârendevî )
Ölüm, her canlı için mukadder ve ibret alınması gereken bir hakikattir.
Mezar taşları Allah?ın (c.c.) ve ahiret
âleminin bâkiliğini, hayatın faniliğini bizlere haykır. Bu mezarlıklarda kimi boyun bükmüş, kimi
dimdik ayakta, kimisi mahzun kaybolmuş,
kimisi hem şekli hem de üzerindeki motif ve yazılarla bizlere birçok
şeyler anlatan mezar taşları ve kabir kitabelerini görürüz. Bunlar, günlük
hayatımızın her anında, şehrimizin bir köşesinden veya sokağımızın bir
kenarından bizlere ölüm gerçeğini hatırlatmaktadır.
Mezar taşlarının üzerindeki kabir kitabelerinde en çok rastlanan yazı
?Hüve?l-Bâkî? ibaresi yalnızca Allah?ın bâki olduğunu, bütün canların ölümlü,
fânî ve geçici olduğunu hatırlatır.
Mezar taşlarında en çok ilgiyi çeken kitabelerdir. Kitabeler; elde
edilmesi çok güç olan bir takım verileri içermektedir. İlk önce Osmanlı
geleneğine göre kitabelerin ne olduğunu belirtmek gerekirse; kitabe onu okuyan
kişiyi, ölünün ruhu için Fatiha okumaya davet eden bir çağrı yazısıdır. Demek
ki, metnin okunabilmesi için, kitabenin oradan geçebilecek kişiler tarafından
görülebilecek bir konuma sahip olması gerekmektedir. Bu durum mezarlıkların
topoğrafyasında sosyal bir hiyerarşi oluşturmuştur; en ayrıcalıklı yerler yol
kenarlarında olanlarıdır. Öte yandan soyadının kullanılmadığı bir kültürde,
ortaya çıkabilecek karışıklıkları önlemek amacıyla kitabelerde ölünün kimliği
gayet ayrıntılı bir biçimde verilmektedir.
Yakın tarihimizde kabir kitabeleri
konusunda, özel bir araştırmaya önem teşkil edecek derecede bilgi ve dokümanı,
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)?nin
tasavvufî neşve ile kaleme aldığı satırlarında bulmak mümkün. Hulûsi Efendi
Hazretleri yaşamış olduğu dönemde kendisine akın akın gelen insanların her
konuda fikir aldığı, destek bulduğu manevî bir şahsiyettir. En acılı günlerinde
sevdiklerini kaybedenler bir teselli bulmak, sabır ve metanet sahibi olmak için
Hulûsi Efendi (k.s.)?ye müracaat
eder, ondan sevdiği yakını yahut aile büyüğü için bir kabir kitabesi yazmasını
talep ederlerdi. Anlam dolu satırlardaki teslimiyet ve rahmet dilenen sözler;
mevta için yüce bir velinin dilinden Allahu Teâlâ?ya niyaz, aile fertleri için
ise sabr-ı cemil ifade ettiğinden büyük bir önemi haizdir. Mektûbât?ta geçen kitabelerden bazı örnekler
vereceğiz.
ADN
CENNETİNE GİDENLER
Yüce ceddi Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri?nin türbesine kitabe olarak
Hulûsi Efendi?nin notları arasında bulunan şu satırlar ziyaretçinin uyması
gereken kuralları, medfun bulunan zâtın kadrü kıymetinin yüceliğini aynı
zamanda hangi yıl içerisinde vefat ettiğini edebi bir dille ifade
buyurmuşlardır:
Zâira âdâb ile gir koyma
gönlünde keder
Kabr-i pâkini ziyaret etmek
istersen eğer
Sâl-i hicret tam
sekizyüzonbeşindeydi heman
Kutb-u Âlem Şeyh Hâmid
eyledi adne sefer
Gönlü millî ve manevî duygularla bezenmiş olan Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi?nin Mektûbât?ında dikkatimizi çeken şu beyitler ise; imanı ve vatanı
için canını feda eden bütün şehitlerimize kitabe olarak telakki edebileceğimiz
mana yüklü ifadeler taşımakla birlikte Milli Şairimiz Mehmed Akif Ersoy?un ünlü
Çanakkale Şehitleri?ne yazmış olduğu destanına nazire teşkil edecek boyuttadır:
Îman dolu sînenle şehid oğlu
şehid
Âfakı saran zulmeti boğmak
idi kastın
Sana bu rütbe, bu şan,
milliyetine karşı bir îd
Yüce namını yüceltip de
süreyyalara astın
Tasavvufî terbiyesi altında yetiştiği İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi
(k.s.)?nin irtihalinden sonra yazmış
olduğu kitabe, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.)?nin ihyasına vesile olduğu Sivas Ulu Camii haziresinde bulunan
kabrinin mermer şahidesine celi sülüs hattıyla yazılmıştır.
Tarik-i Nakşibendi pîri ebcel mürşid-i kâmil
Garîbullahî Hakkı gavs-ı â?zam Şeyh İsmail
Engin gönlünde yüce muradı hâsıl oldu
Toprak toprağa verildi Hakk?a
vâsıl oldu 2.8.1969
Kitabe, İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.)?nin manevî yüceliği, tevazusu, Allah?a kavuşma arzusu, âdemoğlunun topraktan yaratıldığı gerçeği, Allah?ın ?Ol? emriyle hayat bulan her canlının
tekrar O?na döneceği hakikatine
binaen Allah?a kavuşmasını nazmen
bizlere anlatmaktadır.
Hulûsi Efendi Hazretleri?nin
Dîvân ve Mektûbât?ını kaleme alan hattatı H. Muhyiddin Tütüncü?nün kabir kitabesi hususunda şöyle bir hatıra
nakledilmektedir:
Muhyiddin Tütüncü devamlı yakınında olması hasebiyle Hulûsi Efendi?nin çok kimseye kabir kitabesi yazdığını
bildiğinden şaka mahiyetinde:
?Efendim, Muhyiddin kendi kitabesini yazacak? diye latifede bulunur. O
gün akşam rüya âleminde kabir kitabesinin yazıldığını görür. Sabah uyandığında
iki beyti hatırında olduğu hâlde son bir beytini hatırlayamaz. Durumu Osman
Hulûsi Efendi?ye arz ederek yardımcı
olmasını arzu eder. Hatta kitabeyi Osman Hulûsi Efendi?nin manen işaretiyle yazıldığını anladığından mahcup bir hâlde
tamamlamasını istirham eder.
Osman Hulûsi Efendi de bu isteğe binaen şu mısralarla kitabeyi
tamamlar:
Gül-i sâf-i hoş gülşen şerâbı içtim
Terk ettim dünyânın hâr u hasını
El sevmiş sevmemiş ben koyup geçtim
Dehrin devletini ten kafesini
Rûh-ı Muhyiddin?e Fâtiha kıl
ihdâ
Allah dedi verdi son nefesini
ŞEHZÂDE-İ
İRÂNÎ TAKIYYÜDDÎN
Mektubât?ta bulunan ve dikkat çeken bir diğer kabir kitabesi
de Darende Hasan Gazi Tepesi?nde medfun bulunan Şehzade Takıyyüddin?in kitabesidir.
Zamanında Özbek asıllı olan İran Şahı?nın
oğlu Takıyyüddin; kendi memleketinde gönül huzurunu yakalayamaz. Daha
huzurlu ve manevî bir ortam aramak maksadıyla
seyyah olarak, diyar diyar dolaşır. En sonunda Darende?ye gelir. Buranın suyunu, havasını, manevî ortamını çok
huzurlu bulur ve yerleşir. Hayatının en tatlı ve sakin yıllarını Darende?de geçirir. Ne var ki, günün birinde şah
olan babası vefat eder. İran?dan elçiler
gelir, Şehzâde?nin İran?ı teşrif edip ülkeyi yönetmesini, babasının
bıraktığı yerden devam etmesini söylerler. Takiyyüddin?in bu durum karşısında verdiği cevap çok
manidardır: ?Ben burada sükûnet içerisindeki manevî ve huzurlu hayatımı, dünya
makamlarından olan İran Şahlığına tercih ederim. Ben hakkımdan vazgeçtim
varın gidin memleketi kim yönetirse yönetsin, başınıza kim Şah olursa olsun.?
Elçiler memleketlerine dönerler, Şehzâde, hayatının geriye kalan kısmını da
sade bir insan olarak devam ettirir ve bir gün çok sevdiği bu diyardan sâdece
her şeyden çok sevdiği Mevla?sına kavuşmak için ayrılır. Yani rahmet-i Rahman?a
vâsıl olur. Tatlı rüzgârların estiği, Hasan Gazi Tepesi?ne defnedilir.
Yıllar sonra Şehzâde Takıyyüddin?in
Darende?ye olan muhabbetine bir vefa
timsali olsa gerek, Hulûsi Efendi Hazretleri
de onun kabir kitabesini yaşantısıyla mütenasip nazmeder:
Şehzâde-i İrânî Takıyyüddîn
Meyletmedi bu fânî dünyaya
Oldu kâmil mükemmil bir ehl-i yakîn
Kavuştu Hazret-i Mevlâ?ya
Zâir ruh-ı âzizine bir Fâtiha ihdâ kıl
Çün bu bî-kes u bî-vâye
Bak vedia-i hâk-i gufrân oldu
Azm-i sefer eyledi ukbâya
1325
HATIRALAR VE KİTÂBELER
Kitabelerin yazılmasıyla alâkalı anlatılan hatıralarla yazımıza devam
edelim.
Osman Hulûsi Efendi (k.s.) yine bir
sohbetlerinde şöyle anlatırlar: ?Bir Cuma günü Korkmaz Hafız geldi. ?Hulûsi Efendi, ben yolcuyum, cenazemi yıka
demeyeceğim. Fakat namazımı sen
kıldır, kabir taşıma da iki satır kitabe yaz.?
dedi. ?Hafız Ağa, Allah (c.c.) sana
uzun ömürler versin, daha çok çay
içeceğiz.? dedim. O da ?Ben rüyamı
gördüm, ben yakında yolcuyum.? dedi. Üç
gün sonra, Pazartesi günü vefat etti.
Cenaze musallaya konulunca etrafta başka hoca efendiler vardı, ben sesimi
çıkarmadım. Tam o sırada Hacı Esat Efendi yüksek sesle; ?Hulûsi Efendi, Korkmaz Hafız?ın
vasiyeti vardır, cenaze namazını sen kıldıracaksın.? dedi. Sonra namazını kıldırdık, kitabesini de yazdık.? diye buyururlar. Kitabe şöyledir:
Muhibb-i hanedân-ı âli Ahmed
Korkmaz-zâde Hacı Hâfız Muhammed
Fenânın koydu fâni lezzetini
Bekânın buldu bâki izzetini
1371 (1952)
Balaban kasabasında kan davası sebebiyle
haksız yere öldürülen bir ihvanın oğluna; ?Oğul baban şehit oldu, bize çok
hizmetleri vardı. Baban, Şamil Efendi?den
sonra, Balaban?da ikinci kapımızdı.
Ne zaman caminin inşaatı için Balaban?a
gitsek, bir de bakardık ki Ahmet Emmi yanımızda. ?Efendim, çayımızı, çorbamızı içmeden mi gideceksiniz?? der, bizi evine götürürdü. Annenin
babanın bize çok hizmetleri var.? diye buyururlar. Osman Hulûsi Efendi?nin ilk sözü o arkadaşın gönlünü meşgul
eden intikam duygusunu silip atar. Oğul baban şehit oldu deyince, gönlünde
bir şey kalmaz. Sanki Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin Veda Haccı?nda sahabe-i kiramın üzerinden kan davasını
kaldırdığı gibi, Osman Hulûsi Efendi de orada gönülleri kinden temizler. Sonra
ayağa kalkarak: ?Gel şimdi görüşelim.? der. Daha sonra genç arkadaşın talebine
binaen ders tarif eder ve buyururlar ki: ?Oğul babanın emanetini sana verelim.?
Aynı arkadaşa birkaç gün sonraki bir
sohbette: ?Baban için bir kabir kitabesi yazmıştık, verelim de, kabir taşına
yazdır.? der ve aşağıda yazılı kitabeyi verir:
El-merhum Ahmet Azdemir
Rahmet-i Rahmân?a vâsıl oldu
Şehiden Hakk?a verdi
cânın
Ru?yet-i canâna nâil
oldu
Ruhu için el
Fatiha.
9.10.1970
Darende?nin Hacıderviş
Mahallesi?nden olan Ilıcaklı Dayı, (M. Hanifi Oruç) hasta yatağındayken Hulûsi
Efendi ve arkadaşları ziyaret ederler. Ilıcaklı Dayı oradakilerden şu ilahiyi
okumalarını ister:
Sen başıma gel
peyk-i ecel gelmeden önce
Al
cânımı kurtar beni sultanım elinden
İlahiyi
dinledikten sonra görüşüp ayrılırlar. Yatsı namazı vakti Ilıcaklı Dayı ruhunu
teslim eder. Hulûsi Efendi (k.s.) bir kitabe yazar:
El-Hac
Muhammed Hanefi Oruç
Âlem-i
bekaya etti ruhu urûc
Hak?dan
gayrı yoktu mültemisi
Allah
dedi verdi son nefesi
Ruhu
için el-fatiha
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Osmanlı?nın insana verdiği önemi, hem
yaşayanlara hem de vefat edenlere gösterdikleri saygın hayat anlayışını her safhada olduğu gibi; İslâmî usullere
uygun olarak toprağa defnetme, kabir ve etrafının bakımı ile kabir taşları ve
kitabelerde de görmek mümkündür.
Tasavvufî Türk Edebiyatı?nın
son temsilcilerinden olan; Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)?nin Mektûbat?ındaki gayet güzel ve anlamlı beyitlerden
oluşan kabir kitabeleri kısmı, gerek ecdadın gösterdiği hassasiyeti, gerekse
İslâm?ın sarsılmaz ölçülerine
uygunluğunu yansıtmaktadır.