Cemil Gülseren


Tükenmişlik mi, doymazlık mı?...


Herkes yaşadığını keşke mutluluk kabul etse. Nerde?... Keşke her ilgiyi, her yakınlaşmayı sevgi saysa. Oysa kimininki heves, kimininki istek, kimininki de umut. Aman bitmesin. Beklemek, ummak bizi hayata bağlar. Ne hevesiniz bitsin; ne umudunuz azalsın. Ne sevginiz tükensin; ne saygınız azalsın. Bunlar tükenmeye görsün. Sonuç senin tükenmişliğindir aslında. Ne mal, ne mülk; ne para ne de ün fayda getirmez. Doymuşluk değildir bu doymazlıktır. Yetmezliktir aslında. İster dile getirin dillendirin, ister yüreğinizde olsun. Sende olsun da. İsterse yalnızca beyninizde olsun. Aklınızdan çıkmasın. Ele gelirse şefkat, göze gelirse rikkat, kulağa gelirse dikkat olur. Hepsi sende, hepsi senin ya.

Birine kızabiliyor musun? Hâlâ seviyorsun demek ki. Birine kırılabiliyor musun? Hâlâ umudun var o halde. İster küsün, ister alının. O sizin bağlarınızın kuvvetine işarettir. Hayra alamettir. Birini özlediniz mi? Ne duruyorsun? Ona ulaşmayı denesene. “Seni çok özledim.” demek bize zor gelir nedense. Hep karşımızdaki mi arayacak. Bekleme. Sen de ara.

Yaşanmış Konuşmalar

Hastanede öğlen yemeği dağıtan görevli hasta ve yakınlarına seslenir: “Gelin yemeğinizi alın.” İçeridekiler oralı olmaz. Yemekçi yine seslenir: “Yemeğinizi gelin alın.” İçeriden bir ses: “İşimiz var.” Kapıda bekleyen yemek dağıtıcısı o bildik sokak jargonuyla öyle bir cevap verir ki, kimseden ses çıkmaz. “İşi olmayan şehir mezarlığında.”

Herkesin hayatta olduğu sürece işi vardır. Onun adı meşgaledir. Boş adam olur mu? Kimisi hasta bakar, kimisi hasta olur; kimisi yemek yapar, kimisi yemek dağıtır, kimisi de yemek yedirir. Yemek yemek de bir iştir, yemeği kazanmak da. İş mi? İş işte. Bazı bencil insanlar vardır; gelmez, gitmez; aramaz, sormaz. “Hayrola! Görüşemiyoruz.” Dediğinizde; iş, güç, dünya telaşı, mücadele…” der. Soran sanki boşta gezer, işsiz, güçsüz takımından. Kendisi mi? Dünyanın tüm yükünü o sırtlamış sanırsın. Yığdıkların göğe değse ne olur? Kül tepecik olmaz ki. Yemekçinin sözü ne kadar gerçekçi oysa. İşi olmayan mezarlıkta gerek. Derler ya, ağrısız baş arayan kabristana gitsin. İş biter mi? Biter. Vade yetince. Birbirimizi ihmale varan, umursamazlığımız olsa olsa bencilliğimizdendir. Hep geçim, hep ekmek parası da değil kavga. Daha fazlası için. Doymazlıktır bu.

Bir gün emekli olan dayı beye bacanağı akıl verir; “Emekli ikramiyeni şu işe yatır ikiye katlarsın.” Öneriler, öneriler… Dayı bey sakin sakin dinler, cevap verir: “Peki ikiye katladım. Sonra?...” Bu kez yine yatır, yine yatırım… Dörde katlarsın.” “Sonra…” Onlar sekize çıkarır. “Sonra sonra, hep para, hep para, ne olacak bu işin sonu? Ben bu dünyaya habire para kazanmaya mı geldim? Hiç mi dinlenmeyeceğim, hiç mi ibadet etmeyeyim, hiç mi Kur’an okumayayım, hiç mi eş dost ziyaretine gitmeyeyim? Eşe dosta, hal hatır sormaya zaman ayırmayayım mı?” Bu dayı beyin kendine has bir çizgisi var, bir tarzı var. Sağlığı elverdiği ölçüde buna uygun yaşamayı sürdürüyor. (Allah hayırlı, sağlıklı ömür versin.) Günlük hayatında okuma saati, kahve saati, meyve saati, ibadet saati, haber dinleme vakti belirlidir. Muntazam yemek saatine misafiri bile uymak zorundadır. Hangi gün enginar, hangi gün kereviz ya da balık yenecek bellidir. Misafir gitseniz sırada ne varsa şansınıza. Yıllık gezileri, ziyaretleri planlıdır. Kimilerine göre sıkıcı, kimilerine göre de imrenilecek bir hayat. Bu da bizim kuşak çatışmamızın gerçeği ve gereğidir.

Gelelim her daim koşuşturan, para kazanmayı birinci sıraya koyan, işini tüketmeden kendini tüketenlere. O denli yoğundurlar ki ne ölüsüne ağlar, ne dirisine sevinir ne de düğününde oynar. Ağız tadıyla bayram bile yapmazlar. Herkesin, her kesimin her vesileyle eleştirdiği büyükşehirlerdeki konu komşu, eş dost aldırışsızlığı gibi giderek de yaygınlaşıyor. Robot hayatlar yaşamaya başladık. Robotlar gibi davranmaya. Duyarsız, duygusuz, sevgisiz. Sadece programlanmış hayatlar. Kazanın, daha çok kazanın. Hep kazanın. Sonra mı? Tükenmişlik her tarafınızı sarmıştır. Tutunacak bir el, yapışacak bir dal bulamazsın artık.

Hikâyenin sonu mu? Dayı beye akıl veren bacanak ölmüştür. Aynı şehirde oturup da cenaze törenine bile gidemeyen yakınları biliyorum desem kınamış olmam değil mi? Vallahi billahi kınamak için dile getirmiyorum. Durum gerçekten vahim. O kadar iş güç içindeyiz ki. Bunun sonu nereye varacak düşünmek bile istemiyorum. Yakında ne mi olur? İnternetten cenaze işleri aranır. Gelirler sizin adınıza cenazenizi kaldırırlar. Siz işinizi, gücünüzü bırakmamış olursunuz.

Yazının sonunu beğenmediniz değil mi? Ben de beğenmedim. Böyle bitmemeli.