Musa Tektaş


Ardında Güzellikler Bırakan Hulusi Efendi (k.s.)


İnsanlar dünyaya gelir, yaşar ve ahirete göçerler… Önemli olan kişinin ailesi için, vatanı için, milleti için, dini ve mukaddesatı için güzel ve yararlı işler yapmasıdır. Sonra da eserleriyle, bıraktığı kalıcı izleriyle, güzellikleriyle ardından hayırla ve rahmetle anılmasıdır. İmandan, ihlâstan ve samimiyetten yoksun olarak bırakılan izler, gün gelir silinip gider. İnançla ve idealizmle bırakılan izler hiçbir zaman silinmez.

Herkes hayırla yâdedilmek, rahmetle anılmak ister. Bu güzel duygu insanın içerisinde, yaratılışında vardır. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“İnsanoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak dünyada iken şu üç şeyden birini yapmış olanın amel defteri kapanmaz; iyilikler, sevaplar ölümünden sonra da amel defterine yazılmaya devam eder. Bunlar:

1- Sadaka-i cariyede bulunan. Yani geride cami, çeşme, okul, hastane gibi insanlığa yararlı eserler bırakan.

2- Faydalı ilim, yararlı ilmî eserler bırakan ve öğrenciler yetiştiren.

3- Kendisini hayırla yâd edecek, iyilikle anacak güzel evlat yetiştiren.”

 

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri Peygamberimizin yukarıdaki hadis-i şerifine uygun olarak aslında her üç maddeyle ilgili birçok eser bırakmıştır.

Yaptırdığı okullar, çeşmeler, hastaneler sadaka-i cariye olarak hizmete devam etmektedir. Dîvân’ı Mektûbât’ı Hutbeler’i ve binlerce insanın gönlüne nakşolan sohbetleri, mübarek sözleri dillerdi dolaşmakta, yürekleri huzura kavuşturmaktadır.

Ayrıca en önemli eseri olan hayrül halef evladı, H. Hamidettin Ateş Efendi babasının isminin hayırla anılmasına vesile olmakta, ideallerini yaşatmaktadır.

 

Bu yazımızda Hulûsi Efendi Hazretlerinin ardından yazılanlar ile onun hakkında söylenenleri nakletmeye çalışacağız.

 

Gazeteci-Yazar Hasan Aksay,  21 Haziran 1990 tarihli Milli Gazete’deki  “Osman Hulûsi Efendi” başlıklı Başyazısında Hazretin güzel ahlakından ve örnek tavırlarından şöyle bahsedip, hayırla yâd ediyor:

 

GÜZEL AHLÂK SAHİBİ GÖNÜL EHLİ...

“İnsanî güzelliğin, solmazlığın, ölmezliğin mayasıdır. Onun içindir ki Allah Rasûlü "Ben mekarimi ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyuruyor.

Güzel ahlâkın, insanın hayatında şekillen­mesi, müşahhaslaşması lazımdır. Çünkü in­san tasavvuru, mücerret olarak ahlâkın güzelliğini hayalleyebilmekten aciz kalmakta­dır. O güzellik ufkuna ulaşamamaktadır.

Geçen Cuma Allah`ın rahmetine uğurladı­ğımız Osman Hulûsi Efendi, güzel ahlâkı, o ahlâkın gerektirdiği tevazu ve dinamizmi kendisine bir hayat biçimi olarak seçmiş, sohbetine toplanan insanlara bu güzel ahlâ­kın sıcaklığını duyurmuş, onları bu güzelliklerle doyurmuş, İslâm bahçesinde yetişmiş, yetiştirmiş müstesna şahsiyetlerden birisiydi.

Onun insanlara sevgisi en acılı zamanların­da bile, acılarını bastıracak ve hatta belki de unutturacak derecede baskın geliyordu. O, öy­le bir gönül eriydi ki, bir gönül daha buldu mu, hemen bir gönül bahçesi kuruveriyordu. Bu gönül bahçesine bütün dostlarını, kardeş­lerini davet etmek istercesine, sevdiklerini, sevilen insanları soruyor, sanki gönül dostla­rını sorarken onları, sohbetine, sofrasına da­vet etmek istercesine sesini ve soluğunu onla­ra uzatırken bütün acılarını unutuyordu. Za­ten doktordan öğrenmesek, hiçbir acısı ol­mayan kimse olarak görmek en tabii haldi.

Merhuma Allah`tan rahmet, bütün seven­lerine ve Müslümanlara başsağlığı ve Sabr-ı Cemil dilerim.”

 

HATIRASI VE ESERLERİYLE GÖNÜLLERİMİZDEKİ MÜS­TESNA BİR YERİ VAR

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretlerini tanıyan, öğrencilik yıllarından itibaren ona hayranlık duyanlardan biri de Darendeli Avukat Mustafa Kaftan’dır.

Temmuz 1990 tarihli Malatya Eğitim Vakfı Yayın Organı’nda “Hacı Hulûsi Ateş`in Ardından” başlıklı yazısında duygularını şöyle dile getiriyor:

 

“Hacı Hulûsi Ateş`i ebedi istirahatgâhına tevdi edeli henüz birkaç hafta oluyor.

Bir kaç yıl, bir kaç asır da geçse adı, hatırası ve eserleriyle gönüllerimizdeki müs­tesna yerini hiçbir faninin doldurması mümkün olmayacaktır. Hacı Hulûsi Ateş`ten bahsetmek elbette yürek ister! Cesaret ister!

Ben O`nun çok iyi bildiğim hoşgörüsüne sığınarak bu sütunlarda duygularımı bir kaç satırla dile getirmek isterim. 1936-37`li yıllarda Darende Cumhuriyet İlkokulu’nda öğrenci iken, yakından tanı­ma şansına ermiştim, rahmetliyi. Hafifçe daima sağa eğik uzunca boyu, siyah sakalı, sakin ve de mütebessim ve mütevekkil çehresi ile adeta bir erkek güzeliydi gençlik yıllarında. Davranışlarıyla, yumuşak ses tonuyla, muhatabına işittirecek kadar temkinli ve etkiliydi. Çocukluk yaşımın bendeki etkisiyle iddia edebilirim ki ta, gençlik yıllarında bile saygın ve etkin bir kişi­liği vardı. Kendisini bir ziyaretimde bu toplantılardan bahsetmiştik. Çoğu rahmete ulaşan dostlarından söz etmiştik. Birçok kereler onlara ve kendisine abdest suyu dökerken çocukluk yaşımın anılarını tazeleyince bana:

- Sen bize teberiksin, diyerek mükâfatların en yücesini bağışlamıştı.

Ölümünden on beş gün kadar evvel O`nu son olarak Üsküdar’daki damadının evinde ziya­ret ettim. Hastaydı. O eski Ağabeyimizden vücut olarak, beden olarak çok şey eksil­mişti. Buna karşın, şimdiye kadar memleketimize verdiği eserleri hiçimseyerek hiçbir şey yapmamış olmanın engin tevazuu içinde Darende`ye bir hastane yapılmasının kafasındaki projesini anlatımdaki tavrıyla zindeydi, gençti.

Ömrü vefa etmedi bu arzusunun gerçekleşmesine. Bana kalırsa bu arzusu, O`nu sevenlere verdiği, ima edebildiği son mesajı idi. Bunu gerçekleştirmek ise onlara ka­lıyordu...

 

HER FANİYE NASİP OLABİLECEK BİR OLAY DEĞİLDİR

Hacı Hulûsi Ateş`in uhrevi ve manevî âlemdeki yeri ve konumu ile ilgili olarak bir şeyler yazabilmenin benim için çok zor olduğunu söylemiştim. Bunu böyle ifade et­tikten sonra dünyevi âlemde, topluma ve de insanlığa yaptığı hizmetlerin en başında, şüphesiz; kendi engin, barışçı ve hoşgörülü üstün kişiliğini çevresine kabul ettirebil­miş olmasını sayabilirim.

Bu, her faniye nasip olabilecek bir olay değildir.

Daha açık bir ifadeyle söylüyorum, Hacı Hulûsi Ateş`i tanıyan, O`nun rahle-i ted­risinden geçen hiç bir insanda, düşmanlık, kin, haset duyguları yer etmez... Türk top­lumunda ve cehaletin yaygınlaştırdığı şeytanın kemirdiği bu dünyada, insanoğlunun beynini saran parazitler eriyip gider...

Darende ve yöresi uzun yılların birikimi ile kavga, düşmanlık ve husumet çem­berinin içinde hasta ve muzdarip iken bu duygular H. Hulûsi Efendi de yerini ger­çek manada barışa terk etmiş, birçok aileler O`nun bilfiil tavassutu ile el sıkışmışlar, Darende`nin memleketimizin yetiştirdiği bu müstesna şahsiyetin öncülüğünde Allah’ın ve yasaların emirlerine gönülden uymak faziletine ermişlerdir.

Yukarda değindiğim son Üsküdar ziyaretimde, oturduğu döşeğin ucuna ilişerek tuttuğum ellerinin unutamayacağım sıcaklığında bunları konuşmuştuk, rahmetli ile.

Ruhu şad, mekânı cennet olsun!”

 

Hulûsi Efendi Hazretlerinin ahirete irtihalinin sene-i devriyesinde onu anmak ve anlamak için yapılmaya başlanan Sempozyumların ilki 1991 yılında yapılmıştı. Edebiyatçı Yazar Ahmet Kabaklı misafir olarak katıldığı sempozyumda çok anlamlı ve tesirli bir konuşma yapmıştı. Aynı duygularını Türk Edebiyatı Dergisi’nin Temmuz sayısında da şöyle kaleme almıştı:

 

BİR İNSAN BİR UMMAN

 “Cumartesi ilim irfan tutkunlarıyla beraber Daren­de`ye gitmek nasip oldu. 26 Mayıs Pazar günü, Darende halkının, Gürün, Malatya, Sivas, Kayseri ve Ankaralı mi­safirlerin, gönül ayağı ile koşup can kulağı ile dinledikleri bir anma günü, bir dostlar sohbeti oldu.

Profesörler, on kadar doçent, bir o kadar fikir adamı, bakanlar, valiler, kaymakamlar, belediye başkanları ve inanmış Darende halkı... Hem bizimle hasret giderdiler, hem de bizi hasrette koydular.

Bu gönül toplantısını üstün bir nizam içinde başaran Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı idi. İlim ve irfan sohbeti (Sempozyum) Bursa`nın "Somuncu Baba" veya "Ekmekçi Koca" diye bildiği Şeyh Hâmid-i Velî ve onun, bir yıl önce, beka âlemine göçen, 12. nesilden torunu Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi için yapılıyordu. Vakfın ba­şında, şair ve mürşid Hulûsi Efendi`nin oğlu H. Hamideddin Ateş, ağırbaşlı halleri ve derin bakışları ile babasından, dedelerinden nişan veriyordu.

Uzun süre dünyada birlikte soluk almamıza rağmen Osman Hulûsi Efendi`yi sağlığında tanıyamamış olmak, beni üzdü. Aslında onu şiirleri ve hizmetleri ile de tanıya­bilirdik. Lâkin çoğunlukla şiir ve keramet taklitçilerinden korktuğumuz için, ona dikkatle bakamamışız. Her şey nasib... Vefatından sonra, şiirlerini görüp tertemiz ömrünün menkıbelerini dinledikten sonra işte rahmet selâmlarımızı sunmaya, can atıyoruz.

 

DARENDE VE GENİŞ ÇEVRESİNİN YAPI­CI,

ONARICI BİR ÖNCÜSÜ OLMUŞ...

İnanılmaz ölçülerde Darende ve geniş çevresinin yapı­cı, onarıcı bir öncüsü olmuş... O kıt imkânlar içinde 300 yataklı bir öğrenci yurdu. Tohma suyu kenarından Kudret Hamamı`na vardıran bir köprü, Somuncu Baba adına zen­gin bir kütüphane, bir iplik fabrikası (kurduğu vakıf yoluy­la, ayrıca rica ve telkinleriyle) inşa ettirmiş.

Hulûsi Efendi, gönül yapmayı her onarıma üstün tutan Yunus Emre ve (aslında İslâm tasavvufu) yaşayışını, onun yapıcı, verimli, şefkatli tavır ve tutumunu devam ettiren gerçek bir ruh öncüsü olması... Bunu yalnız halka öğrettiği güzel İslâm’da ve "gönülsüzlüğünün" derinlerinde bul­muyoruz. "Divân-ı Hulûs-i Darendevi"sinde de görüyo­ruz."

 

Darendeli bürokratlardan Sami Erdem Bey de 1991 yılındaki sempozyumda çocukluk yıllarından itibaren yaşadığı hatıraları gözyaşları içerisinde dinleyiciler ve katılımcılarla paylaşmıştı. O da Türk Edebiyatı Dergisi’nin Temmuz/91 sayısında  “Hacı Osman Hulûsi Ateş Efendi” adlı yazısında Hazret’ten şöyle bahsediyor:

 

ÇOK KÖŞELİ KRİS­TAL BİR PRİZMA

 “Hayatı boyunca çok mütevazı, son derece hoş­görülü, ulaşılamayacak ka­dar öğretici ve tatbikatçı, düşündüğü her şeyi işareti veya bakışı ile anlatan Es-Seyyid Hacı Hulûsi Efendi Hazretleri çok köşeli kris­tal bir prizmaya benzemek­tedir. Kristalin cevheri iman, hücresi sünnet, mo­lekülü farz, ışığı tarikat, bütünü insanlıktır. Ben bu kristal prizmayı gören, ço­cukluğumdan beri ışık huz­mesinin aydınlattığı çizgi­lerde yol bulmaya çalışan ve öğreticilik kavramı için­deki kerametlerinden isti­fade eden şanslı aciz kul­lardan biriyim. Muhtaç olan insan, ihtiyacına göre kristal prizmanın hangi kö­şesine bakar, hangi köşesi­nin ışığına sığınırsa orada cevap bulur, orada ihtiyacı giderilir. Akıl almak iste­yen us köşesine, servet sa­hibi olmak isteyen dünya köşesine, derviş olmak is­teyen tarikat köşesine, der­man bulmak isteyen tıp kö­şesine, politikada zirveye çıkmak isteyen siyaset kö­şesine, âlim olmak isteyen ilim köşesine, âşık olmak isteyen çile köşesine, vel­hasıl isteğine göre bir köşe­sine sığınan herkes muradı­na ermiştir.

 

GÜZZELLERİ ÖRNEK ALMIŞTI

Hacı Osman Hulûsi Ateş Efendi kütüphanesinde sevgi ve keramet halkaları­nın içinden geçerek olgun­laşmış ve vecd halinde ka­leme aldığı beyitleriyle Divan-ı Hulûsi`yi meydana getirmiştir. Ezelden başla­yan oluşumunda Somuncu Baba`yı, Hacı Bayram Veli`yi, Mevlâna`yı ve cümle Evliya-ı Enbiya`yı bünye­sinde meczetmiş ve etrafı­na her köşesinden bir ışık saçmıştır. Mevlâna`yı iste­yen divanını okusun, So­muncu Baba`yı arzulayan Darende`ye koşsun, Hacı Bayramı Veli`yi özleyen kerametlerine baksın, evli­yayı isteyen hayatını öğ­rensin. Es-Seyyid Hacı Hulûsi Efendi sanki güzelliği­ni Peygamber Efendimiz­den, yiğitliğini Hazreti Ömer Efendimizden, ilâhilerindeki güzelliği Hazreti Osman Efendimizden, okumaya verdiği önemi Hazreti Ali Efendimizden almıştı. Çocuklarını topra­ğa koyup gözyaşı dökme­yen, hasta döşeğinde Al­lah`tan şifa dilemeyi nefsi­ne yakıştıramayan, aç kalıp fakir doyuran Efendi Haz­retlerini ancak Divan-ı Hulûsi anlatabilir. Benim gibi aciz bir kul`un tarif için yan yana dizdiği kelimeler um­manda bir zerre bile ola­maz.

Restore ettirdiği eski eserler, yaptırdığı ca­miler, inşa ettirdiği kız ve erkek sanat okulları, lise, İmam Hatip okulu ve yurtlar, kütüphane, hamam ve köprüler, çevrelerinde irşat mahalli olmuşlardır. Ayrı­ca, Efendi Hazretlerinin yaptırdığı İlahiyat Fakülte­si... Yerini hazırladı­ğı hastahanenin plân ve ça­lışmaları devam etmekte­dir. Kurduğu vakfın en önemli görevi ve kendisini sevdiğini iddia eden bizle­rin borcu; sağlığındaki is­tek ve talimatlarını yerine getirmektir. Zira içimizde duası ile yüksek mevkilere gelmiş yöneticilerimiz, ke­rameti ile çok zengin olmuş iş adamlarımız, desteği ile başarılı olmuş siyasileri­miz ve isteği ile zirveye ulaşmış sanatkârlarımız vardır. Gayret bizden him­met Efendi Hazretlerinden olursa Yüce Allah başarıya ulaştırır…

Fazla yazmaya ne gerek yazamazsın,

Fazla söylemeye ne gerek çözemezsin,

Fazla yorulmaya ne gerek dizemezsin,

Divan-ı okumak gerek Divanı…”