Musa Tektaş


Hacı Ömer Aydoğan ile röportaj


Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi 1940-1942 yılları arasında askerliğini VII. Kolordu Muhabere Taburu’na yapmıştır. Acemi birliğini Diyarbakır’da tamamlamış, oradan da Kahramanmaraş’a gelmiş ve askerliğini orada bitirmiştir. Yapmış olduğumuz araştırma sonucunda tespit edebildiğimiz Darendeli asker arkadaşları; Şamil Yaz, (Mercan) Mehmet Ali Türkyılmaz, Hacı Ömer Aydoğan, Hacı Mustafa Güleç ve Hacı Mustafa Erdemir’dir. Askerlikte başlayan ahbaplığın daha sonra da devam ettiği göz önünde tutulursa, Osman Hulûsi Efendi’nin vefa duygusunun çok güçlü olduğunu görüyoruz. Bundan beş-altı yıl önce yaptığımız bir röportajı, H. Ömer Aydoğan’ın 16.10.2008 tarihinde rahmet-i rahmana kavuşması münasebetiyle yayınlıyoruz.

H. Ömer Amca, Hulûsi Efendi Hazretlerinin asker arkadaşı olduğunuz için hatıralarınızı dinlemek üzere sizi ziyarete geldik. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Yukarı Ulupınar Köyü’nden H. Ömer AYDOĞAN. 1934 doğumluyum. Çocukluğum köyde çiftçilik yaparak geçti. 30–40 senedir de bakkallık yapıyorum.

Hulûsi Efendi ile nasıl tanıştınız?

Hulûsi Efendi’nin babasını tanırdık. Daha sonra Diyarbakır’da karşılaştık. O bizden önce askere gitmişti. Tohma boyunda Kurtuşağı Köyü’nden Mustafa Güner diye bir çavuş, "Bunlar benim hemşerim" diyerek Hulûsi Efendi ile bizi kendi mangasına aldı. Bize kimse bir şey diyemiyordu. Askerde çavuşlar gelip şu işi yapmak için bir iki kişi gönüllü arıyorum deyince Hulûsi Efendi hemen kalkar, "Ben yaparım" derdi. Çavuşlar ona, "Hayır hocam sen otur, rahatsız olma" deyince Hulûsi Efendi, "Biz buraya oturmaya değil çalışmaya geldik" derdi. Orada kaç ay kaldığımızı tam bilemiyorum. Bölük komutanı sporu çok severdi. Bir milli bayram öncesi oyunlara seçme yapılıyordu. Ben Hulûsi Efendi’ye güreşe gireceğimi söyledim. O da olur dedi. Havalar çok sıcaktı. Biz idmanlara başladık. O arada alay komutanı geldi. Bölük komutanına, "Askerleri sıcakta niye çalıştırıyorsun, yapamaz bunlar güreş" dedi, biz de çekildik.

Askerde Hulûsi Efendi ile ilgili unutamadığınız hatıralarınız var mı?

Diyarbakır’da acemi birliğindeyken yeni çıkmış bir muharebe cihazı getirdiler. Komutanlar bu cihazı söküp takacak olan var mı? diye sorduklarında Hulûsi Efendi, "Ben söker takarım" dedi ve cihazı sanki kendisi yapmış gibi söküp takınca komutanlar hayretlerini gizleyemediler ve kendisini tebrik ettiler.

Kendisine çavuş yapalım, onbaşı yapalım diye çok teklif edildi. Fakat o, "Çavuş, onbaşı olup başkalarının kalbini kırmak istemem. Ben askere çalışmaya geldim. Kendi görevimi yaparım" diyerek bu teklifleri kabul etmedi.

Diyarbakır’daki acemi birliğimiz bitince bölük olarak K.Maraş’a gönderdiler. Bölük komutanı Hulûsi Efendi’yi çok güvenilir ve dürüst bulduğu için K.Maraş’a yerleştikten sonra bütün malzemelerin bulunduğu ve dağıtıldığı depoda görevlendirdi. Daha önce bölük komutanları depoculara yapacağı işi kendileri tarif edermiş. Hulûsi Efendi depoyu o kadar intizamlı bir şekilde düzenlemiş ve yerleştirmiş ki bölük komutanları görünce hayret içinde kalmışlar.

Bizim bölük komutanı spora çok meraklı olduğu için Mersin’den gelen Ahmet Pehlivan diye bir askeri bizim bölüğe aldı. Güreş çalışabileceğimiz bir yer hazırladılar ve biz idmanlara başladık. Güreş olduğu bir gün biz de çıktık. Mehmet Abak diye bir arkadaşımız vardı. Elbistanlı bir pehlivan ile güreşti. Elbistanlı bunu yere serince ben Hulûsi Efendi’ye, "Hocam ben çıkayım mı ?" dedim. Hulûsi Efendi, ‘çık’ deyince ben çıkıp Elbistanlı pehlivanı kısa sürede yendim. Elbistanlı bana, "beni sen yenmedin, beni o hoca yendi" dedi. Meğer Hulûsi Efendi’yi benim için dua ederken görmüş.

Bir gün Hacı Fevzi diye bir arkadaşla çarşıya çıktık. Çarşıda arkamızdan biri seslendi. Gittik baktık ki Hulûsi Efendi tabur komutanıyla birlikte sivil bir kıyafetle dondurmacıda oturuyorlar. Biz tabur komutanını görünce biraz çekindik. Tabur komutanı, "gelin evladım gelin" diye bizi çağırdı. Tabur komutanı da tarikatlı imiş onun için görüşüyorlarmış.

Bir gün içtima alındı. Askerin biri de namazda olduğu için gelmedi. Kumandan askerin yanına giderek bunu çizmesiyle dövdü. Bunu gören Hulûsi Efendi hemen askerin yanına gitti. Olayı duyunca tabur komutanı bir yer tahsis etti ve bütün ihtiyaçları almak üzere Hulûsi Efendiyi görevlendirdi. Hulûsi Efendi lazım olan malzemeleri temin ederek namaz kılınacak bir yer oluşturdu. Tabur komutanının emriyle herkes rahatça namazını kılabildi.

Alevi bir asker arkadaşımız vardı. Hulûsi Efendi’nin gayretleriyle bizimle beraber Ramazan orucunun tamamını tutmuştu.

Bir gün koğuşta yatıyorduk. Koğuşa bir mangal ateş getirmişler. O da tam yanmamış. Gece nöbet için kalkan askerler birer birer yıkılmış. Ben de yıkılmışım. Herkes gelmiş hemşerisinin yanında. Hulûsi Efendi de gelmiş benim başımı yıkamış. Gözümü açtım ki Hulûsi Efendi benim başımı bekliyor. Beni depoya götürdü, bir hafta da istirahat aldı.

Askerden sonra Hulûsi Efendi ile arkadaşlığınız nasıl devam etti?

Askerden döndükten sonra da biz ziyaretlerine giderdik. "Hanım asker arkadaşımın hanımına kınalı elmalardan getir hele" derdi. Bir gün beni yanına çağırdı. Vardım ki hâkim, savcı, hep büyük insanlar var. Beni onlarla tanıştırdı, "Benim pehlivanım, asker arkadaşım" dedi.

Yalnız bir şeye üzülüyorum. Bana ‘dükkân açacaksan Elbistan’a git orada aç’ dedi. Fakat ben onun sözünü tutamadım.

Hulûsi Efendi caminin yapılması için köye gelmişti. Beraber para toplamak için çıktık. Köyde hayırlı bir işin şerbet içme merasimi vardı. Hulûsi Efendi’ye oraya gitsek iyi olur dedim. O da ‘haydi gidelim’ dedi. Mübarek kısa bir konuşma yaptı orada. Camii için epey bir para toplanmıştı.

Daha sonra köyümüzün çeşmesinin yapımında da Hulûsi Efendi ilgilenmişti. Hatta çeşmenin yeri de Efendi Hazretlerinin tespit ettiği yerdedir.

Hulûsi Efendi ile yapmış olduğunuz hac yolculuğunuz vardı. Ondan da bahseder misiniz?

Hulûsi Efendi hazretleri ile hacda da beraberliğimiz olmuştu. Hacca giderken Şam’a vardığımızda başımda bir üşüme oldu. Bu üşüme askerlikte Maraş’ta olmuştu. Tıraş olana kadar bile başımı açık tutamam. Şam’da Konyalı bir hafız vardı, ona sordum. O da Tahir Büyükkörükçü hoca vaaz verecek ona soralım dedi. Ben de Hulûsi Efendi’yi görsek de ona sorsak derken Mekke’ye geldik. Mekke’de Hacı Kubat’ı gördüm. Ona Hulûsi Efendi’yi sordum. Altınoluğun karşısında bulursun dedi. Sene 1975. Altınoluğun karşısında Hulûsi Efendi’yi bulduk. Yanında Hacı Hasan Ağa ve büyük rütbeli adamlar vardı. Ben Hulûsi Efendi’ye "Hocam benim bir maruzatım var. Malumunuz ben başımı tıraş oluncaya kadar bile açık tutamam. Arafat’ta ne yapacağım ben?" diye sordum. Hulûsi Efendi "olmaz, baş açık ayak yalın olacak" dedi. Hacı Hasan Ağa "Efendi arkadaşını zora sokma" dedi. Hulûsi Efendi sonra bana "Başına takke korsun memlekete gidince de bir kurbanlık alır keser arkadaşlara yedirirsin olur" dedi ve güldü. Daha sonra elime büyük bir su kabı vererek "Ömer onbaşı buna git zemzem doldur, içine de buz at getir" dedi. Ben başüstüne deyip kabı aldım gittim fakat zemzemin başı çok kalabalıktı. Bir Arap çocuğa para verip zemzemi doldurttum. Su satanlardan da biraz buz aldım zemzemin içine attım fakat oraya varana kadar eridi. Hulûsi Efendi "olmaz boyum kadar buz isterim" diye latife yaptı. Nereden bulurum diye düşünürken buz satılan bir yer tarif ettiler. Gittim ki adam oturmuş deponun üzerine testere ile kesiyor buzları. Oradan büyükçe bir buz alıp getirdim "şimdi oldu" diye buyurdular.

Ömer Amca bizi misafir edip hatıralarını paylaştığın için çok teşekkür eder sağlık ve sıhhat dolu günler dilerim.